1. Yazacaklarım ile ilgili konuya dair “en uygun başlık ne olmalı?” diye çok düşündüm ve en doğru tercihin, uzun seneler önce okuduğum bir kitabın Türkçeye çevrilmiş ismi ile açmak olduğuna karar verdim. Şöyle ki;

    (bkz: )
    (bkz: )
    (bkz: )

    Kişisel gelişim zırvalarına hep mesafeli durmuş, basit bir kandırmaca ve tüccarlıktan öte en ufak anlam yüklememiş; insan / toplum psikolojisi üzerine kuramsallaştırılmaya çalışılmış çeşitli görüş ve akademik tavsiyeleri kendince okumaya ve kafa yormaya çalışmış; bu okyanusta bir damla bile olmadığını bilen birisi olarak; başlık altına yazacak olduğum hiçbir şeyin mesleki deneyim / birikim neticesinde değil; uzun yıllar boyunca zihinsel filtrasyonumdan geçen ve tortuların dışında kalan şahsi görüşlerim olduğunu da ifade etmek isterim.

    İnsan beynine dair araştırmalar, çözümlemeler ve öneriler çok uzun yıllardır bilimsel bir zemine konu olmakta ve kısa / orta vadede de net bir şekilde formüle edilemeyeceği gerçeği de ortada. Haliyle çeşitli bilimsel görüşlerden ve farklı perspektiflerden “çözüm önerisi” şeklinde farklı biçimlerde formüle edilmiş terapiler akademik dünyada kendine yer bulmakta.

    Tüm dünyada kabul görmüş ve üzerinde görece fikir birliğine varılmış ‘ni, konu ile ilgilenen kişiler muhakkak duymuşlar ve araştırmışlardır.



    Özet olarak ; insanların duygudurumlarını oluşturan şeylerin, sadece o an düşündükleri şeylerden ibaret olduğunu ve düşüncelerin basit alıştırmalarla yer değiştirilebileceğini; haliyle de duyguları yönetebileceğimiz üzerine kuramsallaştırılmış bir terapi çeşidi / öneriler bütünüdür.

    Kimileri bu tavsiyeler bütününü “pollyannacılık” ‘a indirger; kimileri de “dünyam değişti.” Diyerek dünyayı yeniden keşfetmenin formülü olduğunu iddia eder. Tıp insanı değilim ama bildiğim somut bir gerçek var ki; “tıp biliminde hastaya / kişiye fayda sağlayan şey faydalıdır ve doğru tedavidir.” Tezidir. Yani bizlere “saçma”, “aptalca” , “zaman kaybı” gibi gelen eylemlerde bulunan ve akabinde kendisini daha iyi / sağlıklı hisseden insanlar için yapılan / önerilen şey “iyi” ve “faydalı”dır.

    Lakin konudan sapıp, fazla dağılmadan başlığa ilişki konuya gelmek ve ‘nin “daha mutlu olabilmek” için sunduğu yapay reçeteye (bana göre) kıyasla, “kabul etmek” üzerine formüle edilmiş () kısmına geçmek isterim.

    Psikolojide 3. Akım denen jenerasyonun en önemli isimlerinden klinik psikolog ; bu zamana kadar insanlara önerilen “kötü şeyleri düşünmekten vazgeç” , “kaygılarından kurtul” , “spor yap” , “olumlu düşünmeye çalış” gibi genel kabul görmüş tavsiyeler yerine; ve kararlılıkla üzerine git, yüzleş der ve bunu 6 ilke ile açıklamaya çalışır.

    “Mutluluk nedir?” sorusu üzerine düşündüğümüz zaman, istisnasız 8 milyar insanın her biri farklı tanımlamalar yapacaklardır. İlk insanlar için “mutluluk”, bir ayı tarafından öldürülmeden bitirilen bir gün olabilirken; günümüz insanına göre “ekolojik denge”' nin sağlanması olabilir. Kimisi için tuttuğu takımın aldığı 3 puan olabilirken, bir başkası için o günlük yevmiyesini alabilmesidir gibi.

