bu başlık kişiye özel bir başlıktır
  1. Dün gece Kızıltoprak'ta hiç tanımadığım bir evde kaldım. Oldum olası ilk defa kaldığım bir yerde, yerimi hep yabancılarım. Kafayı vurduğu gibi uyuyan, her yeri yatak belleyen o insanlardan olamadım maalesef. Herkes odalarına çekildikten sonra, Salonda misafir için ayrılan üçlü koltukta, benden önceki misafirlerin kokusu sinmiş nevresimlerin üstüne attım kendimi. hatırlıyorum da; küçükken uykuya dalmak için bin tane koyun saymaya çalışırdım. yarısına gelemeden atılırdım çocukluğumun serin uykularına... oysa şimdi büyümüş ve kuzu'larımı yitirmiştim.

    Kızıltoprak denilince aklıma ilk gelen şey; Nilgün Marmara ve onun "Daktiloya çekilmemiş şiirleri" oluyor. Bütün ayrıksılığı ile yaşadığı bu semtteki evinde, şairler toplanır, zamanın ruhu hakkında konuşurlarmış. Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Ece Ayhan, İlhan berk ve daha niceleri... bu şairlerin içerisinde onu en iyi anlayan ve anlatan sivil şair ece ayhan olmuştur bence.

    Şimdi düşünüyorum da; kendini camdan aşağı bıraktığı o kısacık anda, neler gelmişti acaba aklına? Sanırım bunu hiçbir zaman öğrenmek mümkün olmayacak. ama bana kalırsa; mor elbisesi kanlanmadan, vücudu paramparça olmadan önceki o kısacık çizgide, ilk defa ayrıksı olmadığını duyumsamış olabilir miydi? Bedeni zift gibi karanlık asfalta mı çakılmıştı? yoksa Kızıltoprak'ın kızıllığına mı karışmıştı? Eğer öyleyse çok sevinirim Tanrım!

    Cenazede Ece Ayhan'ın, Nilgün Marmara'nın annesinden okul numarasını öğrendiğini okumuştum bir yerlerde. Sonrasında da o meşhur "Meçhul öğrenci anıtı" şiiri peydah olmuştu zaten.

    "Aldırma 128! intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
    her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır
    bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek"

    Birine veda ederken, onu bu kadar içten, güzel ve sahici duygularla anlatabilecek bir dilden yoksunum! Yoksunluk ve yoksulluk arasındaki kavramsal farktan bahsetmeden önce, biz en iyisi en iyi bildiğimiz şeyi yapalım; Aldırmayalım ve 128 tane asfaltlarla barışmamış mor atları sayarken, uyumaya çalışalım.

    ...

    Kızıltoprak'ta sabah oldu. Kendimi bir an önce bir çorbacıya atmak ve ağzımın dünden kalan bol içki ve sigara barındıran tadını değiştirmek istiyordum. Evden çıkabilmek için birinin uyanmasına ihtiyacım vardı. Çünkü kimse uyanmadan evden çıkarsam kendimi hırsız gibi hissedecektim. Bu ucuz ve bayat duygulardan vakit kaybetmeden kurtulmalıyım... Ev sahibi nihayet uyanmıştı. Selamımı iletip, gladyatörler gibi çıktım evden.

    yol kenarında bir çorbacı bulup oturuyorum ve bir kâse mercimek söylüyorum. "Mercimek yok ezo vereyim mi abi" diyor garson.-oysa kendime uzaktan bakabilseydim, seçim yapacak durumda olmadığımı ben bile anlayabilirdim- "Olur getir" diyerek savuşturuyorum garsonu... çorbayı hiç beğenmedim. yarısını bile içemeden, bolca ekmek yiyerek açlığımı bastırmaya çalıştım sadece. Hesabı ödemeye giderken aklıma pırıltı saçan bir fikir geldi: bence insan beğenmediği yemeğin en fazla yarısını ödemeli. Bu çok anarşist fikrimi kasiyer ile paylaşmadan, hesabın tamamını ödeyerek ve içimdeki anarşisti susturarak çıkıyorum çorbacıdan.

    Para çekmem gerektiği aklıma geliyor hemen. Yolun karşısında, cüzdanımdaki beş benzemez kartlardan en az bir tanesine uyacak bankayı gözüme kestiriyorum. Bankaya doğru yürürken aklıma yıllar önce yazdığım kötü bir dize geliyor.

