1. Duyularını açar ve tetikte tutar insanı, belkide ölüme en yakın olduğu andır o soğuk. Nadir yaşansada soğukla ilgili anılarım hep canlıdır, hissettiklerim hatrıma düşen zamanlarda o anki kadar gerçektir.

    Kaynaklar
    Kaynaklar

    Bir buçuk iki sene önce Ocak ayında sanırım, kafam esmişti bir akşam çadır tulum mat toplayıp sabahın yedisinde çıktım yola buca, hasanağa parkının önünde beklemeye başladım kaynaklar dolmuşunu. Parmak uçlarım hafiften uyuşmuştu, atladım dolmuşun arka uzun koltuğuna solumda sırt çantası sağımda tulum, su. Tınaztepeden çıktık daha önceleri geçmediğim köylerden yolcular aldık, çakıl taşlarının tekerin altın ezilmesini güneşin camdaki tozu parlatmasını izledim. Bir anne kız sanırım, mezarlıklarda indi devam ettik, şehrin egzoz dumanları yerini köylerin tezek ve baca dumanlarına bırakıyordu ilerledikçe.

    Yola çıktığım günün gecesi sabahıyla bağlanmıştı bir iki saat uyudum uyumadım, gözlerimden yorgunluk akıyor aynı zamanda şehirden uzaklaşıp doğanın kalbine doğru ilerlemenin verdiği heyecan, adrenalin artık neyse diri tutuyordu.

    Şöfor seslendi son durak, kaynaklara ilk adımını attım çanta biraz ağırca olacak kendi bedenime başka bir beden bağlamış gibi bir ağırlık çöktü sırtıma, köy meydanına doğru yürüdüm, büyükçe bir çınar ağacı sanıyorum kahvenin yanında birkaç insan oturuyor, buranın yabancısı gibi göz göze geliyoruz sonra çantayı falan bırakıp bi sandalye çektim, tertemiz havayı soludum, bir çay içtim aldım çantamı yeniden. Köyün yukarısına kamp alanına doğru ilerledim, gözlemeci bir teyzeyle tanıştım köyden çıkmadan, küçük butik bir kahvaltı mekanı yapmış evinin avlusunu, torunuyla beraber oturuyordu. Selamlaştık;
    Nereye?
    Tepeye nasipse teyzecim
    Bu soğukta zor olur, bir iki kişi daha gitti dün herhalde.
    Karşılaşırız belki.
    Ayrıldım.

    Taş köprüden geçerken kangal takıldı peşime eşlik etti beş on dakika, kamp alanına ulaştım düzlük, etrafı onlarca ağaç.
    iki uzun dağın kestiği vadiye girdim kamp alanı geride kaldı bir saate yakın yürüdüm, dağlar ve ağaçlar güneşi kestiğinden böyle vadiler açıktan beş on derece düşük olur, Fakat bir süredir yürüdüğümden fazla tesir etmiyordu. Vadide ilerliyorken çakıllı, mıcırlı bir dönemeç geldi, yol ayrımı teki vadinin derinliklerine bir diğeri solumda heybetiyle uzanmış dağa çıkıyor. Yolu çalılarla kapatmışlar, elimle hafiften çektim kenara ufak bir aralık açıp geçtim. Yukarı doğru çıkmaya başladım, eğim gittikçe artıyordu.
    Buraları avucunun içi gibi bilen bir arkadaşım, çok güzel tırmanış rotaları olduğundan bahsetti. Hatta buraya dünyanın birçok yerinden gelen varmış dediğine göre.