    Esasen tüm bilim insanları, insan zihninin evrimini henüz tamamlamadığını ve günümüzde bile beyin aygıtının bu ilkel güdülerle birlikte fiziki tepkimelere yön verdiğini savunur. İlkel çağda insanlar için öldürülmemek birincil amaç olmakla beraber, gruptan ayrıldığı takdirde bir ayı tarafından öldürülme olasılığının artacağı da insan zihnine kodlanmıştır.

    Modern çağda dahi bizlere öğreti olarak sunulan “Sürüden ayrılanı kurt kapar.” Söylemini bildiniz değil mi ? Sürüden ayrılma, bir gruba dahil ve ait ol gibi bilinçaltı kodlamalarıyla beraber “özgüven eksikliği” / “düşük benlik saygısı” gibi bozuk kişilik profil durumlarından mustarip bir şekilde yaşamına devam ediyor insanoğlu.

    Sürüden ayrılmamak ve grubun dışına itilmemek, haliyle de bin sene öncesinde hayatta kalmak için, bugün ise “hor görülmemek” / “yalnız kalmamak” adına zoraki bir uyum sağlama / diğerleri gibi gözükme / diğerleri gibi düşünme gibi zorunluluklar altında binlerce yıl öncesinden kalma kodlamalar ile mensup / biatçı bir yaşam alanına hapsediyoruz kendimizi.

    Kim söyledi hatırlamıyorum ama reddedilemeyecek ölçüde gerçek bir tespit var : “Genç bir kızı mutsuz etmek istiyorsanız, ona moda dergisi göstermeniz yeterli olacaktır.” Şeklinde. Hangimiz itiraz edebiliriz ki ? Hemen her iletişim kanalından genç kızların üzerine mutlu insan profili olarak; makyajlı, kollajen katkılı dijital müdahaleler ve photoshop uygulamaları ile rol model olarak gösterilen ve mutluluğun salt bu sebeplerle elde edilebileceğini zihinlerine istem dışı olarak kodlayan bir prototip sunuluyor. Sonuç itibariyle her insan, mutlu olabilmek için bir başkası gibi görünmek, düşünmek, gülmek, vs., zorundaymış gibi hissediyor. Ve bunun gerçekleşmeyeceğini bilerek.

    Erkek berberlerinde fotoğraflar vardır ya hani; ünlü futbolcular, ünlü aktörler falan. “Abi saçımı Ronaldo gibi kes.” Deriz. Ronaldo gibi futbol oynayabilmeyi değil de, kısa yoldan Ronaldo gibi gözükmeyi, özetle Ronaldo olmak isteriz. Zihne görüntü öyle kodlanmıştır çünkü.

    , “hayatın amacı, mutluluk arayışıdır.” Der. Elimize geçiremeyeceğimizi bildiğimiz halde peşinden koştuğumuz bir şey; mutluluk.

    Peki ama “acı” , “üzüntü” , “korku”, “kaygı” gibi duygular en az mutluluk kadar normal duygular ve insan doğasının bir parçası, doğal yaşam sürecinin bir sonucu değil mi ? Neden hep elimizin tersiyle ve yapay yöntemlerle yahut türlü zararlı alışkanlıklar ile (alkol, uyuşturucu, vs.) bu duygulardan kaçıyoruz ? Çünkü "her şey kafada bitiyor." kolaycılığı öğretildi.

    ise konuya farklı bir bilimsel yaklaşım getirip, insanları mutluluk tuzağına düşüren sebepleri 4 başlık altında inceliyor;

    1- Mutluluk, insanoğlunun doğal ve rutin halidir.
    2- Eğer mutlu değilsen, depresyondasındır.
    3- Mutlu olmak için olumsuz duygularını yok etmelisin.
    4- Ne düşündüğünüzü ve ne hissettiğinizi kontrol etmelisiniz.

