bir beyaz yakalı özlemi. bilenler yazmış zaten meseleyi, bir katkı da benden gelsin.
böyle köy, şehir, tavuk içeren tartışmaları yüzümde hep müstehzi bir ifadeyle izlerim. çünkü müstehzi kelimesini ve ifadesini kullanacak fırsatım pek olmuyor. fırsatını yakalayınca kaçırmıyorum.
gel gelelim. bu özlemdeki artışı insanların köyden haberinin olmamasına ve şehirlerin çekilmez ölçüde iğrençleşmesine bağlıyorum. bilhassa hayatta üreme chapter'ına ulaşan canceğizlerim, çocukları organik yumurta ve organik tavuktan aşağısını yesin istemiyorlar. anlatmaya çalışıyorum, "bakın" diyorum, "bir molekülün içinde karbon varsa ve ona hidrojen bağlanmışsa o molekül organiktir, rahat olun yediğiniz/yedirdiğiniz bütün tavuklar organik, gerilmeyin" diyorum. ama nafile. bir köy türküsüdür gidiyor.
şimdi beni pek bilmezsiniz; ama ben bir şeyin içine dalıp o mevzuyu tam bir yaşamadan, çoğu kez de ağzıma burnuma sıçılmadan o konuda ahkâm kesmem. beyaz yakalıların habire hayalini kurup hiçbirini gerçekleştirmedikleri ege'de bir sahil kasabasına taşınmadır, köy hayatıdır, efendime söyleyeyim yaş 30'u geçtikten sonra mevcut mesleği bırakıp sıfırdan kariyer kovalamadır falan, hepsine check atmış bir organizma var karşınızda. çünkü onlar konuşur istenc yapar. çünkü bu kadar insan kırıp dizini oturuyorsa, bunları yapmıyorsa bir bildikleri vardır değil mi, ben neden hepsini tek tek yaptıysam sanki, bok vardı çünkü. neyse bugün bu başlıktaki konumuz köy hayatı. evde denemeyiniz!!!
köyde ekip biçip kendime yetecek bir yaşam kurabilir miyim sorgulamasından sonra, tavuk mavuk konuşup duran şu yavşaklardan benim neyim eksik diyerekten bir gün içeride kendi halinde kim bilir hangi zihni sinir procesiyle meşgul olan kocişime seslendim: "bey bey! kalk köye gidiyoz!" kalktı geldi valla peşimden, benimki de böyle işleri hiç sorgulamaz, "gezme mi varmış gideyim" der. böyle böyle dünya turu attırdım ben buna, hala yerleşik hayata geçemedik. neyse. vurduk gittik köye, istedik hakkımız olan tarlayı, "alın ne bok yerseniz yeyin" deyu verdi anneanne. ben tarla eşeliyordum, eşim odun kırıyordu. tavuklar da gelmişti. biz almamıştık ama doğada serbest gezen tavuklar doğal olarak oluşmuştu obamızda. gözleri organik organik bakıyordu. her taraflarından karbon ve de hidrojen fışkırıyordu. her şey beklenmedik ölçüde iyi gidiyordu. internetimiz dandik de olsa vardı. elektrikle su bir var bir yoktu ama hallediyorduk bir şekilde. geceleri yıldızların altında sekiz yapabiliyorduk, gerçi oralarda ayı varmış, bi daha çok açılamadık korkudan, haberimizi alırdınız zaten aksi takdirde. peki ne oldu da bu cennet tablosu bozuldu. söyleyeyim, köylüler oldu arkadaşlar. köylü denen canlı var ya, ah o köylüler.
bakınız yazının bundan sonrası çok ciddi.
özet olarak köy yaşamıyla ilgili diyebilirim ki:
- fiziksel çalışmaya dayanabilecek kondisyonunuz ve psikolojiniz varsa, (biliyorum ki çoğunuzun yok)
- canınız tatlı değilse, zırt pırt hastalanıp doktorlara taşınmıyorsanız, belim ağrıdı dizim ağrıdı diye mızmızlanmıyorsanız, (biliyorum ki çoğunuz mızmızlanacaksınız)
- sabah ezanıyla uyanıp yatsı ezanıyla yatağa girebilecekseniz, (biliyorum ki çoğunuz sabaha kadar oturup akşama kadar uyumayı tercih edersiniz)
- her an her şeyi yiyememek, giyememek sizin için sorun değilse, (biliyorum ki çoğunuz için sorun)
- çok ekstrem olmayan doğa koşullarına (sıcak, soğuk, güneş, susuzluk, vahşi hayvan, börtü böcek vs) uyum sağlayabilecekseniz, (biliyorum ki çoğunuzun için cevap hayır)
- sık sık su/elektrik kesintisi, yavaş internet mesele değilse, (biliyorum ki çoğunuz için mesele)
- konser, tiyatro gibi sosyal aktiviteler olmadan da yaşayabilecekseniz,
köy hayatı şehir hayatından çok daha kolay ve keyifli. şehir hayatından kastım da elbette mesaili iş, trafik, hava kirliliği vs. şehir hayatının olanaklarını hepiniz bildiğiniz için sıralamıyorum.
ama köyde bir şey var ki, ben gece gündüz egzoz solumaya razıyım dedim: köylüler ve dedikoduları.
burada herkesin gözü diğerinin üzerinde. yaptığın her hareket kayıt altında. yüksek sesle gülmek ya da misafir gittiğin evde çok yemek dedikodu malzemesi olabilir pekala. öyle sabah koşusuna çıkmaya mı kalktın, sabah 5'te? nereye öyle kadın başına? anlatsam bitmez söylenenler. başımda kocam var da olanlar bu, yalnız gitmeye kalksam muhtemelen şimdiye yine haberimi almış olurdunuz, katil olarak geçerdim haberlerde.
bir diğer inanılmaz olan da "bu nasıl sorun olabilir ki" diye şok geçirdiğim konularda kavga çıkması. misal birinin tavuğu ötekinin tarlasından geçmiş. e geçer, tavuk bu. birinin ağacının dalı diğerinin bahçesine sarkmış da ekinine gölge etmiş. ekine gölge olan alanı gördüm arkadaşlar, yarım metrekare. gibi.
topladık tasımızı tarağımızı, organik tavuklar da çekilip gittiler geldikleri yere, biz döndük şehrimize. bir gün köylerde köylü kalmazsa o zaman köye taşınmayı düşünebilirim. o zamana kadar şehir hayatı iyidir.