bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
bugünkü konuğum sayın @kaiser soze,
"sanırım anlaşılması zor olmayan sıradan bir insanım. çeyrek yüzyıldır hayattayım. genellikle sesi en az çıkana kulak verip ona ses olmaya çalışıyorum. galiba en güçlü tutkum bu. sürekli kaybeden bir takımı desteklemek gibi fakat holiganca değil. bilmiyorum, belki de anlaşılması zor biriyimdir sana sormak lazım.
bunun dışında çoğunlukla melankolik bir bataklıktan sizlere seslenen yazmayı, anlatmayı çok seven onlarcasından sadece biriyim." dedi. onunla "tanımak ve sıradanlık" hakkında konuştuk. o bana anlattı, bense onun anlattıklarını size anlatacağım şimdi.
"her insan bir dünyadır." başlamak için çok doğru ve devam ettirmesi gerekli duran bir söz. eşsizlik hepimize aldığı ilk nefesle beraber yüklenen bir 'özellik', hayatımızın kalanında eşsiz olacağımız bellidir çünkü. duyduklarımızı taklit ederek konuşmaya, gördüklerimizi taklit ederek yürümeye başlar, vakti geldiğinde okuduklarımızı taklit ederek yazar; aynı dünyada yaşasak da birbirimizden çok farklı insanlar olur çıkarız. "sıradan"ın en sık gördüğümüz, duyduğumuz, yaşadığımız "olağan" şeyler yani "normal"ler tarafından oluşturulmuş bir tanım olduğuna; bu kadar farklı insanın bir araya gelip bu kadar sıradan bir topluluk oluşturmasının garipliğine dikkat etmeyiz.
bu normaller, sıradanlık, taklitlerle başlayan ve süren yaşam, şekillendirdiğimiz kendi dilimiz, hatta bir yandan bazılarımızın inatla "eşsiz" olma çabası... hepsi normale varıyor bir noktada, veya onu amaçlıyor. "herkes kendi alt grubunun normalidir. ya da normal olabileceği bir alt gruba dahil olmaya çalışır."
farklı insanları tanıdıkça ortaya çıkan farklı bakış açıları ve keşfe çıktığınız o farklı dünyalar, sizde yeni kapılar açmayı size yeni şeyler öğretmeyi amaçlamasa da -zaten tanışırken de maksat bu olmamalı- günün sonunda tanıştığınız insanlardan duyduklarınız "sıradan"lıktan çok uzak, "normal"den özünde tamamen farklı ve bunun farkında olduğunuz takdirde fazlasıyla tatmin edicidir.
başkalarını tanırken nefret eder, başkalarını tanırken aşık oluruz. bunlar, sıradanlığın ve normalliğin içindeki herkese beslediğimiz bambaşka duyguların uç örnekleridir. "muhtemelen onun farklı, özel olduğunu hissediyorsundur. bu sebeple sigarasını nasıl tuttuğundan saçını toplarken ne yöne baktığına kadar dikkat edersin. o, farklı olduğu için tanınmaya daha muhtaç gibi gelir." bunu aşık olduğunuz kişiyi 'seçmek' veya kaiser soze'nin tanımıyla "atanmış aşklar" olarak düşünebilirsiniz. burada bir süre sonra o atanmışlık ve "en sevilen" olma statüsü sizden bağımsız bir varlık kazanır ve o noktadan sonra geri dönüş bir hayli zordur.
bunu, kendiniz üzerinden açıklamak daha yerinde olacaktır gibi geliyor bana:
başkalarına kendinizden bahsetmek, kendinizi tanıtmak da en az tam tersindeki kadar çetrefillidir. kendi dünyalarımız ve kendi gözlerimiz, bizim içinde bulunduğumuz her an için birincil süzgecimiz olur. duyduğumuz, gördüğümüz her şey eşsizlik tabanında taklitlerle işlediğimiz ve zamanla bu hale getirdiğimiz özel bir imzayla var olur benliğimizde.
"kendimizi tanımak" da herhangi birini tanımaktan daha zor mudur bilemeyeceğim ama daha kolay olmadığı kesin. taklit edilen şey bir süre sonra sizin taklidinizden bağımsız bir varlık kazanıp kendi kendine var olan yeni bir şey halini alıyor, işte bu noktada geri dönmek de elinizde olmayabilir. kendinizi tanırken de kaiser soze'nin "umarım kendimi tam olarak tanıyamadan ölmem" cümlesinin ardından belki de doğal olan ölümlerin tam da bu anlarda gerçekleştiğini, kendinizi tam olarak o an tanıdığınızı ve kendinizden bağımsız bir varlık kazandığınızı düşünmenin yerinde olabileceğini eklemek isterim. "varlığının farkına varmanın son aşaması yok olabileceğini görebilmek olabilir."
kendimizi tanımanın tamamen kendinizle kalmak ve bir süre yalnızca kendinizi dinlemekle ilgili olan bir kısmı mevcut. bunun imkansızlığının yanında konu "ekransızlığa" geldi. bahsettiklerimiz ekrandan çok sosyal medyayla ilgili olsa da hayatımızın birer yansımalarının onlar olduğu düşüncesi artık onların yansımalarımızın hayatımız olduğuna bağlandı. "kalabalık bir ortamda en çok favı alanın en çok duyulması" gibi, ta en başa ve sıradanlığa dönecek olursam, yine birbirinin normali olan insanların bir araya toplanmasından ve sıradan bir topluluk oluşturmasından bahsetmiş oluruz.
tüm bunları toparladığımızda elde ettiğimiz farkındalıksa bizi, bir hayli zor olan bu süreci daha da zorlaştırmamaya itmeli. iletişim, hem kendimizle hem de karşımızdakiyle -aslında doğrudan veya dolaylı olarak hep kendimizle- anlaşılması ve uygulaması güç bir kavram olsa da, bir şeyi yeterince açıklarsanız mutlaka istediğiniz yere varırsınız.
hepimizin kendi el yazısı kadar eşsiz sözleri -ve varlığıyla, her şeyi- mevcut.
konuşmak ve yeni dünyaları keşfetmek de büyük farklılıkların sıradanlığı gibi:
aslında var ve eşsiz, yalnızca çok normal.