bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
doldur boşalt bir girdi daha, buraya yazdıklarım vicdanen beni rahatlatabilir umuduyla yazıyorum yayınlarım yayınlamam şuan kestiremiyorum başından.
önceleri benzer ruh hallerinde gezinirken yazmak iyi geldi sanıyorum en azından bu beklentiyle birşeyler karalamak daha iyi hissetirirdi. çok garip bir ay oldu ikibinyirmi iki şubat'ı, son aylarda başıma gelen en güzel şeye veda ettim, artık yaşımın gereği götümü toplu tutmam gerektiğinin bir noktada farkına varıp tecil bozdurma kararı aldım aslında çok uzun zamandır yapmam gereken fakat bir sebepten ertelediğim hazır hissetmediğim hâla da doğruluğundan emin olamadığım fakat bir noktada el mahkum gercekleşecek olandan kaçmak istemedim, belki de kendimden kaçmak istediğimden aldım bu kararı. başta birkaç gün kafa dinlerim diye planlanan fakat sonra dayımların meşguliyetleri ve sorunları dahasında annem ve kardeşlerimin covid'e yakalanması sonucu eve dönemediğim anneanne ziyaretimin dördüncü haftasındayım, kendisi huysuz, inatçı, düzen hastası bazen tatlı ekşi söylenen fakat özünde dünyalar tatlısı bir insan, ha ben bu inatçılığından çok çektim onu itiraf edeyim onunla beraberken küçük bir çocuğa bakıyor gibiyim, yetmiş küsür yaşında alzheimer hastası bir çocuk kendi kafasına estiğinde kış soğuk dinlemez üstüne birşey almaz balkona çıkar, bilmediği birşey varsa çekindiğinden söylemez bazen de doğru bildiği yanlışları napolyon gibi savunur, klasik yaşlılık evreleri sanıyorum.
geceleri yatmadan önce rutin olarak dosto'nun yeraltından notlarını dinliyorum, sabahları rasyonel çıkarımlarla insan ilişkileri üzerine yazılmış kimi üniversitelerin sosyoloji, psikoloji, felsefe bölümü öğrencilerinin doktora tezlerini okuyor {"bunlardan bazıları gerçekten o kadar saçma konular üzerine oluyor ki hayrete düşmemek elde değil, örn. [güvenlikli sitede komşuluk ilişkileri bağlamında suç korkusu] bir hacattepe sosyoloji öğr. yüksek lisans tezi. burda gözüme çarpan bir diğer nokta son birkaç yıldaki tezlerin geçmiş on - onbeş yıla nazaran apolitik bir hal almış olması, ya insanlar artık amerika tipi "onsekizinci yüzyılın ilk çeyreğinde kırsalda yaşayan mülk sahiplerinin okuma yazma bilmeyenlerinin aile içi problemleri vs." gibi bir edebiyat fakültesi eğitimine evrilmesinden yana veya korkudan o politik problemleri konuşacak cesarete sahip olamıyor. bu iki seçenekten ikincisi daha mantıklı geliyor."} bu tezler üzerine kendime birtakım notlar alıyor yahut karşılaştırmalı olarak ilgimi çeken konu başlıklarından yola çıkarak kendi kafamdaki problemleri veya yazmak istediklerim üzerinden tekrar okuma yapıyorum fakat yine bu okumaları yazıya dökme motivasyonunu bulamıyor, bununla ilgili başlık altlarında uzun kısa taslaklar bırakıyorum sahi bunları yazmamın birşey değiştirmeyeceğini düşündüğüm halde, neden yine de yazmak istiyorum?
