bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
1
uzandığı yataktan kalkarken neredeyse hareketsiz denecek kadar yavaş hareket ediyordu. yine de uzun sürmedi doğrulması. yorganı kaldırmamıştı bile. uyuyup uyumadığını ne yorganın düzeninden ne de suratından anlayabilirdiniz. gözleri, neredeyse hiç uyumamış ya da hala uyuyor gibiydi. oturduğu yerde birkaç saat önce çıkardığı çorapları giydi. şu an, ilk seferinde sol ayağına giymiş olduğu çorabın tekini sağına giyip giymediğini de düşünüyor olabilirdi dünkü şeyi de. nefes darlığından mustarip sanılacak kadar iç çekiyor ya da belki artık yalnızca öyle nefes alıyordu. ıstırap, dedi, aynı kökten geliyor.
Neydi o dünkü şey, diye düşünüyordu şimdi ağır ağır, cılız bir güçle ayağa kalkarken. Sesli düşünüyor ya da kendi kendine konuşuyordu, dünkü ney, şeklinde zayıf sesli soru düştü, ters giyilmiş çorapların ucuna. Odanın ortasında dimdik doğrulmuş, başı eğikti. Kafasının tepesindeki saçların bir bölümü sert bir rüzgarla dökülmüş gibiydi. Sonra, kaldırdı başını;
"tabii... Evet öyle ya, iki adım önümde yürüyen eski ayakkabılı gence bakılırsa saat öğleden sonra üç falandı. Dün tabii, dün. Ha, eski ayakkabı dediysek o kadar da eski değil. Epey giyilmiş. Muhtemelen çok fazla ayakkabısı olmayan bir genç adam. Genç... Genç dediysek de- eh, her neyse. "
Başını sağa sola salladı birkaç defa. Üstü çıplak, altında gri kırçıllı kumaş bir pantolon vardı. Birkaç adım atıp odanın sınırına geldiğinde geri dönüp az önce durduğu yerde ters yönde durdu bu kez. Başı dikti.
"dünkü şey ne acayipti sahi. Saat öğleden sonra üç civarıydı evet. O sırada, tam da o an da eski ayakkabıları gördüğümde düşünüyordum. Yüksekten düşerken gözden akmış olan yaşın fiziksel sebeple mi duygusal sebeple mi aktığını inceliyorlar mıydı acaba olay yerini inceleyen görevliler? Bunu düşünüyordum işte. Nedense yüksekten düşen kimsenin de vücut bütünlüğü bozulmaz gibi geliyordu o an. İnsanın, kendi ölümünü tahayyül ederken bir köşede durup izliyormuşça senaryolar yazmasına benziyor biraz. Bazı açılardan... "
Başını yukarı aşağı salladı birkaç defa. Ellerini ceplerine soktu.
"bu mühim bir konu. Onu dairedekiler anlamaz. Onlar hiçbir şeyden anlamaz ya... Evet, o gün yine dairede işim vardı. O oturdukları yerde altlarına sıçmış gibi rahatsız suratlara sahip kafasız memurların olduğu yere deniyordu: daire! Üst kademelerde hep erkekler vardır dairede. Hem de o eskimiş ayakkabının bok sürülmüş tabanına benzeyen suratları olan erkekler. Tabii. Öyledir daire. Boku olmayan giremez. Siz orada bir memura işinizi izah etmeye, şanslıysanız yaptırmaya, çalışırken onlar binbir uğraşla yakaladığınız memuru çağırıp dakikalarca konuşur, gülüşür, oynaşırlar. Tabii, oynaşırlar."
Omuzları hızla inip kalkıyordu. Elleri ceplerinden çıkmış, yumrukları sıkılıydı. Komodinin yanındaki gıcırdayan sandalyeye oturdu. Bir sigara yaktı.
"evet, o gün yine dairede işim vardı. O gün hangi gündü? Dün. Dün dediysek, öğleden sonra üç dünü. Öyleydi, evet. Memur kadına işimi yaptırmak için neredeyse yalvarırken gözyaşı meselesini düşünüyordum bir yandan evet. Gerçekten... O kadının porselen gibi gözüken tenine de dalıp gitmemiştim. Sıkıntıdan büzüp durduğu dudakları kadar güzel bir günü en son ne zaman tatmıştım? Bunu da düşünmüştüm, birazcık. İşte sonra, tam o anda-"
Kapı, dövülür gibi yumruklanmaya başladı. Sigarasını küllüğe bırakıp ayağa kalktı, kapıya yöneldi.