fenerbahçe'nin '90'lı yıllardaki vasat sol beki, '20'li yıllardaki vasat teknik direktörü. bu arada hayatımda ilk defa 2020'ler için bu ifadeyi kullandım. benim ve birçok kişi için '20'ler, 1920'ler anlamına geliyor. açıkçası garip hissettim.
erol hoca'ya gelisek. kendisinin futbol bilgisi ve antrenörlüğü hakkında söylenecek çok şey var. bunların önemli bir bölümü yazılı ve görsel basında ve internet mecralarında çokça dile getirildi. ben hoca'nın oldukça az değinilen birkaç özelliği hakkında yazacağım.
ilk özellik hoca'nın iletişim kurmakta zorluk çekmesi. bunun esas nedeni zayıf türkçe değil. çok dalga geçilen, zaman zaman benim de güldüğüm, telaffuz hataları da önemli değil. erol bulut'un genel olarak derdini anlatma problemi var. aynı şey aykut kocaman'da da vardı. aykut'un hatta basın toplantılarını izledikten sonra hiçbir şey anlamazdık. futbolcuları ve takımın oyununu övdü mü eleştirdi mi belli olmazdı. hatta o zamanlar "ulan bu adamın eşinin işi zor. "akşam ne yemek yapayım?" diye sorduğunda köfteden girer platon'dan çıkar kuru fasulyeye geçer oradan aristoteles'e bağlar ıspanakla noktalar. karısı da bu karmaşık cevaplar sonunda "en iyisi ben patlıcan yapayım" der diye dalga geçerdik. iletişim probleminin; oyuncular, futbol şubesi ve yönetimle ilişkiler bakımından problem yarattığını düşünüyorum.
ikinci özellik, yine aykut'la benzer biçimde, sabit fikirli ve inatçı olması, bunun sonucu olarak olağanüstü durumlar haricinde oynattığı sistemden hiç sapmaması. aykut'un yetenekli ama az koşan oyuncu yerine ve çok koşan fakat kazma oyuncu oynatma takıntısı(bizden tolga ciğerci'yi alıp ilk maçta oynatması beni hiç şaşırtmadı açıkçası), mümkün olduğunca top çevirip ilk golü bulduktan sonra savunmaya çekilip skoru koruması veya kontra ataktan goller bulup maçı kazanması dışında bir taktiği uygulamaktan ısrarla kaçınması gibi, erol bulut da takıntılı oyuncu seçimlerinden(valencia, cisse, mert hakan vb.), çok zayıf rakipler hariç topu rakibe bırakıp orta sahadaki baskıyla kapılan toplarla gol aranmasından vazgeçemiyor. 4-2-3-1 dizilişiyle oynama takıntısı olduğu için de iyi oyunculardan çok bu sisteme uygun olan oyuncuları oynatıyor. bunun sonucunda da seyir zevki az, biraz top yapabilen takımların fener'i çok zor duruma soktuğu maçlar izliyoruz. takımın önemli oyuncularının sakat olması yaratıcılık ve baskılı oyun bakımından kabul edilebilir bir durum ama yirmiden fazla maçta izlediğimiz sistemsiz ve kötü futbolun açıklaması yok. ayrıca takıntıları nedeniyle kolay öngörülebilir bir hoca olduğu için, rakip teknik adamlar bize karşı kolay önlem alıyor. gustavo ve pelkas sakatsa her orta sahayı ozan, mert hakan ve sosa olarak kuruyor. sakar ve kötü bir stoper olan lemos'u veya onun iki gömlek üstü tisserand'ı veya caner'i defansif orta saha olarak denemiyor. nasıl olsa kötü oynayıp kazanıyoruz veya kaybediyoruz. bu tür denemelerde bir zarar olmadığı düşüncesindeyim. hatay maçında sakatlanan gustavo yerine samatta'yı almak gibi öngörülemez fakat rakibe yarayan hamleler yapabiliyor.
