yukarıdaki girdilere yoğun duygularla eşlik ediyorum.
hatta @kayser sose'nin üniversite sınavına girecekmişim gibi tanımı inanılmaz doğru. tam da aynı karışık hisler içindeyim. geleceğimin şekilleneceği, ne olacağımın belli olacağı bir güne saatler kalmış durumda.
içimde büyük bir heyecan ve büyük bir telaşlı bekleyiş var.
eğer istediğim gibi olmazsa çok şey kaybedeceğim.
en başta çok dost kaybedeceğim, çok yakınım, arkadaşlarım buradan gidecek. hatta ben bile oturup artık bunu çok ciddi düşüneceğim, daha doğrusu planlayacağım.
kimseyi kaybetmek istemiyorum. ülkemden vazgeçmek istemiyorum.
çok olursak, daha da çoğalırsak, "bir kereden bir şey olmaz"cıları, "telefonunu göster"cileri, "başörtülü bacımın.."cıları, kutsal kitaplara el basıp yemin eden uyuşturucu baronlarını, kafanı kaldırmadan çalıştığın sınavın sorularını çevresine verenleri, "doktor göremiyorduk bak şimdi dövüyoruz bile" diyenleri, "sıfırla babacım"ları, "kadın mı kız mı belli değil"cileri, "ananı da al git"leri, "hamile kadın sokağa çıkmasın"ları...... zamanla yok edebiliriz diye hissediyorum.
hayatımın yarısını aldıkları bu süreçte terörist oldum, sürtük oldum, adi oldum, çapulcu oldum, Geri zekalı, haysiyet fukarası, sefil, zavallı, gafil, eşkıya, çürük, siyasi eşkıya, haysiyetsiz, onursuz, sanatçı müsveddesi, edep fukarası, ahlaksız, haysiyet celladı, kan emici… oldum. her gün uyandığımda, her düşündüğüm isyana, hissettiğim duyguya bir hakaretle mazhar oldum.
3000 kişilik devlet lisesinde okudum, özgür bir üniversitede okudum, taksim-pera civarlarında çalıştım, 19 mayıs'ta spor yaptım, kadıköy'de, kızılay'da eğlendim, bu kadar hakareti bir arada hiç bir yerde duymadım.
bir kadın olarak gün be gün elimden alınan haklara karşı daha da savunmasız oldum.
lise yıllarımda tunalı'dan ayrancı'daki evimize gece vakti, çakır keyif şarkı söyleyerek gittiğimiz zamanlar ne kadar özgür olduğumuzu hiç düşünmemiştim.
o günlere bir daha hiç dönemedim.
ankara sokaklarında tüm bu yıllar boyunca gittikçe artan zenginliğe şahit oldum.
envai çeşit suv araçların içinde, ince bantlı ayakkabılı, renkli ojeli pedikürlü ayaklar, cart pembe rujlar yeşil farlar, takma kirpikler italyan marka başörtülerin altında salınmaya başladı.
pantolonlar kısaldı, parlak deri ayakkabıların burunları uzadı, internetten bu neymiş diye baktığım arabaların içinde çakarlarla yanımdan geçip gittiler.
ikisi de mühendis arkadaşlarım bir türlü toparlanıp da evlenemedi. birlikte yaşadıkları eve manavdan aldıkları kasalardan kitaplık yaptılar.
onlar yeni doğmuş bebeklerine tek taş takıyordu.
benim dövmeme laf eden adam evde karısının kardeşine tecavüz ediyordu. ben görüntüde günahkardım kafadan, adam akşam namaz kılıp aklanıyordu. ben ve benim gibiler cehennemde yanacaktık.
şortum kısaydı, içki içiyordum katlim vacipti.
hiç aklım almadı. adını demokrasi koyduğumuz şey bu olmamalıydı. benim haklarımın yok edildiği, benim iş gücümün değersizleştiği, benim paramın eridiği, benim çabalarımın kimsenin umurunda olmadığı bu dünyanın adı demokrasi olamazdı.
"benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir mi?" diyen kadın sadece manken diye topa tutuldu, haksız mıydı?
celal şengör'ün oyuyla, "telefonunu çıkar" diyen dayının oyu aynı mı? aynıydı.
sayıları gittikçe çoğaldı.
çünkü doğum kontrolü denen şey bilinçli insana vardı, bu çocuk doğacak da ne giyecek, ne yiyecek diye düşünen adam, az üredi ya da üremedi.
diğeri sallamadı, 3 yaptı 5 yaptı, hepsi büyüdü.
bilinçli adamın çocuğu azınlıkta kaldı, bilinçli adam aç kaldı.
ama aklımın asıl almadığı nasıl oluyordu da hiç sesimiz çıkmıyordu, nasıl oluyordu da görüyorduk, biliyorduk ama susuyorduk.
haksız yere konduğu hapishaneden kaçmaya hiç çalışmayan bir insan olabilir miydi ya?
vardı işte.
hem de bir değil, milyonlar vardı.
bekledik, hepimiz bekledik.
yan hücrelerde arkadaşlarımız öldü, sustuk, sıramızı bekledik, elbet bir şeyler olacak diye bekledik, elbette masum olduğumuz anlaşılacaktı ve hücremizin kapısı açılacaktı.
ama açılmadı.
biri o hakime söyleyecekti, o da karar verecekti. biliyorduk.
hani işte, yoktu, hiç olmadı.
şimdi biz hepimiz o hücrelerden çıkabiliriz. hepimiz tek ses haykırabiliriz. hepimiz kimi hakim, kimi savcı yapacağımızı seçebiliriz.
öyle bir andayız ki o kapılar sadece yarın açık olacak ve ardımıza bakmadan kaçmamız için son şansımız.
ondan sonrası hallolur.
yeter ki kimsenin bir şey demeye cesaret edemeyeceği kadar kalabalık olalım.
sakın orada beklemeyin, çıkın, herkesin çıkması gerekiyor.
adım gibi biliyorum, kimse beni oradan çıkarmaya gelmeyecek.