kişinin yetiştiği ortamda zuhur eden bir hastalıktır. düşünce akımı kesinlikle değildir. tedavi edilebilir ancak çok zor.
şimdiye kadar toplam 5 kıtada, 9 ülkede yaşamış, yabancı bir ülkede çıkan iç savaşın ortasında kala kalmış biri olarak diyebilirim ki insanlar aynılar. genel olarak kötüler. her yerde eşit oranda kötüler. eşit oranda "farklı" olana tahammülsüzler. eşit oranda hilekarlar. bir rus, bir türk'ten, bir kanadalı bir mozambikli'den ne daha az, ne daha fazla kötü. insan ırkından pek haz ettiğim söylenemez.
insanlar teoride denkler ancak, hiçbiri eşit şartlara sahip değil. aynı ülkede, aynı şehirde, aynı köyde bile değilken farklı farklı coğrafyalarda eşit şartlara sahip olması düşünülemez bile.
kişinin yetiştiği kültür fazlasıyla önemli. batı toplumlarında yetişmiş birinin orta doğu'da yetişmiş bir kisiyle aynı dili konuşabilmesi çok zor. denk hayat görüşlerine sahip olma ihtimali düşük. dolayısıyla kimse kendi ülkesinde mülteci istemiyor. çünku hiç istemediği halde ülkesini terk eden mülteciler gittiklere topluma, eğer eğitimli değillerse entegre olamıyorlar. kanada gibi batı ülkelerinin 3. dünya ülkesi olarak nitelendirilen ülkelerden kalifiye göçmen almasının tek sebebi eğitimli kişilerin topluma tam olarak entergre olamasa bile gündelik hayatta çoğunluğun huzurunu bozmadan yaşayıp, çalışıp vergisini vereceğini bilmesi.
insanlığın ortak bir kültürü, ortak değer yargıları olmadığı sürece bu hastalığın kökü kurumaz. hele ki insanlar bir gruba ait olma eğilimi içinde olduğu sürece en kolay "öteki" ilan edilecek kişi zaten bir cehennemden kaçıp gelen mülteciler olmaya devam edecekler. her gün akdeniz'de batan, denizin soğuk sularında boğulan kişiler var olmaya devam edecek.
türkiye yönetimin mültecilere bakışı ayrıca hastalıklı. ülkeyi mültecilerle doldurulmasının insani bir yanı yok. avrupa'ya karşı bir koz olarak kullanıyorlar. kısacası kendim dahil herkesin, bütün devletlerin mültecilere bakış açısından tiksiniyorum. insan olarak malzememiz kötü. dolayısıyla mülteciler de insan ve kötüler. gittikleri toplumdaki insanlar kadar, ne daha az ne daha fazla. onlar kadar kötüler. gittikleri ülkeyi, bulunduklari çevreyi cehenneme çeviriyorlar mı, kesinlikle. mülteci sorunu tek bir yolu olan basit bir denklem değil. uluslar arası arenada ele alınıp bir çözüm getirilebilir. ancak hiçbir ülkenin böyle bir girişimde bulunacağını düşünmüyorum. en çok kılıç yarasına yara bandı takılıyor.
ben lgbtyim, ben orta doğuluyum, ben inançsızım, ben koyu tenliyim. ben göçmenim.
kanada'dan martaval atma diyenler gelmeden, insanların beni tanımıyor olmasına rağmen onlardan gelen nefrete hiç ama hiç yabancı değilim. hic kimsenin haklarına saldırmadığım halde, kimsenin huzurunu bozmadığım halde o ya da bu nedenden ötürü nefret edilen oldum. her yerde, her şekilde ötekiyim. dolayısıyla insanların ne kadar kötü olduğunu hiç bir gruba ait olmadığım için çok daha net görebiliyorum. yeri geliyor biri sevgini kapalı kapılar arkasında yasa diyor, yeri geliyor cehennemde yanacaksın diyor, yeri geliyor başkası ülkemden defol diyor. doğdugum ülkede kendimi sadece kendim olduğum için güvende hissetmiyorum, sebepsiz yere nefret edilen olmak kolay degil. o nefretin direk hedefi olabiliyorum. o nefret aynı, ancak birçok farklı adı var, ırkçılık da onlardan biri. karşımızdakini insan olarak değil, ama şu ama bu olarak gordüğümüz sürece çığ gibi büyüyecek bir hastalık.