bu başlık kişiye özel bir başlıktır
  1. n'oldu, kulzos kaybetti. çok üzücü. başka bir sözlüğün varlığı herkes tarafından biliniyor, adamlar her yerden sözlüğe yazar topluyor. epey de reklamlarını yaptılar. bu yeni sözlüğün potansiyelini çok yüksek görüyorum ben. çok eksikleri var, buradaki avantajların bazılarından yoksun orası. burayı diğer sözlüklerden ayıran en önemli iki fark, kolay iletişim, kolay geri dönüş alma -yani yorum özelliği- bir de benim şu anda yazdığım yer, herkesin kendi özel sayfası.

    eli biraz kalem tutan herkes sözlüklere saldırdı bu dönem. insanlar evde sıkılıyor. film izle, bir yere kadar, müzik dinle, bir yere kadar, kitap oku, oku, oku, bir yere kadar, çalış, çalış, çalış, bir yere kadar. kendimizi sözlüklere attık resmen. o yüzden böyle arka arkaya, youtube fenomen patlaması, sözlük patlaması........... oldu. düşünüyorum da çok soğuk ve uygunsuz günler dışında, -yaşadığım coğrafya itibariyle- dağ taş yürürdük. sosyalleşme had safhadaydı. sürekli toplantılar, buluşmalar, hep beraber kafa çekmeler...........
    hepsi pandemiyle tarihe karıştı. insan annesine bile sarılamaz, şöyle doya doya öpemez hale geldi. bundan sonra da, -bu pandemi belası tamamen sona erdikten, her şey 'normal'e döndükten sonra da- şimdiki alışkanlıklarımızın bir kısmı değişmeyecekmiş gibi geliyor bana. sanki dünya bir dönemeçten geçti, hiç bir şey bizim doğduğumuz dünyadaki gibi olmayacak bundan sonra.

    çok mu konformistim? zaman makinesi hayalim hep vardı. oysa ben geçmiş çağlarda asla yaşayamayacak biriyim. bazen felaket filmlerini falan izlediğimde hep aklıma gelir. ben o ani felaketten şans eseri kurtulsam bile uzun süre hayatta kalamayacaklardanım. yeni bir diziye başladım. bu aralar dizi izlemek de çok cazip gelmediğinden ağır ilerliyorum. ama ilgimi çekti. hakkında eleştiri aramadan başladığım bir dizi oldu. dark'ın yapımcılarından, başka bir alman yapımı distopya. fena değil. bitirdiğimde yazarım hakkında. öyle bir dünyada hayatta kalanlar: "yok yahu, eğer hayvan yanın insan yanından güçlü değilse, mümkün değil."

    hadi buradan bambaşka bir konuya atlayayım:
    çiçek bakmak ve bir hayvan sahiplenmek. ikisi de zor aslında. neden zor bunca mutlu ederken? çünkü bir yere giderken, -hele uzun süreli- hadi hayvanınızı ne yaptınız ettiniz yanınıza aldınız ama ya çiçekleriniz?
    gibi tek bir saksım yok ki benim. onlarca ve daha da büyüyor. kedimle konuşmayı ne kadar seviyorsam onlarla konuşmayı da o kadar çok seviyorum. alman doktorun; "pandemi sürecinde çiçeklerinizle konuşmanız çok normal ama onlar size cevap vermeye başlarsa haber verin." dediği gibi, onlar bana kendilerince cevap veriyorlar aslında. çiçek açanlar açıyor. bayılıyorum açan çiçeklere. hele sardunyalara. sardunyalar kokmaz, bilirsiniz, aslında kokarlar ama kopardığınızda. işte ben o kokuya bayılıyorum. sardunya kokusu kadar nostaljik bir koku olamaz. onların ölü yapraklarını temizlemeyi bu nedenle çok seviyorum. her temizlik, kolayca geçmişe yolculuk demek. geçmişe özlem duymak.

    geçmişe özlem duymuyorum. hem de hiç. buradan bir arkadaşın söylediği gibi bu özlemi gereksiz de bulmuyorum, yalnızca özlemiyorum; özlediğim şey, geçmişten bazı 'an'lar. aslında bu sayfa o 'an'ların bazılarını yazıya geçirmek için iyi bir yer ve yol.

    şimdi geçmişteyim: uzun, sıcak bir yaz gecesi, beyaz badanalı bir oda. içerisi kalabalık. evde kocaman pencereler var, ardına kadar açık, önlerinde büyükçe bir saksı konacak kadar geniş boşluklar. dışardan hafifi bir esinti geliyor. ve bütün seslerin birbirine karıştığı o anda, bastırıveren uyku. nasıl karşı konulamaz, nasıl baskın. o ufaklığı pencere boşluğundan düşmeden alıp, yatağına yatıranın belirsizliği. (çünkü bunlar hiç konuşulmaz.) uzun süredir uyuyamama derdinden muzdarip ben kişisinin 'mutlu ve derin uyku' sözünden anladığı bu. bir tane daha var aslında. o çok daha sonra. yine kalabalık. ortada yenilen yemeğin bittiği bir sofra var. sofrayı kaldırmaya yardım etmem gerek, biliyorum. sonra 'okey' oynanacak, öyle konuşuldu. sonra gözümü açtığımda, oturduğum divanın yanına düşmüş kafam ve ağrıyan boynumla uyanıyorum. gece bitmiş. sofra çoktan kalkmış, kim bilir kaçıncı kez okeylere dönülmüş, herkes ayaklanmış gitmek için. neredeyse sabah. sonra suçlayan bakışlar görüyorum. bu seferki mutsuz son ne yazık ki. ne zaman düşünsem, ince bir utanç sızısı.
    böylesine dayanılmaz uyku isteğini defalarca kez okuduğum yazılar oldu, izlediğim filmler. ama okuduklarımın ve izlediklerimin çoğu, o uykunun sonunda, uyuyan kişinin gözlerini bir daha açamayacağını anlatıyordu. donarak ölmek sanırım en yumuşak ölüm şekli. ve sevgili . seni yeniden okumak istiyorum. senin dilin nasıl tatlıdır. iyi yazmak hem sözcük dağarcığının zenginliği hem de doğuştan gelen, neredeyse içgüdüsel olan yazma yetisiyle mümkün. hem latife tekin, hem yaşar kemal. uykuyu bile onlardan okumak gerek. ve ölümü. hele ki uykuyla gelen ölümü.

    #245729 hero | 4 yıl önce
    1kişiye özel