1. kitaptan, paylaşmaya ve ara ara göz atmaya değer bulduğum bazı alıntılar (anahtar kitaplar yayınevi, çev.: nazım güvenç): -- spoiler --


    - elinin altında bulunan ordu nice güçlü olursa olsun bir ülkeye girmek için ora halkının yakınlığına gerek vardır.

    - çünkü iki seçenekten biri: insanları ya okşayacaksın ya tepeleyeceksin; aslında, hafif hakaretlerin öcünü alabilirler ama ağırlarına güçleri yetmez; o yüzden, bir insana yapılacak hakaretin derecesi onun öç almasından korkulmayacak kadar olmalıdır.

    - bir başkasının yükselmesine sebep olan kendi sonunu hazırlar; bunun için ustalık ya da güç kullanmış olabilir; ama her biri de sonradan bu yolla güçlenmiş olana artık dayanamaz hale gelir.

    - özgür yaşamaya alışmış bir kenti kim ki ele geçirir de yıkmaz ise onun tarafından yıkılmayı beklemelidir; çünkü bir başkaldırıda, özgürlük adı ve ayrıca ne geçen zaman uzunluğunun ne de yapılan hiçbir iyiliğin belleklerden silemediği gelenekler ona sığınak olur. ne yaparsan yap, neye girişirsen giriş, eğer o kentin yerlilerini sürmekte, dağıtmakta duraksarsan, asla, ne bu adı ne de bu alışkanlıklarını unutmazlar ve en küçük bir fırsatta bunlara sarılırlar.

    - insanlar hem en her zaman başkalarının açmış oldukları yolu izlerler, taklitle hükümet ederler ama örnek aldıklarının ne bütün yaptıklarını aynen uygulayabilirler, ne de becerisine erişebilirler; onun için, sakıngan kişi her zaman büyük adamların açtıkları yoldan gitmelidir. O halde, en iyileri taklit edecektir ki eğer kendi becerisi biraz kıtsa hiç değilse aslından bir hava verebilsin. Deneyimli okçular öyle yapar. Yaylarının gücünü iyi bildiklerinden hedef çok fazla ırak gözüktüğünde onun daha yukarısına nişan alırlar; oklarını o denli yükseğe eriştirebileceklerinden değil de böyle yükseği nişanlamakla asıl seçtikleri hedefi vurmak için.

    - yeni kurumlar yerleştirmeye girişmekten daha güç, yapması daha tehlikeli ve başarısı daha şüpheli iş yoktur; çünkü yenilikçiye eski düzenin kayırdığı herkes düşman kesilir, o ise yeni düzenin gözeteceklerinde ancak ılımlı savunucular bulur. Bunların ılımlılıkları kısmen, yasaların onlardan yana olduğu hasımlarından korkudan, kısmen de insanlara özgü o doğal şüphecilikten kaynaklanır. Şu sonuç çıkar ki düşmanların, sana saldırmaya fırsat buldukları her seferde partizan hiziplerin hıncıyla davranır; oysa dostlarının gevşekliği savunmadan çok kesinkes fiyasko kapısıdır. Bu noktayı iyi kavramak için yenilikçilerin kendilerini dayatmaya iktidarları var mı yoksa başkasına mı bağlılar bunu incelemek gerekir; bir başka deyişle, girişimlerini başarıya götürmek için dualarına mı güveniyorlar, güçlerine mi? Yalnızca dua gücüyle hareket ediyorlarsa kaçınılmaz bir şekilde yenilgiye mahkûmdurlar; ama eğer güçleri varsa yenilgi çok enderdir. İşte bunun içindir ki tüm silahlı peygamberler muzaffer olmuşlardır; silahsız peygamberler ise elleri böğürlerinde kalmışlardır. Buna bir de halkların değişken yapısını ekleyelim; halkı belirli bir şeye inandırmak kolaysa da onu bu inanışında tutmak güçtür; o yüzden artık inanmaz olduklarında onları zorla inandıracak önlemleri almış olmak gerekir.

