bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
biliyorsunuz ki kendim hakkında söylemek istediklerim asla bitmiyor. yani bu başlıkta istersem kırk ayak fıkrası da anlatabilirim ama eninde sonunda kendi tarzımda anlatacağımdan yine benim hakkımda olur.
hazır yeri gelmişken anlatayım.
bir gün iki kırkayak evlenmişler ve erkek kırkayak düğünde dehşet içmiş. o kadar içmiş ki ilk günlerine hali kalmamış ve kadın kırkayağa demiş ki ağzını yaya yaya,
"bugün çok yorgunum, yarın yapsak olmaz mı?"
kadın kırkayak çok heycanlıymış "olmaz olmaz, ben hep bugünü bekledim." demiş, şimdi burada anlatmak istemediğim başka müstehcen şeyler daha demiş. eşinin ısrarına dayanamamış erkek kırkayak "tamam " demiş "tamam ama söyle hangisinde."
fıkra bu kadar.
buraya kadar gülmediyseniz yazının devamını okumayın belli ki benden size hayır gelmeyecek, zaman kaybedilmemeli.
ben de bu fıkrayı bir filmden duymuştum ve bana çok komik gelmişti. daha sonra merak edip kırkayakların nasıl çiftleştiğini kesinlikle araştırmadım. çünkü çok belli ki fıkra bu konuda zihnimizde soru işreti uyandırmak amacıyla kurgulanmamış. fıkranın amacı bağlamını da bayağı aşıyor bence. şöyle ki önce güldüm dinleyince, her şey iyiydi. sonra dedim ki "ben buna neden güldüm?" keşke demeseydim ama dedim ve bir sürü saçma sapan şey düşündükten sonra aklıma gelen en mantıklı fikir şu oldu: güldüm çünkü en başından beri insansı hareketler sergileyen bir kırkayak normalde doğası gereği, sorgulamadan , içgüdüsel bir şekilde halledebileceği bir şeyi yapamadı.
sonra aslında dehşet derece üzücü bir şey fark ettim belki de bu, yani içgüdüsel davranmak yerine sorgulamak, cinsellikle ilgili problemlerin başını çekiyor olabilir. sonra da sevindim çünkü ilk başta bakıldığında, seviyesi gayet düşük bulunulabilecek bu fıkra belki bize bir öğreti aşılıyor olabilir ve bu nedenle bu fıkrayı uygun koşul ve şartlar altında insanlara anlatarak cinsellik hakkında insanlara sevimli bir ipucu verebiliriz. dolayısıyla şimdi virüsü yaymaya çalışıyorum ama muhtemelen anlamadığım, insanların kendilerine komik gelmeyen bir fıkra hakkında düşünerek mesai harcayıp benim gibi sonuçlara ulaşmaları biraz zor. bu yüzden bana fıkradan alınabilecek tek mesaj "düğün gecesi fazla içmeyin." miş gibi garip garip bakmalarını anlamlandırabiliyorum. fakat ben bunu bile sorgulayıp anlamlandırabilirken kendi cinselliğim hakkında kaygılanmaya başladım.
anlayacağınız hayat zor arkadaşlar. bir fıkradan almanız gereken mesajı alırsanız külü çoktan yutmuş olabilirsiniz.
bu gece yaptığım (tamamen yalnız başıma üstelik) birçok şeyle kendimi çok güldürdüm ve her ne kadar kaygılandığımı söylesem de aslında bu yazıyı yazarken gülmekten gözüme yaş doldu ve ekranı iyi göremiyorum. yazım yanlışlarını sevmem, eğer olduysa kusura bakmayın. geçen gün de bir yerde "sonuçta" yerine "sonuç da" yazmışım. hala aklıma takılıyor ama nerede yazdığımı unuttum o yüzden değiştiremiyorum (desem de inanmayın, üşengeçlikten yapmadım).
anlatmayı ve yazmayı neden bu kadar çok seviyorum bilmiyorum. en kötü günümden en iyi günüme , hatta bazen şarkı bile söylemeyecek kadar kötüyken bir şeyler yazabildiğimi fark ettim.
gerçi bazen ne yazacağımı düşünüp "heeep aynı hikaye senin aq." dediğim de oldu ama o sırada da kafamdan yazmaya devam ediyordum.
eskiden hikaye yazabiliyordum ki bunu hala aşırı istiyorum ama ben bir şeye başladığım zaman kesintiye uğramasından hiç hoşlanmıyorum ve tabi ki uzun soluklu bir şeyler yazmama müsade etmiyor bu durum.
neyse.
