1. ilk kez yunan filozof epikuros tarafından gündeme getirilmiştir.

    argüman, herşeyi bilen, herşeye gücü yeten, sonsuz merhametli bir tanrı ile dünya'daki kötülüklerin nasıl bağdaştıralabileceği sorununu temel alır.

    argümanı, epikuros'ta ele alındığı şekliyle, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

    -dünyada kötülük vardır.
    -tanrı herşeyi bilendir, o halde kötülüğü de bilmektedir.
    -tanrı kötülüğe engel olmak istemekte ancak gücü mü yetmemektedir? bu durumda herşeye kadir değildir.
    -(yoksa) gücü yetmekte ancak engel olmak mı istememektedir? bu durumda merhametli değildir.
    -(o halde) kötülük varsa tanrı yoktur.

    herkesin bildiği bir gerçek dünyanın kötülüklerle dolu olmasıdır. bir tarafta savaşlar, soykırımlar, cinayetler, işkenceler gibi insan elinden çıkma sonu gelmez kötülükler, diğer yandan seller, yangınlar, depremler gibi sayısız doğal kötülükler... aramızda hiç kimse yoktur ki bu kötülüklerin neden var olduğunu, tanrı'nın bunlara neden engel olmadığını kendine sormamış olsun.

    gerçekten de merhametli ve herşeyi bilen herşeye gücü yeten tanrı neden öz çocuklarının trajedisini bir drama filmini izler gibi izlemektedir?

    tanrının adaletini kötülüklerle bağdaştırmaya (bkz: ) yönelik çeşitli girişimler de olmuştur.

    bunlardan ilki, kötülüğün insan kaynaklı olduğu noktasından hareket eder. argümana göre tanrı insan'a doğruyu yanlıştan ayırma kudreti vermiş, ona tercihlerini belirleme özgürlüğü vermiş, irade gücüyle donatmış ve onu ahlaki bir fail yapmıştır. bahse konu bütün kötülükler insanın kendisine bahşedilen irade özgürlüğünü kötüye kullanarak yanlış seçimler yapmasından kaynaklanmaktadır. kötülüğü yapan insandır. bu durumda kötülük tanrı'ya izafe edilemez. insanın özgür irade sahip olmadığı bir dünyada hepimiz iyilik yapmaya programlanmış robotlara dönüşürdük. seçim imkanının olmadığı bir dünya'da ise kötülükten bahsedilemeyeceği gibi iyilikten de bahsedilemezdi.

    sonuç olarak, özgür iradenin olduğu bir dünya herkesin otomatik olarak iyilik yapan robotlara dönüştüğü dünyadan daha iyi bir dünyadır. dünyada örneğini gördüğümüz kötülükler insana-daha iyi bir dünyada yaşaması için- bahşedilen özgür iradenin zorunlu koşuludur.

    kötülüğü insan iradesine bağlayan bu açıklama ile sorunun önemli bir kısmının çözüme kavuşturulduğunu kabul edebiliriz. gerçekten de dünyadaki büyük kötülüklerin pek çoğu insan elinin eseridir. hem iyi ya da kötü davranma özgürlüğünün (yani özgür iradenin) olduğu hem de kötülüğün olmadığı bir dünya tasavvur etmek mantıksal açıdan imkansız görünmektedir. eğer özgür iradenin olmadığı bir dünyanın daha kötü bir dünya olacağı iddiası doğruysa dünyada kötülük olması gerçekten de kaçınılmaz birşeydir.

    ancak bu cevaba yönelik de çeşitli itirazlar ortaya konabilir. argüman insan kaynaklı kötülüklere anlamlı bir açıklama getirse de doğal kötülüklerin (depremler, tsunamiler, seller, yangınlar, hastalıklar vs.) adil bir tanrının varlığıyla nasıl bağdaştırılabileceği sorusu hala olduğu yerde durmaktadır. insan kaynaklı kötülükler zorunlu olsa bile, tanrı doğal kötülüklerin olmadığı bir dünya yaratamaz mıydı?