şarap gibi yıllanacak bu giri, taslak olarak yazmaya başlayalı bir bilemedin iki hafta oluyor sanırım, ve tekrar yazmak için her girdiğimde ruh halim değişiyor, yazmak istediklerim ve düşüncelerim de eşlik ediyor buna. sanırım beni fazla özgür bırakıyorum ve nihayetinde boşlukta, zihnimin dehlizlerinde asılı buluyorum kendimi, bu özgürlüğü sevdiğim de söylenemez çünkü imkanlarınızı sınırlayacak işlerin olması insanın bu sonsuz olasılıklar havuzunda kaybolmasına mani olur, fakat kendi dairemde tanıdığım bu serbestlik yüzünden bu imkan havuzunda boğuluyorum. sahi bu kafiyeli kelimeleri kullanmak istemiyordum yazmaya başladığımda, anlam veremediğim bir sebepten yazmaya başladıktan sonra kelimeler ardı ardına hiç istemediğim şekilde sıralanıyor, bu neden oluyor bilmiyorum doğrusu, belki sebebi genelde bu başlığa geceleri; mental ve fiziksel olarak yorgun olduğum zamanlarda uğruyor olmamdır veya bu giri daha önceden tamamlanması gereken fakat o zaman yani ilk başladığımda yazmak istediğim fakat bir türlü elimin varmadığı şeylerin girisi olduğundandır, belki zamanda bir yerlerde durmuştur bu giri fakat artık tamamlanması gereken parçalar çoktan geçmişin kalıntıları arasında kaybolmuş, ne öznesi ne nesnesi kalmış hatta belki muhatapları bile böyle bir konunun varlığını unutmuştur, o yüzdendir ki hâla yayınlanmamış, gayesini kaybetmiş ve kayıp şeyler dükkanında yerini almıştır belki de, kim bilir ?
"-insanlar kaybetmedikleri şeyleri aramazlar zaten.
-zaten hiç sizin olmamış bir şeyi kaybedemezsiniz.
-bulmak zor değildir. zor olan bulduğunda aradığının o olduğunu anlayabilmektir."
"kayıp şeyler dükkanı" şu radyo tiyatrosundaki evet.
belki kayıp şeyler dükkanı'nın da kaybolduğu zamanlar olmuştur, oluyordur, olacaktır... bu sonsuz hiçlikte hiç hatırlanmadığı, daha doğrusu hatırlanmaya bile ihtiyaç olmadığı kadar karanlık olan bir zaman olacaktır, öyle ki kaybedilen değerli şeylerin hatıralarının silindiği hatta silgi izinin bile var olmadığı zamanlar, bunları tabii yaratan insan kendisi yok olduğunda bir anlamı kalır mıydı ? iki yüz yıl önce yaşanan ve hiçbir yerde kayıt altında olmayan bir hatıra düşünelim mesela, var olabildi mi ? veya bunun bugün bir önemi var mıydı ki ? bana soracak olursanız bir önemi yok, o an yaşanılmalıydı çünkü ve zamanı varken söylenmeli, yapılması gerekenler yapılmalıydı! belki bu emir kipiyle dili kurşun gibi delen bu sözlerin de bir anlamı yoktur, sahi bunun cevabını kim veriyor.
insanlık yok olduktan sonra birisinin cevap vermesinin herhangi bir önemi olacak mı ? veya bu konu üzerine kitapların yazılması, üniversitelerde ve diğer eğitim kurumlarında bunların tartışılması, tartışılmış olması o gün geldiğinde bir önemi olacak mı ? bana soracak olursanız cevabı basit bir hayır olurdu, fakat hâla yaşıyor olduğumdan bunu söylemek belki şuan için aptalca geliyor olabilir bir intihar gibi ve zaman akıp gittikçe tüm bu yaşanılanların, muhatapların ve anıların bulanıklaştığını anımsıyorum, herşey beyhude.
Divane Ettin Aklımı
Taştan taşa vura vura
Aradım can yoldaşımı
Baştan başa sora sora
Kimi yanar kimi söner
Kimi iner kimi biner
Saraylar virana döner
Boştan boşa dura dura
Gir Mahzuni dost bağına
Kar yağmış dostluk bağına
Gençliğim ömrüm çağına
Baştan başa yara yara
open.spotify.com/...