anarko-kapitalizmin neden tepeden tırnağa tutarsız ve çelişkili bir sentez olduğunu anlamak için, hem anarşizmin hem de kapitalizmin tarihine (pratiğine) ve teorisine biraz göz atmak yeterlidir. anarşizmle kapitalizmin yan yana gelmesi bir yana; kapitalizm, tarihsel süreçte anarşizmin baş düşmanı olagelmiştir.
anarşizm ve anarşistler, var olduğu günden bugüne değin anti-kapitalisttir. üstelik anarşizm, sosyalist pusulanın öbür ucundaki marksizm (otoriter sosyalizm) gibi kapitalizmi sınıfsız topluma giden yolda köprü görevi üstlenen zorunlu bir tarihsel aşama olarak görmez, kapitalizmin ilerici(!) olduğunu falan iddia etmez... hatta denebilir ki kapitalizme olan yaklaşımdaki bu farklılık, (diğer başka bir çok farklılığın yanında) marksizmle anarşizm arasındaki en önemli zıtlıklardan birini oluşturmuştur.
anarşizmin isim babası olan sosyalist düşünür, ekonomist, sosyal eleştirmen ve yazar pierre joseph proudhon, kendi deyimiyle mülkiyet sistemini (bizim bugün anladığımız şekliyle kapitalizmi) masaya yatırdığı mülkiyet nedir (1840) başlıklı kitabında ''mülkiyet nedir?'' diye soruyor ve cevaplıyordu: ''mülkiyet hırsızlıktır''. kitabın ilerleyen sayfalarındaysa mülkiyetin neden ve nasıl hırsızlığa denk geldiğini maddeler halinde formüle ediyor, her bir maddeyi somut bulgular üzerinden tek tek açıklıyordu. proudhon, mülkiyet nedir'de çeşitli örnekler, kıyaslamalar ve akıl yürütmeler üzerinden; daha işin en başında (özel) mülkiyetin ancak ve ancak toplumun tümünü mülksüzleştirmek pahasına, yani otorite ve zor kullanarak kendini üretebileceğini, bu yüzden de mülk sahibi (kapitalist) sınıfın şiddet tekeli olan devlete ihtiyaç duyduğunu, mülkiyet sisteminin (bkz: kapitalizm) dönüp dolaşıp otorite üretmeye mecbur olduğunu vesikalarıyla ispat ediyor ve tüm bu verilerden hareketle ''mülkiyet hırsızlıktır'' formülasyonuna ulaşıyordu. proudhon, çeşitli açılardan mülkiyetin sadece iktisadi bir otorite değil, aynı zamanda iktisadi otoriteyi sürdürebilmek için politik ve toplumsal bir otoriteyi de inşa ettiğini saptıyordu. işte anarşizm, mülkiyetin dayandığı iktisadi (bkz: kapitalizm) ve politik/hukuki (bkz: devlet) zemini parçalayacak, böylece bireyin iktisadi ve toplumsal özgürlüğünü gerçekleştirecekti:
Hangi tür hükümeti tercih etmeliyiz? Bazı genç okuyucular kuşkusuz şöyle yanıtlayacaklar:
-A! Neden böyle bir soru soruyorsunuz? Siz cumhuriyetçisiniz.
-Evet cumhuriyetçiyim, fakat bu sözcük bir şey açıklamıyor. Res publica, kamu mülkü demektir. Kamuyla ilgilenen herkes -hangi yönetim hiçimi altında olursa olsun- kendine cumhuriyetçi diyebilir. Krallar da cumhuriyetçidir.
-Peki öyleyse, demokrat mısınız?
-Hayır.
-Nasıl? Kralcı mısınız yoksa?
-Hayır.
-Meşrutiyetçi?
-Tanrı korusun.
-Öyleyse aristokratsınız?
-Hiç de değil.
-Karma bir yönetimden mi yanasınız?
-O da değil.
-Öyleyse nesiniz?
-anarşistim.
-A, anladım, hicivli bir üslupla konuşuyorsunuz; bu sözleriniz hükümeti eleştirmek için.
