soru sorması gereken insan. gazeteci soru sormalı, bir olayın peşine düştüyse doğru olarak gözüken bir şeye bile şüpheyle yaklaşmalı, yeri geldiğinde insanları köşeye sıkıştırmalı.
tam olarak kestiremediğim bir güne kadar yukarıdaki tanıma uyan bir gazeteci olmak istiyordum ben de. gazetecilikle olmasa da gazetelerle maceram epey erken başlamıştı. daha 4-5 yaşlarındayken günün gazetesini okuyan babamın yanına oturur, okuduğu şeyleri bana da anlatmasını isterdim. hatta okumayı da bu şekilde öğrendim, babamla birlikte gazete okuyarak. bizimkiler, okuyabildiğimi gördüklerinde çok sevindiler ama ben bu yoğun ilgiden pek hoşlanmadım. inandıramayacağımı bile bile çocuk aklımla "okuyamıyorum işte." dedim. inanmadıklarını biliyorum ama o çocukluk utangaçlığıma bu ilgi fazlaydı. sonrasında ya ben alıştım ya da adımım işe yaramıştı, eskisi kadar baskı hissetmiyordum üstümde. bir de gazeteleri kendi başıma okuyabilsem de babamla birlikte okumak hep daha cazip gelirdi bana. hatta bu birlikte okuma işi bir yerden sonra "baba, bak burayı yanlış yazmışlar"a döndü. babamla birlikte gazetedeki yazım hatalarını bulur, gülüşürdük. sanırım o zamanlardan kalma bir alışkanlık, yanlış yazılmış bir kelime gördüğümde halen gülümserim.
sonraları basın özgürlüğü kavramı yerle bir edilerek cezalar kesilirken, "ana akım medya"da penguen belgeseli yayınlanırken ve bazı gazeteler yalan yanlış haberler yaparak insanları hedef gösterirken aklıma düştü gazeteci olmak. bir şeyler araştırmak, bir olayın peşine düşmek ilgimi çekerdi zaten ama daha önemli olanı insanlara doğruyu aktarmaktı benim için. düzeltilmesi gereken bir şeyler vardı, nemo tek başına düzeltemese de en azından deneyebilirdi.
uzun bir süre sadece okuma aşamasında kaldım. çünkü yazmaktan çok okumak, söylemekten çok dinlemek lazım. bazı günler hepsinde aynı haberi okuyacak olsam da gider 4-5 tane gazete alır gelirdim. haberin içeriğinden çok haberin anlatımı önemliydi benim için. bir de birazcık vicdanım giriyordu devreye. belirli gazetelere reklam ambargosu konulduğu gün gibi ortadaydı. bazıları tam sayfa reklamlarla gazeteyi doldurup taşırırken 16 sayfaya sığabilen gazetelerde reklamlar ya hiç yok ya da çok azdı. bu gibi bir durumda bana göre yapabileceğim en iyi şey okuyabileceğim gazeteleri her gün almaktı. evde o gazetelerin her köşesini okurdum. bugün gazete almıyor olsam da sözlüğe yazılmış girdileri okuma sevdam bundan belki de. çünkü o günlerde okuduğum gazeteler hem bana okuma alışkanlığı kazandırmış hem de yeni bakış açıları edinmemi sağlamıştı.
dört yıl önce bugün, belki gazeteci olma isteğimin tavan yaptığı bir gün. severek takip ettiğim bir haber spikeri, kişisel hesabına attığı tweetler yüzünden bağlı olduğu medya kurumunun tarafsızlık ilkesine aykırı davrandığı gerekçesiyle kapı dışarı edilmişti. üzgündüm, kızgındım ama bunlar çare miydi? o gün bir medya kuruluşu hayali kurdum. kurduğum en detaylı hayaldi ve hatta uğrunda adım attığım ilk hayalimdi. çünkü ben o birkaç günde kendi başıma, 2 tane gazete ilk sayfası hazırlamıştım. bana kaldı o sayfalar, bana kaldı düşündüklerim. uygulamaya geçirmesem de gazetenin içinin tasarımları, hayal ettiğim televizyon kanalının logosu, reklam animasyonları, haber jeneriğini hep kurgulamıştım kafamda. uygulamaya dökecek teknik bilgim yoktu. asla somutlaşmadı, hep kafamın içinde bir yerde dolandı. çünkü ben küçük bir hayalperesttim sadece. bunları somutlaştırabilmek için elimde hiçbir imkan yoktu. hem asla hayalimdeki kadar güzel olamazdı, belki de öyle kalmalıydı.
şu an hayatın çok başka bir yerinde, başka bir şeyler yapabilmek için uğraşıyorum. halen hayatımın bir döneminde gazeteci olmak istiyorum ve biliyorum ki gazetecilik sadece gazetelerde ya da televizyonlarda yapılan bir şey değil artık. zaman ne gösterir bilmiyorum, ben şu an dört yıl önce aklıma bile gelmeyecek bir yerdeyim onu biliyorum sadece.
unutmadan, "bir uyuyup uyanalım, her şey daha güzel olacak, biliyorum."