    Tırmanmaya başladım yukarıya doğru, eğimden düz yürüyemiyor ellerimle kayalıklara tutunarak destek alıyordum, ilerledikçe bitki örtüsü azalmaya kayalar ufalanmaya başladı gittikçe zorlaşıyordu, zirveye daha uzunca bir yol vardı, etrafa gözlemeci teyzenin bahsettiği insanlar için bakınsamda kimseyi göremedim, belirli bir yükseklikten sonra, tırmanış rotaları belirdi çok heybetli babayiğit duruyorlardı biraz korkuttular gözümü ne yalan söyleyeyim.
    Yanımda tırmanış ekipmanı olmadığından zirveye doğru bir daire çizerek ufak uçurumların yanından yavaş yavaş ilerliyordum, bazıları çok kör noktalarda öyle ki yol devam ediyor gibi fakat birden kesiliyor ve birkaç yüz metre aralıklı uçurumlar var. Adrenalinden neredeyse yorgunluğa dair hiçbirşey hissetmiyordum, kafamda sadece zirveye gidip çadırımı kurmak vardı, öğlen güneşi tepeden vuruyordu bir yandan soğuk soğuk esen rüzgar diğer yandan kafa pişiren güneş, tepeye çıkmadan son bir düzlüğe geldim daha doğrusu orman gibi sık ağaçlar var ve açıkta ara ara boş alanlar, tek çıktığım için ve yukarıdan gelebilecek bir hayvana karşı açık hedef olabileceğimden buraya kamp atmak istemedim, birkac dakika dinlemek için oturduysamda daha çok yoruldum yada zaten olan yorğunlugu hissettim sanırım. Üşengeçlik çökmeden yukarıya çeviridim rotamı, ara ara tehlikeli kayalar olsada biraz daha rahatlamıştı fakat küçük diken gibi çalılara takılıyordum sürekli. Tepeye fazla kalmamıştı son bir nefesle tekrar tırmanmaya başladım. Zirveye vardığımda saat iki üç gibiydi. Hemen çantayı attım çadırı kurmak için korunaklı arkamı kayalara verebileceğim bir yer, zirvenin en üstünde bir tarafı uçurum diğer tarafı ağaç börtü böcük biryer buldum tam istediğim gibiydi olası bir durumda hayvanın gelebileceği tek bir yer vardı. Çadırı kurdum, çalılarla etrafını örttüm ateş için yakacak toplamaya başladım. Güneş hafiften batıyordu, börtü böcektenten başka bir ses yok derken dağ keçileri gördüm, bir sürü dağılmış otlanıyorlardı.

    Çadırı uçurumun kenarına kurduğumdan ve keçilerin tehlike hissettiğinde üstüme koşabileceğini düşündüğümden korkmaya başladım, sonra girdik bir yola korkunun ecele faydası yok açtım telefondan cem karaca son ses aldım çalılarımı çadırın yanına. Güneş kaybolmaya ay yükselmeye başlamıştı, daha önce ayı bu kadar parlıyor görmemiştim. Akşam oldu kayalıkların dibine taşları siper edip yaktığım ateş ve ay'dan başka ışık kaynağı yoktu o an. Mangal yaparım diye sucuk falan götürmüştüm yanıma onları yedim kesmedi konserve falan açtım. Saat 11-12 ye geliyordu ateşim sönmeye başladı. Aksilikler olacak ya Belki gece yürürüm diye yanımda getirdiğim kafa feneri çalışmıyordu ateşte söndü elimde ışık namına telefon feneri yukarıda ise ay vardı.
    Yemeklerden kalan çöpleri bir poşete koyup yüz metre kadar ileri bir yere bıraktım hayvanlar kokuya gelmesin diye. Yapacak birşeyde olmadığından çadıra girdim, üstümde atlet, t-shirt, Kazak, kapişon ve mont vardı, altımda termal içlik ve kargo pantalon, iki kat gün çorap. Çadır mevsimlik çadırdı, kışın bir boka yaramıyordu, yanıma aldığım tulumun içine girdim, eksi 30 derece tuluma rağmen üşüyordum kafama kadar kefen gibi kapattım arada hava girsin diye yüzümü açıyordum.

    Çadırı kurduğum yer kayalık ve sert toprak olduğundan hafifçe eğimliydi, yattığım zaman kan bir tarafta toplanıyor vücudumun yarısını uyuşturuyordu, hiç ama hiç rahat değildi sürekli hareket ediyordum uyuşmamak için en son daha iyice bir konum bulup uyumaya çalışsamda olmadı, bende zaman gecirmek için telefondan PDF olarak indirdiğim berserk mangasını okumaya karar verdim, ayak uçlarım donuyor kalçam ve sırtım uyuşuyor ve belim terliyordu arada sürekli nefes almak için tulumu açıyordum, yukardan vuran ay çadırın üstünde börtü böceklere gölge yapıyordu, saat iki gibi arka taraftaki çalılardan homurdamalar koşuşturma sesleri geliyordu, muhtemelen domuzdu, eğer domuzduysa olabilecek en boktan durumdu çünkü domuzlar genelde sürü olarak gezer çok hızlı koşar çarpıp beni ve çadırı uçurumdan aşağı yuvarlayabilirdi. telefonu ışık yapmasın diye kapattım, Olabildiğince yavaş nefes alıyor, dışardan gelen sesleri dinliyordum. Sesler giderek yaklaşıyordu fakat çadırın etrafını çalılarla kapatmış olmam güvende hissettiriyordu, yaklaşık bir saat sürdü birşeyler yiyorladı sanırım sonra ormanın derinliklerine doğru azalarak bitti homurtular. Sakinliğimi korumak için telefondan birşeyler okumaya çalışıyor odağını başka yöne veriyordum dışardan zil ve köpek sesleri bir tanesi daha baskın ve daha yakından, daha sonra arkadaşımın söylediğine göre bu köpek sahibinin saldığı büyükçe bir kangalmış kendi videolarından falanda gördüğümde bununla karşılaşmadığım için sükretmiştim hehe.

