1. bugüne kadar sözlükte başlığının açılmaması çok şaşırtıcı olan(belki de başlık açıldı ama bir nedenle sözlüğü terk eden bir yazar girdisini de yanında götürmüş olabilir.) ikamet edenlerle günlük olarak ilçede bulunanların sayısının ters orantılı olduğu, istanbul'un avrupa yakası'nda bulunan ilçe. oldukça kozmopolit bir ilçedir. merkezinde(istiklâl caddesi ve civarındaki mahalleler) gayrimüslimler, bohem entelektüeller, türkiye'de çalışan yabancılar, eşcinseller-transseksüeller(son yirmi yılda artan baskı nedeniyle bu kesim, varlığını sürdürmekle beraber başka semtlere taşınmak zorunda kaldı.) yoğunluğu bulunur. kasımpaşa'nın ve sütlüce'nin çok önemli bir bölümünde, fındıklı'nın ise bir kısmında akp'liler, mhp'liler ve fatih ilçesinde yaşayanlara benzeyen tarzda dinci gericiler yaşamaktadır. istisnalar her zaman mümkün. merkezde yaşayan akp'li veya mhp'li, çevrede yaşayan solcu veya liberal insanlar da var tabii.

    bu yıllarda sosyalist solun legal-illegal bütün örgütlerinin burada ilçe örgütleri veya bürosu vardı. illegal örgütlerin doğrudan örgüt binası olmazdı. ama bunların legal örgütlerinin/dergilerinin bürosu olurdu. fakülteden sınıf arkadaşım beyoğlu'nda katledildi. ölüm haberini otopsisini yapan hekim arkadaşımızdan öğrenince inanamamıştık. beyoğlu, kadıköyle beraber o dönemin eylemlerinin merkeziydi. her iki ilçede de büyük eylemler olurdu. ikinci intifada döneminde sosyalist solun filistinle dayanışma için istiklâl caddesinde örgütlediği ortak eyleme polis çok sert müdahale etmişti. 2003'te ırak'a ilk bombanın düştüğü gün yaptığımız eyleme yine polis çok sert müdahale etmişti. polisin müdahalesinden kaçarken yanlışlıkla fatma girik'in arabasının dikiz aynasını kırmıştık. burjuva medyasının muhabirleri hemen gidip bizim aleyhimize bir iki söz duymak için röportaj yapmıştı kendisiyle. kadın bize sahip çıkıp "bu çocuklar devrimci. ne yaptıklarının da farkındalar. benim arabamın dikiz aynasını da bilerek kırmadılar." diyip muhabiri göt etmişti. 2007'de 1 mayıs katliamından otuz yıl sonra ilk defa, meydana girip 1 mayıs işçi bayramını kutlayan birkaç bin kişinin içindeydim. 2008-2009 yıllarındaki büyük çatışmalarda da vardım. 2010-2012 yıllarında zaten 1 mayıs taksim'de kutlandı. üç mitinge de katıldım. haziran direnişinin ilk gününden son gününe kadar hem eylemlerde hem de parktaydım. o zamanki işyerim beyoğlu'ndaydı. işyerini eylemcilerin dinlenme, tuvalet, su, çay, kahve gibi ihtiyaçlarının karşılandığı ikmal merkezine çevirmiştim. haziran direnişinde hayatını veya sağlığını kaybeden birçok mücadele arkadaşımız oldu. buradan hepsine selam olsun! türkiye tarihinin en büyük kendiliğinden direnişine katılmak onurdu. 15-16 haziran büyük işçi direnişi daha proleter karakter taşıyan ve biraz daha "politik" nitelikte bir eylemdi fakat kocaeli'yle ve istanbul'la sınırlıydı ve iki gün sürmüştü. haziran direnişi ise tüm türkiye'ye yayılan(bayburt ve bingöl hariç bütün iller) ve istanbul'da yaklaşık üç ay süren bir eylemler silsilesiydi. haziran direnişini; fetişleştirmeden fakat türkiye tarihindeki önemli yerini teslim ederek değerlendirmek ve dersler çıkarılması gerektiğini düşünüyorum.