    "Bankaya para çekmeye gidip seni sevmek, diyalektiktir"

    Para çekme işini ve kimseyi sevmemenin diyalektiği üzerindeki fikirlerimi hallettikten sonra, Kalamış'a doğru sürüyorum ayaklarımı. Kalamış parkında bir banka oturup sigara yakıyorum. Uzaklardan bir kediyi yanıma oturması için çağırıyorum. hemen gelip kuruluyor yanıma. bir süre öylece oturduktan sonra kucağıma çıkmak istiyor. İnsanlardan öğrendiği bir davranış olmalı sanırım: her şeyin daha fazlasını istemek! engel olmuyorum kediciğe, çıkıyor kucağıma ama çıkmasıyla şortuma kızıl toprak lekesinin bulaşması bir oluyor. hemen oracıkta affediyorum kediciği. iyi ve ahlaklı bir insan olduğum için değil. yüzünde bir insan suretine rastlamadığım için, yaptığı şeyden pişman olacak kadar kibirli olmadığı için. yani seni sen olduğun için affediyorum kedicik! peki sen?

    ...

    Kızıl toprak lekesi bulaşmış şortumla, sahil boyu yürümeye karar veriyorum. sabahın bu vaktinde sahilde yürümeyeli uzun yıllar olmuştu. ne çok şey kaçırıyoruz aslında ve ne kadar çok, gün doğumlarına haksızlıklar ediyoruz... Etrafımda koşu yapan, yürüyen insanlar, kıçlarındaki o donla nasıl rahat ettiklerini bir türlü anlayamadığım bisikletliler geçiyor. Ama durun! bir şey eksik değil mi? Dün gece de irfan abi "hep eksik, hep eksik, hep eksik..." diye bağırmamış mıydı sahneden?

    normal bir yerde, sabahın bu vaktinde şu yürüdüğüm kadar yolu yürüseydim, en azından bir tane de olsa evsiz birine rastlardım. Şimdi anlıyorum ki; evsiz insanların bir evi olması için çığıran zengin mahallelilerin tek derdi; kendi vasat huzurlarıymış!

    insanlar etrafımdan akmaya devam ederlerken, onlarla bütünleşemediğimi yani bir nevi kaynamamış bir kemiğin, deride yarattığı o huzursuzluğu hissediyorum. evden çıktığımdan beri tekrar edip durduğum turgut uyar dizesi, gelip çarpıyor yüzüme.

    "bir karışsam içlerine bir uysam biraz gülmesem
    ertesi gün kimbilir nasıl yaşarım"

    oysa dün gece karışmamış mıydım içlerine. onlar gibi değil miydim? evet öyleydim! peki o zaman; yürürken altımdan kayan bu asfalt, koşmakla yakalanmayacak şu insanlar, kendimi unuttuğum yeri hatırlayamadığım şu zaman dilimi niye var?

    kabullenmek en iyisi. vazgeçmek zor "ama bir o kadar da güzel"... hüzünlü şarkılar kadar güzel... alıp başımı gitmeliyim. kendimi hatırlamayı öğrenmeliyim. bırakalım sol yanında mutlu olsun o insanlar. başlarını koyabileceği bir omuzları olsun... kapılar kapalı, perdeler çekik, diş fırçaları sakin...biliyorum; o evlerde çaylar hep çift demlik.

    Sabahın bir yerinde, adına kurbağalı dere denen ama hiç kurbağa olmayan derenin yanından geçerken, özlemle kargışlanacağımı bile bile vazgeçiyorum geceden! (Alkışlamak serbest!)

    Aldırma 2239! ocaklardaki Tek demlik çayları, çift demlik yapacak birine rastlanır elbet.

    Bu son satırları yazdıktan sonra "Tanrım Mola" diyebilen bir şairin tüm kitaplarını teker teker okuyacağım. İşte size öldükten sonra kıymeti bilinecek bir şair daha. Elimdeki kitaplarının baskı sayılarını topladığımda, iki elin parmaklarını bile geçmiyor. Okunmak istiyorsan; ya kalemine otosansür bulaşacak ya da en basitinden öleceksin galiba! Seni hatırlayan son kişi de seni unuttuğunda, gerçekten ölmüş olacaksın diye sürebilir bu paragraf -ama sürmeyecek-


    Size dün gece hiç tanımadığım bir evde, hiç tanımadığım insanlarla kaldığımı söylemiş miydim? İçlerinden birini hatırlıyorum galiba. ama üzgünüm, sizi çıkarabilmem mümkün değil. konuşalım ama hiç tanışmayalım.

    zira tanışırsak bozuşuruz diye ilerleyebilir bu hikaye -ama ilerlemeyecek!-


    bostancı sahil - 26.09.2021




    #267662 maverick | 3 yıl önce (  3 yıl önce)
    0kişiye özel