bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
biraz önce annemin "oğlum kerime teyzeye ulaşamıyoruz." nidasıyla yerimden fırladım. kerime teyze karşı komşumuz, 80li yaşlarının sonunda. iki kızıyla birlikte yaşıyor. kızlarıysa annem bana seslenirken arabayla ulaşması en az yarım saat olan bir yerdeler. aynı katta oturduğumuz diğer iki komşumuz ise karantinada. bu durumda en yakında bizler varız. her neyse defalarca zile basıp, kapıyı yumruklamak da fayda vermeyince kilitlenmeden bırakılmış kapıyı kredi kartıyla açma faslına geçtik. bu esnada annemi ara ara yoklayıp ağlayarak "ulaşabildiniz mi?" diye soran kızları var kerime teyzenin. kapıyı açtıktan sonra ise annem içerde seslenerek ilerlerken birazdan görecek olduğu manzarayla tek başına baş edemeyeceğini sezmiş olsa gerek "sen de gelsene, korkuyorum." diyor. ben önde o arkada evin en ucundaki aralık kapıyı aralıyoruz. karşımızdaki manzara bizi rahatlatmıyor. battaniyelere sarınmış vaziyette kerime teyzeyi buluyoruz. seslenmemle birlikte teyzenin "hoş geldin, oğlum." demesiyle rahat bir nefes alıyoruz. ne olursa olsun vazgeçilemez olan hal hatır sorma ritüelinden sonra nasıl endişelendiğimizi kendisine söylüyor, neler olduğunu anlatıyorum. tabi bu sırada annem telefonda kızlarına müjdeli haberi veriyor kerime teyzenin. olanları duyan ve ağlamaklı olan kızlarını esprili bir dille yatıştıran kerime teyze hepimizin suratındaki gülümsemelerin kaynağı. ama kerime teyzenin yüzüne ve gözlerine baktıkça benim gördüğüm şey etrafında onun ölmesini bekleyen insanlar olduğu bildiği, onu seven ve özleyecek olan insanların.
peki bir insan bu halde nasıl yaşar? ölüme tanıdığı herkesten belki de daha yakınken. ölmesi doğal olarak görülecek yaştayken. ona ulaşılamadığında akıllara ilk ölüm geliyorken. sevdiği insanlar varken. ölüm belki de en çok kendi aklına geliyorken?