    argümanla ilgili ikinci sorun insan kaynaklı kötülüklerin derecesi ile ilgili. özgür irade tanımı gereği kötülük yapma seçeneğini içeriyor olsa bile insanların özgür iradeye sahip olduğu ancak yaptıkları kötülüklerin bir ölçüde sınırlandığı bir dünya yaratmak neden imkansız olsun ki? böyle bir dünyada insanlara yine sınırlı kötülük yapma seçeneği verilebilir ve böylece özgür irade kavramı kendisiyle çelişkiye düşmeyecek bir davranış repartuarıyla birlikte varlığını sürdürebilirdi. örneğin insanların yalan söylediği, hırsızlık yaptığı, birbirini kıskandığı ancak birbirlerini öldürmediği bir dünya tasavvur etmek pekala mümkün. savaşları, nükleer silahları, soykırımları düşünürsek dünya'daki kötülüklerin özgür iradenin varlığını güvence altına almak için gereken asgari limitin çok üzerinde olduğunu söyleyebiliriz.

    kötülük sorununa verilen bir diğer yanıt da kötülüğün kendi başına bir varlığının olmadığına işaret eder. iddiaya göre, nasıl ki karanlık ışığın yokluğuysa, kötülük de iyiliğin yokludur. acımasızlık merhametin; gaddarlık sevginin; bencillik özverinin yokluğudur. dolayısıyla, var oluşa sahip olmayan bir şeyin kötü olduğundan bahsedilemez. sonuç olarak kötülük yoktur.

    ne yazıki bu temellendirme bir kelime oyunundan fazlası değil. çünkü kötülük kavramsal olarak ''gerçek değilse'' bile kötülük nedeniyle insan ırkının(ve hayvanlar aleminin) çektiği acılar son derece ''gerçek''. kötülüğe kavramsal olarak bir gerçeklik atfetmemek her yıl milyonlarca çocuğun açlıktan ve sakatlıktan çektiği acıları hafifletmiyor. biz de kötülüğün kavramsal inşası ile değil reel sonuçlarıyla ilgileniyoruz.

    kötülük sorununa yönelik bir diğer argümana göre, iyiliğin ortaya çıkması kötülüğün varlığına bağlıdır. insanlık tarihinde örneklerine rastladığımız en büyük erdemlerin kötülük toprağında filizlenmesi bu duruma işaret eder. elbette savaş kötüdür ancak aynı savaş kendine özgü iyilerini de üretmiştir. örneğin, kahramanlık, dayanışma, cesaret, özveri, fedakarlık gibi erdemlerin en yüksek şekilleri savaş meydanlarında kendisini göstermiştir. benzer şekilde açlık, kıtlık ve doğal afetler insanlarda merhamet, dayanışma ve empati duygularını açığa çıkarmıştır. kötülüğün olmadığı dünya en büyük erdemlerinden de yoksundur. çünkü kötülük iyiliğin zorunlu sonucudur. biri olmadan diğeri de olmaz.

    bu bana alaycı bir iddia gibi görünüyor. birileri kahraman olabilsin diye milyonlarca insanın savaş meydanlarında ölmesini doğal ve istenir bulmak için her türlü adalet ve iyicillik duygularından soyutlanmak-ya da bu kavramları tanınmaz hale gelinceye kadar eğip bükmek- gerekiyor. rahibe teresa da afrika'da yaşanan açlık ve salgının bu anlamda ''iyi'' olduğuna dikkatimizi çekmişti. bana kalırsa, iyi bir insan iyiliğini inşa edebilmek (ya da kanıtlayabilmek) için afrika'da insanların açlıktan ölüyor olmasını istemez bunun yerine insanların yardıma muhtaç olmadığı bir dünyanın hayalini kurar.

    bir başka teodise argümanı, insanın sınırlı bir varlık olmasından yola çıkar. insanoğlu o kadar küçük bir zaman ve mekan perspektifinden alemi görmektedir ki, kendisine kötülük gibi görünen şeylerin daha büyük bir iyiliğin parçası olabileceğini anlayamamaktadır. söylenene göre bizler sınırlı bilişsel yetilerimiz ve zaman ve mekan açıdan kısıtlanmışlığımız yüzünden tanrının makro planını göremiyoruz.yani öbür dünyayı içine alan sonsuz bir zaman perspektifinden bakabilseydik bu dünyada çekilen acıların üzerinde bu kadar durmayacaktık. kaldı ki tanrı bu dünyada çekilen en küçük kötülüğü bile kudreti ve adaleti ile fazlasıyla telafi edebilecektir.

