bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
avizeye bakıyordum, hani şu kristal olana ve küçükken dokunma hayaliyle yanıp tutuştuğum avizeye.
aslında o anı tam olarak hatırlamasam da annemin çekmiş olduğu fotoğraf beni hatırlamaya zorluyor. fotoğrafta dayım beni kucağına almış avizeye dokunmamı sağlıyor. ama fotoğraf bundan daha fazlası. ben o fotoğrafa bakınca küçükken dayıma ne kadar büyük bir rol biçtiğimi, onu çocukça ama çok büyük ama aynı zamanda da dayımın kavrayamayacağı bir şekilde sevdiğimi görüyorum. gerçi hangi yetişkin(!) bir çocuğun sevgisini hakkını vererek anlayabilir ki?!:
bu satırları yazmamı sağlayan şey ise dayımın 4 yaşındaki ikiz çocuklarıydı. daha doğrusu onlarla yaşadıklarım ve olanlara karşı duyarsızlığım. şöyle ki ikizlerle çok iyi anlaştık. bunun sebebi ise çok uzun bir zamandır onlarla yürekten oyun oynayan tek yetişkin(!) olmamdır sanıyorum. onları elbette seviyordum ama bu durup üzerinde düşüneceğim bir şey olmamıştı hiç ve bu sanırım ailevi husumetler dolayısıyla neredeyse hiç görüşmememizden ve onları belki de yıllardır görmememden kaynaklanıyordur -şu duruma bir bakar mısınız, tekrar bir yetişkin(!) gibi konuşmaya başladım. yıllardırmış! ne zamandan beri yıllar geçiren ve bundan öylesine bir şeymiş gibi bahseden biri oldum? hele de bu yıllar, bahsettiğim insanların hayatlarının yarısı kadarıyken. fakat her neyse bu çocuklara karşı hissettiğim asla beni saatler boyunca obsesif bir şekilde bir şeyler yapacak kadar büyük bir sevgi değildi ama bilin bakalım ne oldu? bu ikizlerden huysuz olanı -evet, bu sevgi dolu küçük şeyi böyle tanımladım- benim yokluğumda oturmuş, bir sürü resim çizmiş üstelik bunları bir zarfa koymuş ve ben eve gelir gelmez de bana verip "bu resimleri hep sakla olur mu?" demişti. ve evet sevgili okuyucum acı dolu bir şekilde itiraf ediyorum: bir yetişkin(!) olmuştum.
bu çocukça sevgiyi gereğince idrak edemiyorum. içimde bir şeyler ölmüş ve ben bunu yeni fark ediyorum bu avizeye bakarak. peki soruyorum:
ben çocuk olmaktan ne zaman bu kadar uzaklaştım?