    üniversite yıllarımın ilk yarısında beyoğlu, istanbul'un kültür-sanat merkeziydi. bugün de öyle sayılır fakat 'nin çok uzun süre kapalı kalması, tarihi sinemalarının bir bölümünün kapanması diğer bölümünün ise asıllarına uygun olmayan biçimde restore edilmesi, kitabevlerinin kapanması, bunların yerine restoranların ve nargilecilerin açılması gibi gelişmeler nedeniyle kültür-sanat havasının azaldığını söylemek mümkün. fakat ve ortaoyuncular, akm(konser ve tiyatro salonu) ve benliğini yitirmemiş sinemalar hâlâ burada, kimi kitabevi ve yayınevleri için de aynı durum geçerli. pandeminin bitmesinden sonra eskisi kadar olmasa da bu saydıklarım ve diğer kültür-sanat mekanları açıldığında eski havasına bürünecektir. tabii akp'nin kültür-sanat açısından ilçenin çoraklaşmasına yaptığı katkı(!) büyük. fakat buna rağmen akp'nin gerileme eğiliminde olduğunu, beyoğlu'nun ise her on yılda bir olumlu veya olumsuz yönde değişik karakter kazandığını söylemek mümkün. annem 1972-1988 yılları arasında istiklâl caddesi üzerindeki paşabahçe mağazasının(firmanın 1957 yılında açılan ilk mağazası bu arada) üstündeki yönetim ofisinde ayniyat memuru olarak çalıştı. çok küçükken bir iki kez de olsa beni işe götürmüştü. annem '80'lerin sonundakiyle '70'li yıllardaki beyoğlu'nun ilgisinin olmadığını bölgenin iyice bozulduğundan hep bahseder. ben lise yıllarında akm'deki konserlere gitmekle beraber, tüm arkadaşlarım gibi, boş zamanımın büyük bir kısmını evime yakın olan bağdat caddesi civarında ve kadıköy'de geçirirdim. 2000'de üniversiteye başladığımda kadıköy ve beyoğlu hayatımın merkezinde olmaya başladı. hemen hemen her hafta arkadaşlarımla veya tek başıma akm'deki konserlere giderdim. senfonik konserler cuma 19.30, cumartesi 11.00'de olurdu. sevdiğim bir besteci veya eser olduğu hafta iki gün üst üste aynı konsere giderdim. yanlış hatırlamıyorsam perşembeleri opera günüydü. birkaç yıl içerisinde 'nin aida hariç bütün büyük operalarına gitmiştim. aziz nesin sahnesi'nde de başta nâzım'ın "benerci kendini niçin öldürdü?" eserinin olmak üzere birçok oyuna gittim. ses tiyatrosu'nda ortaoyuncuların /'un birçok oyununa da aynı dönemde gittim.

    emek, atlas, alkazar, beyoğlu sinemalarında vizyondaki avrupa "sanat" filmlerine giderdik. nuri bilge ceylan'ın uzak filminden başlayarak bütün filmlerine beyoğlu'nda gittim. istanbul film festivalinin bütün filmleri de beyoğlu'ndaki sinemalarda gösterilirdi. sonradan nişantaşı city's ve kadıköy reks sinemalarında da festival filmleri gösterilmeye başlandı. film festivalinde 2001'de taviani kardeşlerin padre e padrone(babam ve ustam) filmini emek sinemasında izlemiştim. 'nin 1900 filminde ise sadece 4 kişilik balkon bileti kalmıştı. hiç unutmuyorum bilet fiyatı otuz iki milyondu. düşünmeden satın almıştım. kalan üç kişilik yeri satıp satamayacağımı bilmiyordum. biletleri satamama riskini de göze almıştım. o zaman internet hızı çok düşük olduğu için ancak bir iki dakikalık video izlenebiliyordu. videoyu indirmek de dakikalar sürüyordu. film '76 yapımı olduğu için vizyona girme şansı da yoktu. biletleri aldıktan hemen sonra arkamdaki iki kişiye sattım. son bileti de gişede bekleyip filme bilet soran birine satmıştım. film dört saatti ve tek ara verilmişti. gösterim akşam 21.00'de başlayıp 01.00'de bitmişti. film festivallerinde çoğunlukla "ustalara saygı" bölümündeki filmlere giderdim. vittorio de sica, luis bunuel, josep losey gibi yönetmenlerin filmlerinin önemli bir bölümünü toplu olarak izleme fırsatım oldu. sonrasında vcd, dvd ve internetten indirerek sevdiğim yönetmenlerin filmlerini izleyebildim. ayrıca beyoğlu'ndaki yeşilçam sineması birçok eski tarihli ama önemli filmi gösterirdi. oradan da çok faydalanmıştık eskiden.

    kitapçılardan robinson crusoe ve pandora benim için özeldi. ingilizce kitapların türkiye'de az bulunduğu dönemde önemli romanların ve politik kitapların ingilizce baskıları burada olurdu. robinson crusoe kapandı. pandora'nın büyükparmakkapı sokak'ta karşılıklı iki dükkanı vardı. birini kapattı. mephisto da türkçe kitaplar bakımından fena sayılmazdı. ama bunlar da birkaç yıl önce çeşitli bahanelerle işçi kıyımına gitmişlerdi. işçiler de kitabevi önünde direnişe geçmişlerdi. o zamandan beri işçilerle dayanışma için bir daha buradan kitap veya başka bir ürün almadım.

    ben ve arkadaşlarım rock müzik sevmemize rağmen kemancı, roxy gibi barlara gitmezdik. bunda bu barların '90'lı yılların ikinci yarısındaki etkisini kaybetmesinin rolü olsa gerek. james joyce irish pub'a sık sık giderdik. burada cuma ve cumartesi günleri ortalamanın üzerinde rock grupları sahne alırdı. 45'lik isimli bara rock ve metal çaldığı dönemlerde giderdik. sonrasında bize göre garip garip müzikler çalmaya başlayınca gitmeyi bıraktık.

