bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
Her şeyin gelip geçici olduğu hayatta, yalanlardan ibaret olmayan hiç bir şey yok mu yani?..
Ölene kadar sorumlusun gönül bağı kurduğun her şeyden, dedi tilki.
İki gün sonra, gece geç mi geç saatte hazır kahve yaparken, sessizlikte, kahve granüllerinin fısır fısır seslerinin, fincana dökülürken tıpırtılarının hatırlattığı -yine- birden; senden kalan yeti: kahveyi kavanozdan yeterli miktarda dökmek.
diyorum ki: kahveyi kupaya hiç kaşıkla koyar mı bir kadın? kadın dediğin...
Hala Aramadım seni.
hiç bir şıkkı seçmeyeceğim, ‘hiçbiri’ ni işaretleyeceğim kaldırımda yürüyorum bu dünyada, tabi olmuyor, hep takılıyorum. olsun, böyle yürüyeceğim hep biliyorsun.
değişmeyecek.
değişmeyecek sevgimi hissettiğim senin, ıslak bir asfaltın üzerinde yüzünden kanlar akarken kapadığın gözlerini tekrar açmanın, burada, aramızda kalmış olmanın hissettirdiği: -ilk önce- parıldayan bir mutluluk, iyi olmanın verdiği daha mutlu edici ferahlık...
Takvimdeki en sevdiğim günde üstelik...
cam kırıklarının arasında, fırladığın asfaltın üzerinde yanağın yüzüstü yatıyorsun sen.
“ellerimi hareket ettiremediğimde korktum, sırtımda duruyordu biri, parmaklarımı kıpırdatmaya çalıştığımda omzum öyle acıyordu ki birbirlerinden ayıramadım bile, yukarı doğru duran avcumun içi havuzcuk olmuş, ıslaklığı soğuyor, öylece kıpırtısızca duruyor. Diğerini görüyorum rengarenk buğuların arasından, parıl parıl parlıyor etrafı, hafif bir sızı ama parmaklarımı kıpırdatabiliyorum. O kadar. Sonra kokuları karıştırdım, sesler geldi, içim sıcacık oldu, renkler incecik ip gibi oldu. Bitti” dedin çok sonra bana anlatırken. O an bir şey dememiştim sana ama Eğer orada yanında olsaydım eğilip kulağına, hepsi geçecek, güçsüzlük ürpertisi bu sadece, korkma, seninle yine taburenin orada pencerenin önünde kahve içeceğiz, diye fısıldardım şekilsiz sesimle.
O ferahlık kaldırımda çizgilere basmadan yürümemi sağladı geçen günlerde açıkçası. Seni hala aramama sebebim de bu.
Göz açıp kapandığında her şeyin ama mübalağa olarak değil, gerçek, elle tutulabilecek kadar en gerçeklerin bile yok olup yiteceği ve asıl tek “gerçeğin” bu olduğu hayatta, duygular en çok acı verici kısımda kalıyor oran olarak. Sevgini üzerine örttüğün Bir insanı Kaybetme, bu dünyada bir daha olmaması ise en fazla acıtan bölümü. Baş edilemeyecek acı. Unutmak büyük bir armağan, her şeyi unutmak eşsiz bir armağan; bence öyle evrimleşen bir şey olamayacak kadar eşsiz ve bilinçli bir armağan... ama aynı zamanda bir o kadar ironik; baksana, sana verilmiş en büyük hediye tamamen en acıtan şeyleri unutmak üzerine. Ne kadar sürerdi peki o acıyı unutmak? İncecik sızılı ama güzel bir anıya dönüşmen?
İki gün önce yaptığım o kahve, birden, nereden başlayacağımı gösterdi. Seni bana getirdi. Ya da beni sana götürdü. Hemen Sonra, sana, neden sadece mutlu olduğumu, başka da bir şey yok dediğimi anlatmak İçin bu notu yazdım:
‘Günler sonra haberim olması sanırım senin bana yolladığın küçük sinerji armağanı. Duyduğumdaki algılamada güçlük çekmek sen olduğun İçin normal, ama o kulaklarımın birdenbire yanmaya başlayıp uğuldaması üzerimde oluşacak etkiymiş bilmiyordum.
Zaman akar, zaman geçer, üst üste binmiş resimlerin hızla hareket etmesi gibi yaşayıp sıradanlığın sıradanlığında dururken hiç farkına varmadığımız, işte kendini bir kez hatırlatır; içini yerden yere vurur insanın.
Ama şu an sadece mutluyum. Başka da bir şey Yok. Bu yüzden Hala aramadım seni.
Nesnelliği ile şeylerin tanımlamalarını yapabildiğim senden bahsediyorum! Gördüğüm her işaretparmağınabağlanmışhatırlatmaipliğinin ne olduğunu bilmemin anahtarlarından birinden.. Şekil değil varlığıyla gördüğüm. Ben böyle tanımlıyorum seni tanımayanlara olanlardan bahsederken hissettiklerimi.
Çok mutluyum seninle -hala- aynı zaman diliminde olmaktan...
göz açıp kapayıncaya kadar..
önümüzden geçip giden tilki, ben ve tüm kargacıkburgacık hayat partikülleri
hazır kahveden yapılmış sütlükahve içiyoruz
ışık hızıyla aynı yerde
görüşmek
üzere’