    Tekrar çalı sesleri bu sefer daha küçük bir hayvan çadırın yanına gölgesi vuruyordu, kediden büyük köpekten küçük birşey. Geldi çadırı kokladı etrafında dolaştı beş on dakika, bu sırada nefesimi olabildiğince yavaş alıyorum, normalde kamplara götürdüğüm küçük bir balta var fakat bu sefer yanıma almayı unutmuşum, elimde çakıdan başka kendimi koruyabileceğim birşey olmadığından ölü taklidi yaparak geçirdim bu tür durumları. Saat 4-5 gibi iyice yorgunluk çöktü, inanılmaz derecede berbat bir terraine rağmen sırt ağrısı uyuşuklukla artık birşey olacaksa da olur yani napalim diyerekten uyudum. Sabah 7-8 gibi güneşin kafama vurmasıyla tekrar uyandım, çadırın üstünde hafif kırağı ve yağmurluğunda su birikintileri vardı. Hava biraz yumuşamıştı gecenin soğuğu kendini börtü böceklerin öttüğü tatlı bir sabaha bırakmıştı, kalktım sırtım ve kalçam uyuşmuş şekilde çadırı açtım, inanılmaz güzel bir manzara aşağısı uçurum ve bitişiğindeki vadi, kahvaltı için sandevic kek falan almıştım onları yedim, ozamanlar mentollü sigara yasağı gelmişti şehirde neredeyse hiçbir yerde yokken kaynaklarda bakkalda bulmuş üç paket mentollü kent sigara almıştım, yaktım bı tane Kaya'nın tepesine tırmanıp, aşağılar keşfedilmeyi bekleyen bir heaven gibi süzülsede yorgunluktan bir saat kadar inip bakınmakla yetindim.

    Uzandım kayalıklara, sesleri dinledim doğayı izledim sağa sola bakındım, iki gün kamp ve olur olmadık durumlar için yedek olsun diye üç günlük erzağı bir günde tüketmiştim, kalan iki konserve, yarım sucukla bakıştıktan sonra bitirme kararı aldım. Topladım çadırı piliyi pırtıyı, ileride bıraktığım çöpümü aldım ve yavaştan inmeye başladım, zirvede çıktığım yönü görmeme rağmen kayboldum inerken, kayalar daha da ufalanmış gibi dağ botlarının altından kayıyordu, birkaç uçurumla dip dibe geldim baya dikçe yerler sonradan buralardan çıkmış olmayacağını düşünüp tekrar başladığım noktaya zirveye yakın bir yere geldim, yani ya orman tarafından inecektim ki bu elimde bir alet olmadan asla girmek istemeyeceğim bir durum, yada az önceki uçurumun ordan yani sağa sola bakınsamda başka yol bulamdım, baya dikçe bir yerden uçurumun kenarından sırtımı kayalıklara verip botlarım aşağıda yavaş yavaş indim. Sonunda çıktığım rotanın hatırladığım kısımlarına gelmiştim fakat çıkarken bu kadar dik olduğunu fark etmemiştim, derken bir şekilde vadiye inip yolumu buldum. Ana kamp alanına ulaşınca matı bir yana çantayı bir yana atıp yere uzandım bir sigara yaktım. gözlemeci teyzenin çayını içtim kısa bir muhabbet döndü nasıl geçti vs.
    #268232 isthatnotokey | 3 yıl önce (  3 yıl önce)
    0genel terim