kitap hakkındaki düşüncelerimi nasıl toplayacağımı bilemiyorum bu yüzden anlatımımda belirgin bir dağınıklık olursa şimdiden kusura bakmayın dostlar. (benim girdilerimi okuyanlar aslında bilirler ki anlatım dağınıklığı bende bir huy, konuyla ilgisi yok, neyse.)
kitabın ilk 200 sayfasını okumam yaklaşık bir ayımı geri kalanını bitirmem 4 günümü aldı (605 sayfa). bunun nedenini kitabın konusunun, benim asıl merak ettiğim kısımdan çok çok uzaklarda ve gerilerde bir yerden başlamasına bağlıyorum. romanda en hoşuma giden kısım tüm olayların seyri boyunca dönemin güncel konularına (örneğin; wwi , wwii, Kıbrıs hareketı, siyahi ayaklanmaları, vs. vs.), dönemin yaygın akımlarına (hümanizm, sosyalizm, feminizm belki vejeteryanlık ve benim adını profesyonel şekilde anamayacağım için söylemeye teşebbüs etmeyeceğim bazı moda akımları), dönemin kuşağına, kültürüne çok objektif ve samimi bir dille değinilmesi. gerçekten yaşanmışlık dolu bir kitap, hayatı gözümde somutlaştırdı . 70'li yaşlarıma geldiğimde biri bana Middlesex'i sorsa okuduğum bir kitap değil de film olarak bile hatırlayabilirim. kitap çok yavaş başladı, gittikçe sürat kazandı, ivmelendi ve bir trafik kazası kadar hızlı bitti. bitişi beni çok hüzünlendirdi fakat ana karakterin duygusal durgunluğu sanki yazar artık yazmaktan bıkmış da acele bir şekilde bitirmiş gibi hissettirdi. kitabın başından beri kendi hissettiği ya da başkalarının hissettiği şeyleri müthiş bir şekilde anlatan Callie/Cal'ın birden büründüğü bu duygusal farkındalıksız yaşadığı şeylerin travmasının etkisinde olmasından da kaynaklanıyor olabilir. yine de yazarın baştaki marifet mürekkepli kalemi son 30 sayfada bence bayağı bir tükenmişti. bazı şeyleri anladığımdan emin değilim ama spoiler açmaya çok üşendiğim için o konulara deyinmeyeceğim şimdi. sonuç olarak ben kitabı severek okuduğumu, kitabın genel olarak çok samimi bir dili olduğunu ama bir baş yapıttan çok bir "dost kitap" olduğunu söyleyebilirim. dost kitap, sanırım bu kavramı kafamdan uydurdum anlamı bende şu; seni eğlendiriyor, hüzünlendiriyor , sana bir şeyler katıyorsa ama seni derin bunalımlara sokmuyor, hayatla ilgili fark etmediğin bir şeyleri gün yüzüne çıkarmakla uğraşmıyor, anlık da olsa var oluşsal sancılar çektirmiyorsa o dost kitap oluyor.
btw girdiğim bu entry vesilesi ile de belirtmek isterim ki bence artık bir baş yapıt koymak mümkün değil. mümkünse bile dönem yazarlarının bir kitabı baş yapıt yapacak fikirden yoksun olduğunu düşünüyorum. zamanın artık eskisine göre çok hızlı değişmesi, insanların eskisine göre çok fazla şeye maruz kalması bunun nedeni olabilir. artık insanlar o yukarıda bahsettiğim varoluşsal kaygıları çekmeyi bile öğrendiler ve ezberlediler. hatta (belki ben de yapıyorum, kendimi dönemden ayrı tutmadan söylüyorum tüm bunları) her şeyin adı varoluşsal sancı oldu artık. bakın, insanlar bu fikirleri ilk ortaya koyduğunda bu fikirler gerçekten düşünen insanları titretmişti. daha önce kimse bu kaygıları çekmediği için değildi bu, ilk defa tanımlandığı ve o şey bir form kazandığı, tüm heybeti ile insanların karşısında durduğu içindi. şimdi ise varoluşu fark etmek, anlamak bir internet memei . 15 yaşındaki çocuklar tamamen suni yollarla, hızlı bir şekilde öğrendi bunu. bunda bir yanlış yok veya var onu bilemiyorum, kimilerinin 50lerinde ulaştığı farkındalığa 15 yaşında ulaşan bir nesil hayal edin, hayat deneyimi olmadan, daha doğru dürüst bir şey bile hissetmeden tüm hislerin bir hiç olduğunu öğrendiler. şimdi kendilerini sadece çıkarlarına odaklıyorlar. kitap okumak ya da yazmak, düşünce üretmek ya da iletmek için pek çıkarlı bir iş değil, çok zaman ister, çok emek ister.
çok uzattım ne olur eksilemeyin, fikirlerimin yersizliği beni de üzüyor ama yanlış yerlerde çıkmazlarsa asla çıkmıyorlar dışarıya. dün koca bir metin yazıp sildim mesela, gönderemedim. çünkü çok doğru yerdeydi.