hoca'nın üçüncü ve en kötü özelliği ise, hatalarından; ders almaması, çok geç dönmesi ve rakip takımlara saygı duymaması. kaybedilen veya kötü oynanıp kazanılan maçlardan sonra yaptığı açıklamalarda ilgili durumun nedenlerine ilişkin neredeyse hiç açıklama yapmayıp, sürekli var sistemi, hakemler, şans vb. dış etkenlere atıf yapıyor. kaybedilen galatasaray maçından sonra, maçın hakiminin fener olduğu, gs'nin maçın önemli bölümünde kapandığını ve kaleye atılan ilk şutun gol olduğunu söyleyerek şans faktörüne atıf yaptı. oysa gs, kötü oynasa da maçın kontrolünü hep elinde tuttu ve samatta'nın ilk yarıdaki kafa şutu dışında fenere pozisyon vermedi. bir de ofsayttan sayılmayan gol var. kötü oynayan gs fener'i neredeyse pozisyon vermeden yeniyorsa demek ki biz daha kötü oynamışız. hoca bu konuda bir açıklama yapmadı. ibfk maçından sonra da erken gelen kırmızı karta atıf yaptı ve ibfk'nin attığı ikinci golünü atan oyuncunun orta yaptığını ama şans nedeniyle gol olduğunu söyledi. maçın tamamında fener'in pozisyonu olmadığını, her zamanki gibi sistemsiz bir biçimde bireysel yeteneğe dayanan bir oyun oynadığını söyleyebiliriz. yalnız bu maç için hoca'nın hakkını da yemeyeyim. kırmızı kart krizi nedeniyle hoca'nın dökülen caner'i oyundan alıp üçlü savunmaya geçmesi, sağ kanada osayi'yi alması ve takıma dinamizm getirmesi yerindeydi. asist yapmasına rağmen cisse'yi uzun süre oyunda tutması, yirmi otuz dakikalık kondisyonu olmasına rağmen mesut'u seksen dakika oynatması, her ne kadar ben de dahil çoğu fenerli sövse de ve oynadığı on beş dakikada saç baş yoldursa da mert hakan'ı, perti çıkan sosa yerine çok geç alması önemli hatalardı. bu sonuncunun nedeni, mert hakan'ın sene başında beri çok kötü oynamasına rağmen sürekli oynatılması ve camianın tepkisini çekmemekti. mert hakan o kadar kötü oynuyor ki(aslında işleyen bir sistemde vasat bir futbolcu) sadık bile orta sahada ondan iyi oynar.
sonuç olarak; taktik zayıflık, sistemsizlik, karizma yoksunluğu ve otorite zayıflığı gibi nedenler yukarıda belirttiğim üç olumsuz özellikle birleşince fenerbahçe bir türlü iyi futbol oynayamıyor. hazırda, anlaşılan genç, sistemi olan ve otoriter bir hoca alınmayacaksa erol bulut sezon sonuna kadar kalmalı. takım sezon sonunda şampiyon olsa dahi, tıpkı görevine son verilen hamza hamzaoğlu gibi, erol hoca'ya teşekkür edilmeli ve yollar ayrılmalı. ligin ilk sekiz sırasındaki takımlar arasında en kötü futbolu oynayan takım fenerbahçe. bu kadar sürede takımın, oyun olarak bırakın ilerlemeyi sürekli geriye gitmesi kabul edilebilecek bir şey değil.
p.s. hoca'nın konuşmasında alman aksanının yanında anlayamadığım bir başka ağız daha vardı ama bir türlü çözemiyordum. biraz daha dikkatli izleyince erol bulut'un bizim ailedeki büyük eniştenin amcaoğlu olduğunu ve eniştenin de of'lu olduğunu hatırlayınca taşlar yerli yerine oturdu. genellemeleri hiç sevmesem de hoca'nın sabit fikirli/inatçı olmasında bunun payı da olabilir.