    Mutlu insanları psikoloji bilimi “sağlıklı” olarak tanımlasa da, mutsuz insanlar da en az mutlu insanlar kadar “sağlıklıdır.” Tezini sunarak, ilk maddeye olan itirazını dile getiriyor Harris. Depresyon, mutsuz olmak değil; nörolojik bir hastalıktır görüşünü de ekliyor. Dolayısıyla kendisini mutsuz hisseden insanların zihnen ve psikolojik sağlık durumları olarak kusurlu değil; mutlu insanlar kadar doğal bir sürecin içinde olduklarını ifade ediyor.

    Özetle; “mutsuz olacağız ve ıstırap çekeceğiz; kaçış yok. Bir kere en önce bunu kabul edin.” diyor. Var mı aksini iddia eden ?

    Yalom da benzeri bir atıfta bulunarak; “kim ister mutsuzluğa sebebiyet veren duygularla yaşamayı?” diye soruyor ve toplumun dikta ettiği “kötü düşünme” , “kötülüğü çağırma”, “sakınan göze çöp batar.” Gibi öğretilerin bilimsel metodolojinin dışında kaldığını; insana ait “kusursuz duygular bütünü.” Gibi bir standardın olmadığını kabul edin diyor.

    3. maddeyi de hemen hepimiz yakinen tanıyoruz esasen. “Kesin ben yanlış düşünmüşümdür.” , “hmm herkes beni suçladığına göre demek ki yanlış yaptım.” , “yok yok, Ahmet hakkımda öyle düşünmemiştir; yanlış anladım sanırım.” Gibi düşünceler tanıdık gelmiştir eminim. Burada devreye giren bdt ‘e itirazlar başlıyor. Zihin okuyarak, karşı tarafın düşüncelerini olumlama çabasını bırak ve kabul et diyor. “olur böyle vakalar.” , “bunların canını sıkmasına izin verme.” , “sakin ol.” Gibi içi boş, kendini kandırmaya yönelik avuntularla mutluluğu yakalayacağını zannetme diye de ilave ediyor tabii.

    Eminim birçoğumuz bazen tüm duygularımızı bir şaltere bağlamayı ve bazı zamanlar şalteri kapatarak tüm olumsuz duygulardan / düşüncelerden kurtulmayı hayal etmiş ve “Alıp başımı gideceğim vallahi.” Sözünü çok duymuşuzdur. Ve bazen bir yabancıya, psikoloğa anlattığımız şeyleri düşünüp “arkadaşlarım şu anlattıklarımı duysalar acaba ne düşünürler?” diye kaygılanırız da çoğu zaman. Demiştik ya ilk başta “bir gruba aidiyet” in bilinçaltındaki kodlaması diye. Ve bunu da çeşitli hissizleştirme yöntemleri ile savurmaya çalışıyoruz. Alkol , uyuşturucu, kumar gibi.

    4. maddeye yönelik temel itiraz ise hemen hepimizin bildiği, yaşadığı örneklemeler üzerinden gerçekleşiyor. “Yarın diyete başlayacağım.” diye kendimize söz verdikten sonra, diyete başlamayıp bir de üzerine her zamankinden daha fazla yemek yiyip, akabinde de daha fazla üzülmemiz ve kendimize kızmamız gibi.


    Parça parça aklıma geldikçe güncelleyeceğim başlığı. Aramızda psikoloji alanında uzman olan veya uzman olmadığı halde çeşitli görüşleri okuyan birçok insan olduğunu biliyorum. Kıymetli görüş ve yorumlarına açık.

    Son olarak da şunu soruyor ;

    Günümüzde sıradan bir orta sınıf vatandaşı, çok da uzun olmayan bir zaman öncesinde yaşayan kraliyet ailesinden daha iyi, daha sağlıklı yaşıyor.
    Ama ?

    Not : Güncellemeler, düzeltmeler, parça parça eklemeler olacaktır. Taslak halinde yazdım.
    #257008 becoolnotfool | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    0kavram, kitap