tarihin en ofsayt organizasyonu. biraz bekledim bu organizasyon hakkında yazmak için tepkileri görmek için. ben yazana kadar da proje durduruldu.
öncelikle bu ligin kurulmasındaki motivasyonları yazalım sırayla:
1 - para
2 - para
3 - para
.
.
.
n - götlük
20 yıl öncesinden başlamak lazım, florentino perez'le. dos galacticos kurarak bu çürümüşlüğün temellerini attı. ilk büyük ihanet sayıldı luis figo'nun barcelona'dan rekor bir transfer ücretiyle real madrid'e transferi. o dönem 56 milyon dolar'a dünyanın en pahalı futbolcusu oldu. sanılanın aksine figo'nun ihaneti değildi. daha önce bir çok oyuncu kulübünü para için değiştirmişti. ancak bir kulüp kendi değerlerine para için ihaneti ilk o gün yaptı.
bu parasal çürümeydi elbet ama organizasyondaki çürüme aslında biraz daha eskiye dayanıyor. olayın içinde bir de türkler var. 1993 yılında şampiyon kulüpler kupası denen organizasyon 8 takımla yapılmaktaydı. sadece şampiyon takımlar ön eleme oynarlar, kalanlar da 8 takımla eleme usulü turnuva yaparlardı. o kupanın algısını kıran galatasaray oldu. ön elemede manchester united'ı deplasmanda 3-3 ve evinde 0-0'lık skorlarla eleyince avrupalılar şunu sordu: manchester yoksa kupanın anlamı ne?
sonra çevirdiler, işi şampiyonlar ligi yaptılar. neden mi? büyük liglerin şampiyonları kesinlikle katılsın diye.
yetmedi 1998'de 24 takımlı bu ligi 36'ya çıkardılar. neden mi? büyük liglerin şampiyon olamayan takımları da katılsın diye.
bu da yetmedi bir kaç sene önce katsayıları değiştirdiler. neden mi? büyük liglerin takımları daha da çok takımı katılsın diye.
hatta bu da yetmedi. asl'nin(avrupa süper ligi'ni bundan sonra asl diye kısaltacağım) kurulduğunun açıklanmasından bir kaç gün önce, yeni şampiyonlar ligi formatı konuşuluyordu. manchester united'ın genel müdürü ed woodward, uefa başkanı aleksander ceferin'e yeni formattan çok mutlu olduğunu söylemiş . bundan 3 gün sonra da asl kuruldu! bu formatta aslında yine büyük kulüplere daha çok para ve imkan vaad ediyordu, yetinmedi pezevenkler...
asl'de bir anda ortaya çıkmadı aslında. 20 yıla yakın geçmişi var bu muhabbetin. ciddi olarak ise son 5-6 yıldır konuşuluyor. yine türkler bir yerden karşımıza çıkıyor. bu garabetin fikir babası ünal aysal!
zaten bu fikri de açtığı kişi andrea agnelli. asl başkan yardımcısı kim? yine agnelli. söylenenlere göre bütün organizasyonu yapan kim? o da agnelli...
biraz da bu garabetin içeriğini anlatayım. 20 takımlı bir organizasyon düşünüyorlar. 15 takım garanti, 5 takım da her sene davet alarak bu lige girecek. ilk önce takımları yazmak lazım:
profilleri dikkatli incelendiğinde bu takımları ortak kılan şey dünyanın en çok para kazanan futbol kulüpleri olmaları. tabi bu seviyede para kazanan ama katılmayı kabul etmeyen bayern münih, paris saint-germain gibi takımlar var. onlara sonra değineceğiz. biz bu işe dahil olan zenginlerle devam edelim. bu yapının temelinde amerikan etkisi çok büyük. özellikle nba tarzı bir yapılanma istenmiş ama euroleague şemasından ileri gidememiş.