    buna kendi hayatımdan da bir örnek verebilirim. evimde beslediğim sevgili kedim ona her istediğinde yemek vermediğim için eminim ki bana kızıyor. ancak ben onun fazla yiyip obez olmasından, erken ölmesinden daha da kötüsü hastalıklarla dolu bir hayat yaşamasından korktuğum için onu kızdırmak pahasına öğünlerini dikkatlice ayarlıyorum. ancak kedim bilişsel açıdan bu bağlantıyı kuramayacağı için bana çok kızıyor. benzer şekilde biz de aslında uzun vadede hayrımıza olabilecek bir kötülüğü büyütüp tanrıya kızıyoruz.

    bir de kötülüğün istisnai olduğunu ileri sürenler var. onlara göre, kendi hayatlarımıza baktığımızda elbette yaralandığımız, hastalandığımız, terkedildiğimiz ya da başka türden bir kötülükle karşılaştığımız zamanlar olmuştur. ancak bu durumlar oldukça istisnaidir. genel olarak hayatımız, her zaman mükemmel olmasa da, istikrarlı bir dinginlik çizgisini izler.

    buna bazı insanların hayatında acı, keder, sefalet ve yoksunluğun merkezi bir yer tuttuğunu söyleyerek karşı çıkılabilir. doğuştan sakat, kronik ağrılardan muzdarip olanlar, kaza geçirip kör olanlar, evladını kaybedenler için acı öyle pek de gelip geçici bir şeye benzemiyor.

    hepsinden de öte acı bazı insanların hayatına şöyle bir dokunup geçerken diğerlerinin hayatının başından sonuna kadar belası. bu da tanrının adaleti ile pek bağdaştırılacak bir durum değil. kötülüğü gelip geçici olduğunu söyleyerek meseleyi önemsizleştirmek her gün acı, ızdırap, sefaletin bin bir türlüsüyle boğuşmak zorunda kalan insanlarla alay etmek gibi geliyor bana.

    tanrı'ya inanıyorum ancak şimdiye kadar hiç birşey tanrı inancımı sürdürebilmek adına beni kötülük sorunu kadar zorlamadı. tanrının varlığına ilişkin gündeme getirilen bütün soruların iyi kötü bir yanıtının olduğunu düşünüyorum. bir tek kötülük sorununa yönelik gündeme gelen sorunlar şimdiye kadar cevapsız kalmış gözüküyor.

    belki de tanrı kavramımızı gözden geçirmeliyiz. herşeye kadir tanrı anlayışı tek tanrılı dinlerin bir formülasyonu ve bunun olduğu gibi kabul edilmesi için bir neden bulamıyorum. pek çok başka dinde böyle bir tanrı tasavvuru yok. tanrı'nın herşeye gücü yetmiyor demekle tanrı güçsüz demek arasında tabi ki çok fark var. belki de son derece kudretli tanrı bütün gücünü ve merhametini kullanarak kötülüklerin minimum olduğu bir dünya yaratabildi, yani ancak bu kadarını. belki de işin içine başka kötücül güçler karıştı. belki de insana ait kudretli olmak gibi bir takım özellikleri tanrıya atfederek insanbiçimciliğin tuzağına düşüyoruz.

    görüldüğü üzere kötülük argümanını çürütmenin tek yolu tanrının herşeye kadir olduğu varsayımını reddetmek. böylece tanrı herşeye kadir değilse dünyadaki kötülüklerin de sorumlusu olmayacaktır. belki de hiç kötülük olmasın diye hiç yaratmamayı tercih etmeliydi.

    tabi bu spekülasyonların sonu yok, o yüzden belki de kant'a kulak verip bu konuda aklın söyleyebileceği pek birşeyin olmadığını kabul etmeliyiz. tanrının varlığı ya da yokluğu konusunda rasyonel temellendirmelerle bir kesinliğe ulaşamıyoruz. durum buysa herkesin bu konudaki nihai kararını sezgilerine göre vermesi meşrudur.
    #278204 little thirty | 3 yıl önce (  3 yıl önce)
    0kavram