lezzetli yemekleri yerken ilginç olayları yaşayabileceğiniz, ilginç insanları gözleyebileceğiniz mekanlardır.
yıl 1997, yaz mevsimi. üniversite 1. sınıf bitmiş, 10-15 gün nefes aldıktan sonra hem üç beş kuruş harçlık olsun, hem mesleğimiz ile ilgili bir şeyler öğrenelim hem de el becerimiz gelişsin diye bir elektronikçide çalışmaya başladım.
mekan bursa, atıcılar mahallesi. bilen bilir, ufak sanayi esnafının olduğu, mermerci, oto tamircisi, tekstilcisi vs. olan bir sanayi bölgesi.
öğle yemeklerini hipodrom caddesi üzerindeki bir esnaf lokantasında yiyoruz. patron dahil 8 amele siyah bir steyşın torosa binip öyle gidiyoruz lokantaya. 6 kişi arabanın içine kucak kucağa, kalan iki kişi bagaja.
lokantaya ilk girince dikkati çeken yerlerin talaş kaplı olması. bir de duvarda çerçeve içerisine asılmış 'müessesemiz üçüncü sınıftır' yazan tabela. işte o zaman anlıyor ki insan, bu lokanta esnaf lokantasının ulaşabileceği en uç nokta, esnaf lokantacılığın hard core yaşandığı bir yer.
mekan kalabalık, 8 kişiyi birden alacak masa olmadığı için sağa sola dağılıyoruz. dolayısı ile her yemekte farklı kişiler ile masaya oturma durumu var.
içerideki herkes acele ile yiyor yemeğini, iki nedeni var. yemekler çok lezzetli ve ortam da çok sıcak. içeride klima vantilatör vs. olmadığı için doyar doymaz kaçma düşüncesinde herkes.
karşında oturan kişinin mesleğini az çok tahmin edebiliyorsun, örneğin mermer ustasının üzeri beyaz toz ile kaplı oluyor. oto tamircisi siyah yağ lekeleri olan atlet ile geliyor. bizim üstümüzde de lehim yanıkları ve pasta (lehim yaparken kullanılan yağ) lekeleri var. garson dahil temiz kıyafetli hiç kimse yok.
garson demişken, garson efsaneydi gençler. adı ahmet. ayakta naylon terlik, kirli kot pantolon, üstünde de atlet. he, bildiğin beyaz atlet ama beyazlığı çok eskilerde kalmış bir atlet. böyle bol, o sıcakta giyilebilecek kadar havadar, üstünde yemek lekeleri, kir ve yer yer ter ıslaklığı olan bir atlet.
masaya oturduğunuzda masa kirli ise ahmete rica ediyorsunuz cebinden (evet kot pantolonun cebinden) üstüpü (evet üstüpü, tabii ki kirli üstüpü) çıkarıp masadaki ekmek ufaklarını yere düşürüyor, o an zeminin neden talaşla kaplı olduğuna dair bir aydınlanma yaşıyorsunuz.
mekanda siparişinizi veriyorsunuz ama o sipariş ayrı bir jargon ile mutfağa gidiyor. örneğin, pilav üstü kuru ve yoğurt istediniz. ahmet mutfağa doğru 'bi tam bi kees' diye bağırıyor. bir kaç hafta sonra jargonu öğrenince bir bakıyorsunuz siz de siparişi 'bi tam bi kes' diye verir olmuşsunuz.
ahmet sağolsun servis çok hızlı. mutfaktan aldığı tabakları kollarının üzerine serip akrobatik hareketler ile yemekleri dökmeden kalabalığın arasından sıyrılıp geliyor. 8 kişinin tabağını tepsi kullanmadan ve dökmeden taşıyabiliyor. 4 tabak bir kolda, 4 tabak diğer kolda. bazen kolları böyle doluyken parmaklarına sürahi taktığı da oluyor.
yemekler muh-te-şem. ömrümde öyle bir arnavut ciğerini başka yerde yemedim. istisnasız tatlısından tuzlusuna bu kadar bütün yemekler hipnotize edici. mekan kirliymiş, sıcakmış, açlığın yaşandığı ilk 10 dakika insanın gözü hiç bir şey görmüyor. hangi yemeği anlatayım, yoğurt (kes) bile piyasada bulunabilen bir yoğurt değil, o başka bir şey. (yıllar sonra ihsan oktay anar - galiz kahraman kitabını okurken kitapta geçen bir bölüm bahsettiğim lokantayı ve aşırı lezzetli yemeklerini hatırlattı. başka şey? kim bilir?)
mekan betimlemesi bitti, anı kısmını da verip girdiyi bitirelim. bir gün yine lokantadayız, kendimizden geçmiş yemek yiyoruz. masada ekmek bitmiş. arkadaşın biri ekmek sepetini kaldırıp 'ahmet ekmek' dedi.
demeyeydi iyiydi.
ekmekler hesabın alındığı kasanın hemen yanındaki plastik sepette. ahmet yine aşırı yüklenmiş, kollar tabak dolu. uzanıp sepetten ekmek almasının imkanı yok. işte o an bir şey oldu. zaman falan yavaşladı. ahmet ve kasadaki adam bakıştılar. sonra bize baktılar. bizim masa, kasa ve ahmet arasında kısa süreli bir üçgen oluştu. ahmet ağır çekimle bir kolunu kaldırdı. kasadaki adam ekmek sepetine uzandı ve..
bir ekmek alıp ahmetin koltuk altına, hayır; ahmetin kıllı koltuk altına, hayır; ahmetin kıllı ve terli koltuk altına, hayıııır; kirli bir atlet giyen ahmetin kıllı ve terli koltuk altına..
kıstırdı. ahmet, 8 tabağı ve koltuk altındaki ekmeği tek bir kütle halinde masamıza yaklaştı. hız kesmeden koltuk altındaki ekmeği lap diye masamıza düşürüp yoluna devam etti.
ekmeğe ilk hangimiz saldırdık hatırlamıyorum. bir kaç saniyede üzerine uzanan ellerimiz ile parça parça ettik. yemekler o kadar lezzetliydiki ekmeğin nasıl geldiğine aldırmadık. ahmet tabakları bırakmış geri dönerken bir ekmek daha istedik. zaman çoktan hızlanmıştı.