zaten euroleague'de ilk başta fiba tarafından kabul görmüyor. ancak avrupa'da basketbolun kültürel tabanının az olması, fiba'nın güçsüz kalması ve o dönem sosyal medyanın da olmayışıyla ertesi sene kabul ettirilmiş. baktığınız zaman garabet bir sistemden öteye gidemiyor. kaldı ki fiba ile yine sürtüşmeler başladı. vakti gelince bu organizasyon da tarihe karışabilir.
peki neden nba veya genel olarak amerika'daki profesyonel sporların organizasyonlarına öykünme hissediyorlar? tabi işin ucunda para var ama bir ayrıntıyı atlamamak lazım. öncelikle avrupa ve amerika'da spor algısı çok farklı. zaten avrupalılar öyle çılgınca tepki verdi ki amerikalılar neden olduğunu anlamadılar. detay şu ki bu takımların çoğunu amerikalılar satın aldı ya da ortak oldular. bu yöneticiler para için her şeyi yapabileceklerini sandılar. ancak şunu ayırt edemediler: amerikalılar için spor eğlenceydi; avrupalılar için spor kültürdü.
bu zenginler daha zenginleşmeye, güçlenmeye insanların gıptayla bakacağını düşündü ama yanıldılar. sistem açık ve net: bu sistem işlese, 15 takım o kadar güçlenecek ki, tek başlarına kendi liglerini bile satın alacak güce erişecekler. başarıyı ve başarısızlığı ödüllendiren bir sistem değil. bu zengin, seçkinler kulübü ne olursa olsun parayı alanlar olacak. düşünsenize, arsenal bugün o kadar rezil futbol oynuyor. avrupa kupalarına dahi gidemiyor bu sıralamayla. west ham united çıkmış aradan, yardırmış üst sıralara gelmiş ama sen zengin diye arsenal gelsin diyorsun... daha da devam edelim garabetlere. florentino perez diyor ki fakir takımlardan aldıkları oyuncularla o kulüpleri de kurtaracaklarmış... antik çağ'da köleliğin tarihini mi okuyoruz, futbolu mu belli değil!
amerikalılara dönmek istiyorum biraz. özellikle nba çerçevesinde bakacak kapalı bir lig var. 30 takım sabit, gelirler eşit paylaşılıyor. ancak bazı şeyleri görmek gerekiyor. öncelikle amerikalılar için spor daha önce de dediğim gibi bir kültür değil, bir eğlence. ingilizce tabirle entertainment. bence eğlenceden biraz daha kapsamlı bir anlamı var çünkü etkinlik anlamını da içeriyor. yani bir amerikan seyircisine izlettirdiğiniz bir spor müsabakası bir etkinlik. onlar oraya güzel bir maç için gidiyor, zaman geçirmek için, heyecanlanmak için ancak değerler için oraya gitmiyor. bu yanlış mı? bence hayır çünkü her toplum kendi iç dinamiklerine sahiptir. bu dinamikler evrensel insan haklarını aşıyorsa, o zaman sorgulanabilir ama toplumların spora bakış açısını yargılayacak değilim. nitekim bu organizasyon, seyircilere bunu vermek üzere kurulu.
avrupa'ya gelelim. avrupa'yı anladıkça neden amerikan versiyonlarının tutmayacağını anlayacağız. avrupa'da başta futbol olmak üzere sporun çok daha büyük bir anlamı var: kültür! albert camus der ki "Dünyaya bir daha gelseydim ve bir tercih şansım olsaydı, yazarlık ve futbolculuk arasından ikincisini seçerdim". bir filozof için bile değerlidir futbol. anlamı çok büyüktür çünkü toplumun her kesiminin erişebileceği ortak bir paydadır. fakirlerin zengini yenebileceği bir şeydir futbol. fakirlerin örgütlenmesidir futbol. fakirlerin heyecanıdır futbol. çalışmak ve ihtiyaçlarını gidermek haricinde hayata yeni bir bakıştır futbol. hayatlarında yaşamak için bir anlamdır futbol. 22 kişinin 1 top peşinde koşturduğu bir şey değildir ama... kavga, gürültü hiç değildir... bunlar içinde var mıdır? vardır ama çayın içine şeker attınız diye bu artık çay değil şeker demiyoruz. futbol da öyle. avrupa'da spor böyledir. green street holigans filmini izleyenler bilir, west ham united'ın derdi milwall maçıdır. ne şampiyonluk, ne başarı, ne de para... bunun doğruluğu tartışılmaz. tartışılabilecek şey doğurduğu sonuçlar olabilir o kadar.