    - Kötülük bir seferde bütünüyle yapılmalıdır. Tatmak için ne kadar az zaman olursa o kadar az yaralayıcı olacaktır. İyilik ise daha iyi tadına varılsın diye azar azar yapılmalıdır. Her şeyden önce, bir prens, tebaasına karşı hiçbir iyi ya da kötü sürprizin davranışını bozamayacağı biçimde hareket etmelidir; zira sana ters düşen olaylarla gafil avlandığında kötülüğe başvuramazsın; o sıra iyilik yapmanın ise insana hiçbir yararı dokunmaz, zoraki yapıyorsun sanırlar ve hiçbir şükran duymazlar.

    - demek ki aklını asla savaş talimlerinden çevirmemelidir ve bunları barış zamanı savaş zamanından daha çok uygulamalıdır.

    - Ama yaşanılan biçim ile yaşanılması gereken biçim arasındaki mesafe öylesine büyüktür ki her kim ki olana gözlerini kapar da yalnızca olması gerekeni görür aslında nasıl yaşamasını değil nasıl canından olmasını öğrenir; zira senin tam karşıtın olan oncu inşan arasında her zaman ve her şeyde iyi insan örneği olmak istersen kesinlikle yitip gidersin. Demek ki bir prens tahtını elinde tutmak istiyorsa katı yürekli olmasını bilmeyi öğrenmeli ve gerektiğinde bu sanata başvurmalıdır.

    - sevilmekten çok korkulmak bence çok daha güvenlidir. Çünkü insanlar hakkında genelde şu söylenebilir: Nankör, değişken, içten pazarlıklı, korkak ve çıkarcıdırlar; onlara iyilik ettiğin sürece hepsi seninledir; yukarıda da dediğim gibi, gerekmedikçe kanlarını, mallarını, canlarını ve çocuklarını sana sunarlar ama bir gerekmeye görsün hepsi senden yüz çevirirler. Sadece onların sözüne dayanan prens, başka önlemler almamışsa, ortada kalır ve yok olup gider; çünkü gönül yüceliği ile değil de para gücüyle edinilmiş dostluklar borç alınmıştır kazanılmış değil ve tam da gerektiği zaman kullanılamaz olurlar. Ve insanlar, kendini sevdirmek isteyenden çok korkutmak isteyeni kırmaktan çekinirler; çünkü sevgi bağı şükranla örülmüştür yani insanların kopartmakta duraksamadıkları bir iplikle zira ki kişisel çıkarları söz konusu olduğunda insanlar hainleşirler; ama korku bağı insanları hiç terk etmeyen ceza yemek korkusuyla dokunmuştur.

    - Bir prensin sözüne sadık kalmasının ve düzenbazlıklar yapmak yerine namusluca bir yaşam sürmesinin ne övülesi bir şey olduğunu her kişi anlar. Bununla birlikte zamanımızdaki deneylerle de bellidir ki ancak verdikleri sözü hiçe saymış ve insanların beyinlerini kurnazca uyutmasını bilmiş prensler büyük işler yapmışlardır ve sonunda dürüstlüğü temel almış olanlara üstün gelmişlerdir. ... Bunun içindir ki sakıngan bir bey sözünde durmamalıdır eğer bu duruş kendisine karşı dönecekse ve sözverinin nedenleri ortadan kalkmışsa. Ve eğer insanların tümü iyi kimseler olsalardı yerilesi bir öğüt olurdu bu; ama nasıl ki tümü de küçük adamlardır ve sana verdikleri sözleri tutmazlar, senin de onlara verdiğin sözde durman gerekmez. Ve bir prens hiçbir zaman kaypaklığını şirin göstermek için haklı gerekçeler bulmakta darda kalmamıştır. Günümüzde kaç barışın, kaç sözverinin prenslerin sözlerinin eri olmayışlarından ötürü boşa gittiğini, ve tilkilik etmesini iyi bilenin işlerinin tıkırında gittiğini gösteren sayısız örnek vermek mümkündür. Ama bunu ustaca allayıp, pullamak, göz boyamayı olduğu gibi renk vermemeyi de çok iyi becermek gereklidir. Ve insanların öylesine basitlikleri vardır, ânın gereklerine öylesine kölece boyun eğerler ki aldatıcı kişi her zaman aldatılmaya hazır birini bulacaktır.

