doğmadan hemen önce bedeni tam ortadan ikiye bölündü. karnına, başka bir bütünün yarısı eklendi. orada olmayan yarımın konumuyla ilgili hiçbir şey hiç kimseye söylenmedi.
insan doğdu, yaşadı, büyüdü. karnındaki yarım yüzünden kalan herkesten farklı nefes aldığını hiçbir zaman anlamadı çünkü kelimenin tam anlamıyla, o doğduğundan beri böyleydi. ağrı kesiciyle kolayca geçebilen ama tamamıyla hiçbir zaman kaybolmayan bir ağrı gibi huzursuzluğun benliğinde -onun bir parçası olarak- yer ettiğinin farkına varmak hem zor hem de zahmetliydi.
diğer yarımın var olup olmadığıyla ilgili bile bir bilgi yokken, bu huzursuzluğun ismini koymanın imkanı da eşit derecede belirsizdi. basit tabiriyle sürekli bir yerlere çekilme hissiydi bu. koskocaman bir su kütlesinin dibi veya bilinmeyen bir gezegenin arkası olabilirdi söz konusu yer. ayağa kalkamayan biri için iki adım ötesi olabilirdi. göremeyen biri için kırmızı ve mavinin farkı olabilirdi. kimi zaman doğal kimi zamansa son derece yapay engellerden dolayı varılamayacağı belli bir yer olduğuna dair duyulan şüphe, bazı zamanlar dibe vuracaktı. istisna yoktu, geçen zaman geri gelmeyecekti. insan deneyerek veya deneyemeyerek küçülecek, yaşamayı öğrenecek, bir gün bu yarımın varlığını görecekti. bazen uzun süreler unutacaktı bunu, bazense ikide bir hatırlayacaktı.
göz önündeki örneklerden her bahar çiçek açan ağaç ve her gün doğan güneş gibi, o da kendi döngüsüne kapılacaktı. yağmur olup yağacak, yeni baştan gökyüzüne yükselecekti. yeni bir gün, damarlarında dolaşan o yarım parçaların üzerindeki kontrolü kadar iyi geçecekti. denemeyi öğrenecekti.
böylesine bir arayış kimi zaman büyük bir lütuf kimi zamansa çekilmez bir eziyettir.