1871’de doğmuş bir Stoney kızılderilisi, Yürüyen Boğa diye de bilinen Tatanga Mani, 87 yaşında kızılderililerin temsilcisi sıfatıyla Kanada tarafından bir dünya turuna çıkarılır.
Tatanga Mani Londra’da yaptığı konuşmasında kızılderililerin doğa ile olan ilişkisinden şöyle bahseder: “Dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir. Şehirlerdeki yaşam yapay bir hayattır. Şehirlerde insanlar ayaklarının altında toprağı hissedemiyor doğa ile bağ kuramıyor, saksıdakiler dışında bitkilerin büyümesine şahitlik edemiyor, gökyüzündeki yıldızları bile caddelerdeki ışıklardan dolayı göremiyorlar.”
Asıl sorun, sizin dinlememeniz, doğayı, ağaçları..
Biz ağaçlara zarar vermek istemeyiz. Ne zaman onları kesmemiz gerekse, önce onlara tütün ikram ederiz. Odunu asla ziyan etmeyiz, lazım olduğu kadar keser, kestiğimizin hepsini kullanırız. Eğer onların hislerini düşünmez ve kesmeden önce tütün ikram etmezsek, ormanın diğer bütün ağaçları gözyaşı dökecektir, bu da bizim kalbimizi yaralar.
hepimizin aşina olduğu "son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda..." diye başlayan kızılderili sözünde de doğanın önemini anlatmaya çalışan, bu güzelliği yaşamış kızılderili halkı ağaca önem veren ilk halk değildi elbette.
geçmiş güzel günlere (işte ne bileyim 50, 60 bin yıl önce falan) baktığımızda şaman yaşamın da en önemli unsurlarındandır ağaç. bir yaratan olduğuna ve bu yaratanın dünya üzerindeki suretinin doğa olduğuna inanmışlar ve bu sebeple doğaya, özellikle ağaçlara ve ormanlara çok önem vermişlerdir.
korunma amaçlı tahtaya vurma adeti de eski bir şaman ritüeli olup zaman içinde değişiklikler göstererek günümüze kadar ulaşmıştır. avlanma veya farklı sebeplerle ormana girmeden önce, ormandan evine girmek için izin isteyerek yakındaki bir ağacın gövdesine üç defa tıklamışlardır. amaç hem bir çeşit izin alma, hem de karşılaşabileceği tehlikelere karşı bir korunma büyüsü yapmaktır.
zaman ilerledikçe günümüz modern tek tanrılı dinlerinde de her zaman kıymetli olmaya devam etmiştir ağaç. şu linkte bir yazarın, islam kültürü içerisindeki ağaca karşı bakış açısını da görebilirsiniz; www.haberturk.com/...
şurada ise yine diyanetin islam ansiklopedisinde ağacın tüm dinlerdeki etkisi üzerine bir kısa yazı bulabilirsiniz. islamansiklopedisi.org.tr/...
budizm içinde yer alan bir çok kıymetli ağaç var ve en önemlisi de bodhi ağacı... tr.wikipedia.org/...
tarih ve din tarihi açısından ağaca, hiçbir derinliği olmadan, kısaca bir göz gezdirmiş olduk. ayrıca türk mitolojisinde de çok sağlam bir yeri vardır ağacın. cembotanic.com.tr/...
aynı şekilde çin mitolojisinde de ağacın yeri çok özeldir. türk ve çin mitolojisinde ağaç kültü çok sık karşılaştırılan bir konu olmuştur. dergipark.org.tr/...
evet sevgili dostlar; rüzgarlı günlerde yaprak hışırtılarıyla sakinleştiğimiz, yağmur yağdığında nefis kokusunu çektiğimiz, sırtımızı dayayıp gölgesinde uyukladığımız, toprak ananın canı, gezegenimizin kanı, akciğerleri olan bu, görsel olarak da muhteşem varlıklara bazı mahlukların bakış açısı ne oldu da değişti?
dinse din, batıl inanışsa batıl inanış, hepsinin temelinde var ağaca olan özen ve önem... nerede koptu tüm bu hassasiyet? gün içinde aklıma geldikçe ağladığım yangınların acısıyla sorguluyorum her şeyi. hepimizin çaresizliği, bakışı, acısı benzer, biliyorum...
şimdi bu kafatasının içerisinde açık çayla ıslatılmış ekmek taşıyan organizmalara baktığımızda ne görüyoruz? bu nedir, bu nasıl bir şey, nasıl bir iç güdüdür? bundan 60 bin yıl önce adam ormana girerken izin isterken, hem de bilimsel anlamda ağacın ne kadar önemli olduğunu hiç bilmeden, ama asgari tecrübeyle meyve veren, koruyan bir varlık olduğunu bilerek saygı duyarken, bu organizmanın mevcudiyetinin amacı nedir?
nokta soruya geldim. mevcudiyetinin sebebi nedir? niye yapmıştır sorusunu geçiyorum izninizle.
diyeceğim o ki, hepsi evrime müdahale ettiğimiz için oldu. bu sonuna kadar savunacağım fikrimdir.
evrim içerisinde, en basit tanımıyla bildiğiniz gibi güçsüz olanlar, ayak uyduramayanlar, kendini koruyamayanlar vs ölür. kalanlar gelişerek devam eder. e kardeşim, sen evrime müdahale eder, normalde doğada kendini doyuramayacak, savunamayacak adamı asgari şartta besler, dört duvar arasına koyup, korursan olacağı bu. normalde bu karakterler binlerce yıl önce aslanın kaplanın kapacağı adamlardı, soyunu sürdüremeyecek ölüp gidecekti.
eşit misin sen onunla, evdeki saksı çiçeğiyle konuşan, benim gibi ağaçlara sarılan sevgili dostlar, biliyorum bunu okuyan birçok arkadaşım benimle aynı hislerle bakıyor bitkilere, ağaçalara... eşit miyiz bu adamla? birçok kurumda, birçok bakış açısında asgari şartlarda eşitiz kağıt üstünde biliyorum, ama hiç değilse doğa ana karşısında eşit miyiz?
aynı gökyüzünü hak ediyor muyuz, aynı toprağı, o toprakta yetişmiş havucu hak ediyor muyuz? verdiğimizi alıyoruz doğadan. bu yukarıdaki organizmalarla yaşarken sadece onların yapacağı etkilerin süresini uzatıyoruz o kadar.. biz on dikkat ederken adam gözünün ucuyla bakmıyor.
hiçbirinin bende o yanmış ağaç kadar değeri yok. ufacık kuru dalı kadar bile...