şimdi daha sıkıcı bir konuya giriş yapacağım. onu resmi olarak (yani kendime itiraf etmem oluyor bu) sevdiğimi kabul ettiğimden bu yana yaklaşık 23 ay geçti ve ben resmi olarak kabul ettiğim ilk andan itibaren beynimin içinde ışıklı kırmızı bir "danger!" tabelası ile dolaşıyorum. bugün sin city izlerken oradaki bir sahneyi daha önce onun da paylaşmış olduğunu fark ettim. ve açıkçası hala beni şaşırtmaya devam ediyor.
benim anlamadığım bir sürü espri ile dolu olduğunu düşündüm ve inanır mısınız bilmem bir kez daha aşık oldum.
tabi ki inanırsınız.
gün geçtikçe neden onu seçtiğimi çok daha iyi anlıyorum. benim zihnim boşluk kabul etmiyor. sürekli meşgul olmak istiyor. biriyle muhabbet ederken bile bazen yeterli bulmayıp bir şeyler yapıyorum. biriyle muhabbet ederken kendimi kaybedip şarkı söylemeye başladığımı bile hatırlıyorum. mesela kafede oturup arkadaşlarımla boş muhabbet ederken canım aşırı sıkılıyor. bir oyun olmalı mesela o muhabbetin içinde. basit olursa odaklanamam. odaklanamazsam düşünmek istemediğim ya da en azından o anda düşünmek istemediğim şeyler kafama takılabilir.
ve sonra o... beynimde tek bir boşluk bile bırakmadı.
zihnim resmen dört kolla sarılıyor ona çünkü kafamda milyon tane soru işareti var ve hepsini de aşırı ilginç buluyorum. mesela acaba hayatında hiç alkollü araba kullandı mı? çok ilginç bir soruya benzemiyor değil mi ya da cevap için sadece iki tane opsiyon var. ama hayır işte, öyle değil . o cevaptan sonra yeni bir soru soracağım çünkü adam felsefe gibi. çünkü başka o kadar nokta var ki onu anlamlandırmaya çalışırken böylesine bir soru bile başıma milyonlarca iş açabilir.
bir sihirli küremin olmasını ve hiç müdahale etmeden o sihirli küreden onun nasıl yaşadığını izlemeyi çok isterdim.
sanırım çok sapıkça.
kötü niyetim yok ki diyerek kendimi rahatlatmaya çalışıyorum ama çok sapıkça. allah'tan ortada bir küre yok da irademi test etmeme gerek kalmıyor. hiçbir zaman eyleme geçmeyeceği için şimdilik sadece düşünmemi, benim mahkemem cezaya layık bulmadı.
cezaya layık olmak. evet, aynen öyle. hakimin yüzünü görmeliydiniz, bunu ciddiye alıp yargıladığı için sinirinden gülecek gibi kıpkırmızıydı.
duygu dünyamın böyle olması, bana çok ezikçe geliyor. biri bana bu şekilde duyguları olduğunu söylese ( tam olarak benim ifade ettiğim gibi) küçümseyemezdim çünkü bence işimi aşırı iyi yapıyorum ama tüm bu ifade gereçlerini kullanmadan "23 aydır seviyorum ve hiçbir umut yok ama bırakamıyorum." deseydi sanırım salak olduğunu düşünürdüm.
kendimin de salak olduğunu düşümüyor değilim ama salaklığım bana diğerlerini anlama fırsatı sundu.
içinden bakarken o kadar da anlamsız görünmüyor. alt tarafı insanım ve salak olabiliyorum diye düşünmek rahatlatıcı.
çok uykum var. saat sabahın altısına geliyor ve 09.30 da dersim var. galiba hiç uyumasam daha iyi olabilir ama öyle olduğu zaman günün bir saatinde rahatsız edici derecede enerjik oluyorum ve aşırı konuşarak ve kimseye söz hakkı bırakmayarak çünkü verecekleri cevabı onlar söylemeden önce söyleyerek çünkü bekleyecek tahammülüm yok ki bazen tutturamadığım da oluyor ve bu bayağı rezil bir durum, insanlara eziyet etmek çok da istediğim bir davranış değil.
devamsızlık konusunda mı endişelenmeliyim yoksa insanlar konusunda mı?
bence devamsızlık konusunda.
neyse umarım bu sefer gerçekten bugünlük bu kadardır.
çünkü bugünlük bu kadar.