bugün neo liberalizm, büyük bir kültür karşısında ağır bir tokat yemiştir. bu tarihe not düşülmelidir. futbol sadece futbol değildir diye bir laf vardır. bugün bunu yaşadık.
aslında değinmeyi unuttuğum o kadar çok şey var ki, daha da yazarsam küçük bir kitap boyutuna gelebilir. yine de bir kaç görüşü yazmadan edemeyeceğim. marcelo bielsa ve pep guardiola çok güzel noktalara değindiler. her ne kadar sevmesem de pep çok güzel noktalara değinmiş.
pep guardiola: "Açıklama yapılmadan birkaç saat önce Avrupa Süper Ligi'nde olacağımızı öğrendim. Başkan futbolun nereye gittiğine dair daha net konuşabilir ancak durum bizim için rahatsız edici çünkü her şeyi bilmiyoruz. Çaba ve başarı arasında bir ilişki olmadığında spor , spor değildir. Kaybetmen önemli değilse spor değildir. Birçok kez mümkün olduğunca iyi bir yarışma istediğimi söyledim. Takımların zirvede mücadele edip elemelere katılamaması adil değil. Bu noktada UEFA başarısız oldu. Tüm bilgileri açıklığa kavuşturmaları gerekiyor. Bir sonraki adımın ne olduğunu gerçekten netleştirmeleri gerekiyor ve sonra insanlar ne yapacaklarına karar verebilirler. O halde mümkün olduğunca birlikte hareket etmeliyiz. Ama aynı zamanda alaycı olmayın. Herkes kendi adına düşünüyor. UEFA kendileri için düşünüyor."
tabi bu açıklamayı yaparken manchester city televizyonu pep'in konuşmasının yarısında yayını kesti. adamların kendi teknik direktörlerine bile tahammülü yok.
marcelo bielsa: “Ben şaşırmadım. Neden şaşırıyorsunuz? Zenginler, daha fazla güç kazandıkça başkalarına göre daha fazla ayrıcalık talep etmeye başlarlar. Bu dünyada yaygın olan bir şey, yalnızca futbolda değil. Modern dünya, zenginlerin yoksulların daha da yoksullaşması pahasına güçlenmesi üzerine kurulu. Futbolu sağlıklı kılan şey, güçlünün aşırı büyümesi değil, zayıfın kendini geliştirme ihtimalidir. Her ne kadar kulüplerin finansal sahipleri olsa da futbolun gerçek sahipleri kulübün armasına aşık olanlardır. Onlar olmadan futbol her geçen gün kaybolacak.”
bielsa ise bu açıklamanın üstüne leeds united'ın başında liverpool ile 1-1 berabere kaldı ve onları şampiyonlar ligi potasının altına itti.
şimdilik tepkileri gören bir kaç kulüp yan çizdi. manchester city ayrılırken, chelsea ise durumdan endişe duyduğunu belirtmiş.
ayrıca andrea agnelli ve ed woodward takımlarındaki görevlerden istifa ettiler. yani united ve juventus'un ayrılması da gündemde.
olayların özetini ise tarihe geçecek sözlerle ifade eden bir alman kulüp yöneticisiyle girdimi bitiriyorum:
raphael honingstein : "İtibarlarının tamamen bitme riskini düşününce, Avrupa Süper Ligi'ne katılan kulüplerin engelleri aşmak adına çok parlak fikirlere sahip olması gerekli."
Bir alman kulübünün yöneticisi: "İnsanların beceriksizliğini asla küçümseme."