-Hayır, hiç de değil: Az önce duyduğunuz benim en ciddi ve samimi şahadetimdir. Her ne kadar düzenden yana olsam da, kelimenin tam manasıyla anarşistim. Sözlerime kulak verin.
tabii ki anarşizm bir dogma olmadığı için proudhon'un tekelinde olmadığı gibi hiçkimsenin de tekelinde değildir. bu örneği göstermekteki amaç anarşizmin çıkış noktasının neden anti-kapitalizm olduğunu somut bir örnek üzerinden açıklamaktır. anarşistlerin devlete, otoriteye, hiyerarşiye ve kapitalizme (işin bu kısmını anarko-kapitalistler halen kabullenemese de) karşı olduğunu hemen herkes bilir. peki anarşizmin devlete olan karşıtlığı nereden geliyor? tabii ki devletin toplum üzerindeki bir şiddet tekeli olmasından, iktidar sahiplerinin yapay otoritesini topluma zor yoluyla dayatmasından, ve bu şekilde bireyin özgürlüğünü fiilen imkansız kılmasından. fakat devlet kendi başına ve kendisi için var olmaz; devlet bir kendinde şey değildir. polisi, askeri, yargısı, istihbaratı, bürokrasisi, diplomasisi, bakanlıkları, cezaevleri ve tabii ki resmi ideolojisiyle devlet, mülk sahibi sınıfın (yani kapitalistlerin) kendi varlığını sürdürmesini sağlayan örgütlü şiddet gücüdür. devlet olmasaydı hiyerarşik, sınıflı, piramidal toplum yapılanması da olmazdı. çünkü bir bütün olarak toplum tarafından örgütlenen ve kelimenin bu anlamında tamamen toplumsal olan iktisadi üretimin; doğal haliyle toplumsal bir dağılım göstermesi, yani bir bütün halinde topluma ait olması gerekirken küçük bir azınlığın elinde merkezileşmesi ve tekelleştirilmesi, kapitalist sınıfın vurucu gücü olan devlet sayesindedir. kapitalistlerin kapitalist (yani mülk sahibi sınıf) olması da, işin en başında ilkel birikim sürecine (toplumun devlet zoruyla mülksüzleştirilmesi ve toplumdan zor yoluyla sökülen mülkün kapitalistlerin elinde temerküz olması) dayanmaktadır.
kapitalizmin tarihi (daha geniş olarak iktisat tarihi) de bize göstermektedir ki bir ülkenin kapitalistleşmesi, en önce o ülkenin ne kadar hızlı ve yoğun bir mülksüzleşme-mülksüzleştirme süreci yaşadığına bağımlıdır. eğer mülksüzleşme ulusal sınırlar içinde duraksıyorsa, bu ülke el mecbur dışarıya yönelmek ve kendine yeni yeni pazarlar açmak, yeni ve daha ucuz kaynaklar çekmek zorundadır. bunu da pek tabii vatandaşın vergileriyle finanse edilen (ve bu vergilendirme süreci bile başlı başına bir mülksüzleştirmedir) düzenli ordusu, kolluk kuvvetleri, yargı organı, istihbaratı, bürokrasisi, diplomasisi, uluslararası sözleşmeleri (bkz: baltalimanı antlaşması) (bkz: nanking antlaşması) (bkz: kanagava antlaşması), denizaşırı dominyonları ve sömürge valilikleri (bkz: vereenigde oostindische compagnie) (bkz: british east india company) (bkz: fransız sömürge imparatorluğu) ve bu da kurtarmazsa uluslararası devletler koalisyonlarıyla (bkz: dünya ticaret örgütü) (bkz: g8) (bkz: g20) (bkz: avrupa birliği) (bkz: nato) (bkz: nafta) yapacaktır. ilgili: (bkz: kolonyalizm) (bkz: emperyalizm) (bkz: transatlantik köle ticareti) (bkz: merkantalizm) işte bu yüzden kapitalizm ve burjuva sınıfı, gelişip kök saldığı 16-17. yüzyıldan bu tarafa her zaman merkezi bir devlet cihazına ihtiyaç duymuştur, ihtiyaç duymak zorundadır. işçi-patron ilişkisinin başlı başına bir otorite ilişkisi olmasını geçelim; devletsiz kapitalizm, anarko kapitalizm ya da merkezsiz kapitalizm, her ne derseniz deyin, tam da bu sebeple bir oksimorondur.