    meyhane ve şarapevi kültürü de beyoğlu'nda oldukça gelişkindi. öğrenci olmamıza rağmen her hafta yakup, refik, imroz, sanat gibi meyhanelere gidip rakı içerdik. galatasaray lisesi'nin karşısındaki büyük britanya başkonsolosluğu'nun sokağında bugün kadıköy'de faaliyet yürüten viktor levi ve pano şarapevleri yan yanaydı. ikisine de giderdik. viktor levi'de yemek yemeyecekseniz ayakta içmek zorundaydınız. bizde de para az olduğundan peynir tabağı vs. gibi şeylerle bolca şarap içerdik ama oturamazdık. şarapevine gide gele stratejik bir masa keşfetmiştik. masa köşede olduğundan burada bulunan ahşap kaplamaya iki kişi oturabiliyordu. oturmak isteyenler de çoğunlukla bu masayı tercih etmezlerdi. erken gidip bu masayı kapardık. bir gün beş altı kişilik arkadaş grubuyla güzel güzel içerken sivasta gericiler tarafından yakılan 'in türkücü oğlu mazlum çimen ve arkadaşları oturacak diye bizi masadan kaldırmışlardı. ortalamanın üstünde bir müzisyen olmasına rağmen hıncımızdan hem adamın sesinin bok gibi olduğunu hem de doğru düzgün bağlama çalamadığına oybirliğiyle karar verip kendisine bolca küfür edip şaraplarımızı bitirip mekanı terk etmiştik. her iki şarapevi 2003'teki el kaide bombalamalarından ağır biçimde etkilendiler. her ikisi de bir süre kapalı kaldı. viktor levi moda'ya taşındı. pano aynı yerde devam ediyor.

    meyhaneler de geçmişe kıyasla pek iyi durumda değil. refik öldü. kısa bir süre sonra aynı yerde başka bir meyhane açıldı. imroz'un önce ermeni mezecisi, bir süre sonra da sahibi yorgo okumuş da öldü. galiba yerine başka bir mekan açılmış. her iki meyhanede de son on yıldır mezeler ve ana yemekler konusunda büyük bir düşüş vardı. bu geleneği, bana göre beyoğlu'nun şu andaki en iyi meyhanesi asmalı cavit sürdürüyor. son yıllarda açılan eleos, duble meze bar vb. modern meyhanelerin(bu da ne boktan bir tabir!) yemek ve mezeler oldukça güzel ama bunlarda klasik meyhane tadı yok.

    beyoğlu'nda öğrencilerin de yemek yiyebileceği birçok güzel lokanta da var/vardı. ev yemekleri için lades, özkonak, helvetia, şahin gibi restoranlar oldukça iyiydi. hacı abdullah çok iyiydi. fakat fiyatları esnaf lokantası değil patron lokantası seviyesinde olduğundan, ancak iki üç ayda bir burada yerdik. favorilerim elbasan tava, kuzu incik ve hünkar beğendiydi. bu arada lokantanın sahibi ramazan ayında sokakta yemek yemenin uygun olmadığını savunan iflah olmaz bir dinciydi. ramazan ayında lokantada öğle yemeği servisi olmazdı. kebapçılarda zübeyir, kenan, musa ustam ve umut ön plandaydı. hepsinin adında "ocakbaşı" ibaresi vardı. kebapları çok iyiydi. ama göstere göstere adam kazıklarlardı. cihangir tarafında adana il sınırı da çok iyi kıyma kebabı yapardı. buranın işletmecileri de hem çakal hem de kazıkçıydı. masayı birçok ikramla donatırlar, bunları yeseniz de yemeseniz de adisyona eklerlerdi. biz bu istihbaratla gittiğimiz için masada istemediğimiz mezelerin toplanmasını isterdik. böylece kazıklanmazdık. nizam pide'nin tencere yemekleri, pideleri ve sütlacı güzeldi. ama ortaklarından biri haziran direnişçilerine küfrettiği için kara listeme aldım. hem gitmedim hem de durumu bilen iş arkadaşlarıma durumu ayrıntılı anlatıp onların da gitmemesini sağladım. zaten hepsini ben götürmüştüm buraya. kızılkayalar da bu işletmeye ait bir yerdi. zaten bu büfenin buram buram sarımsak tadı gelen uyduruk ıslak hamburgerini oldum olası sevmediğim içim buraya gitmemek de hiç koymadı. köfteci hüseyin değil istanbul'un türkiye'nin en iyi beş on köftecisi arasına girer. bu işletmenin ilk hali oldukça salaş, yerlerde talaş olan bir dükkanı vardı. sonra aynı sokak içinde iki kez altında bulunduğu bina yıkıldığı için taşınmak zorunda kaldı. sahibi hüseyin öldü(ulan herkes teker teker ölmüş beyoğlunda!). işletmede kredi kartı geçmeye ve coca cola satılmaya başladı. inci pastanesinin profiterolü hep vasattı. ama her türlü poğaçası, ayçöreği harikaydı.

    eski tadı olmasa da gümüşsuyu, cihangir, talimhane, istiklâl caddesi civarında hâlâ hayat var. önümüzdeki yıllarda da daha güzel bir beyoğlu olacağına inancım tam. kimse enseyi karartmasın.
    0ilçe