    - Daha iyisi, iddia ediyorum ki, eğer bunlara sahip olsa ve her zaman uysa idi kendi zararlı çıkardı; ama sahipmiş gibi yapması kendisine yararlı olur. Böylece iyi yürekli, sadık, insancıl, namuslu, dindar görünebilirsin ve gerçekte olabilirsin de ama o zaman zihnini öyle ayarlamalısın ki eğer olmaman gerekiyorsa tam tersini yapabilmelisin. Ve ayrıca belirtmek gerekir ki bir prens, hele yeni prens olmuş biri anlamalıdır ki insanları övgüye değer kılan tüm bu şeyleri yerine getiremez çünkü devleti elinde tutmak için sık sık verdiği söze karşı, iyilikseverliğe karşı, insanlığa karşı, dine karşı davranmak zorunda kalır. Bu yüzden talihin rüzgârlarına göre, durumların değişmelerine göre, dönmeye hazır bir zihne sahip olmalıdır, ve daha önce de dedim ya, elverirse iyilikten uzaklaşmasın ama gerekiyorsa kötülüğü seçmesini bilsin.

    - Prens, hoppa, kaypak, kadınsı, mızmız, kararsız gözükerek kendisinin horgörülmesine yol açar: bu, bir prensin vebadan kaçar gibi kaçınması gereken bir şeydir. Hareketlerinde büyüklük, ciddiyet, ağırbaşlılık, karakter gücü gözükmesi için kafasını kullanmalıdır. Tebaasının özel işlerini yargılaması gerektiğinde, vereceği yargının geri çevrilemez olmasını şart koşmalıdır; ve kimsenin ne şekilde olursa olsun kendisini aldatamayacağı kanaatini doğurmalıdır.

    - prensler pis işleri başkasının sırtına yüklemeli ve iyi işleri kendileri üstlenmelidir. ve yine sonuç olarak derim ki prens elbette büyüklere dikkat etmelidir ama zayıfların kalbini kazanmaya da bakmalıdır.

    - Yabancılardan çok kendi halkından korkan prens kale yaptırmalıdır; ama halktan çok yabancılardan korkuyorsa ona boşvermelidir. Francesco Sforza’nın, Milano’da yaptırdığı şato, bu aileye devletteki tüm başka karışıklıklardan daha fazla zarar vermiştir ve verecektir. En iyi kale halkın nefretini çekmemektir; çünkü halk senden nefret ederse yaptırdığın kale seni kurtarmaz; zira halk bir kez silaha sarıldı mı ona yardıma gelecek yabancılar eksik olmaz.

    - dalkavuklardan kendini sakınmanın bir tek yolu vardır o da çevrene sana hakikati söylemelerinden incinmeyeceğini anlatmaktır; ama, eğer herkesin sana hakikati söylemek izni olursa, saygıda kusur edebilirler. Onun için akıllı bir prens bir üçüncü yol tutmalı ve çevresinden bilge adamlar seçerek yalnız onlara, ve bir tek kendi istediği konularda, başkalarında değil, özgürce konuşmak ve hakikati dile getirmek izni vermelidir; her şeyden haberli olmalı ve onların da görüşlerini almalıdır; ama sonra kendi kafasına göre düşünüp kararını vermelidir; bu danışmanlar onun davranışından algılayacaklardır ki ne kadar açık yüreklilikle konuşurlarsa prensin o kadar çok hoşuna gideceklerdir.

    - bu işler başka türlü yürümez; çünkü insanlar eğer onları iyi olmaya zorlayan bir gereklilik yoksa sonunda hep sana kötü hizmet ederler. bundan ötürü sonuç olarak diyorum ki iyi öğütler kimden gelirse gelsin her zaman prensin sağduyusunun eseridir yoksa prensin sağduyusu iyi öğütlerin değil.

    - O halde, sonuç olarak diyorum ki talih değiştikçe insanlar da davranış tarzlarında inat etmeyip koşullara uyum sağlarlarsa mutlu olurlar, uyum bozulursa mutsuz olurlar. Kanımca atılgan olmak sakıngan olmaktan daha iyidir çünkü talih dişidir; ve ona egemen olmak için sert davranmak ve dövmek gerekir. Soğuk hesapçılardan çok böyle davrananlara kendini daha bir gönüllü teslim eder; yine bunun içindir ki dişi tabiatından ötürü talih gençlerin dostudur çünkü onlar daha az sakıngan, daha serttirler ve daha büyük bir cesaretle ona hükmederler.



    -- spoiler --

    #269479 elhukmidiyalektik | 3 yıl önce
    0kitap