1. "", şimdiye dek okuduğum en etkileyici kitaplardan biri ve bir başyapıtı. Yazarın en iyi romanının olduğunu düşünsem de, en çarpıcı olanını kesinlikle Suç ve Ceza olarak görüyorum. Kendimce kitabı anlatmaya çalıştım ancak hikayesinden çok içerdiği düşüncelere odaklandım, bu yüzden henüz okumamış olanlar veya unutmuş olanlar için havada kalan yerler olabilir. Kitabın olay örgüsünü ve karakterlerini az da olsa bilenler için elbette daha fazla şey ifade edecektir. İyi okumalar dilerim.

    çok kabaca kitapta olan:

    -- spoiler --


    kahramanımız raskolnikov, çektiği maddi zorluklardan dolayı daha önce borç aldığı yaşlı bir tefeci kadını öldürmeye karar verir ve bunu yaparken de kendine, "yüce" olduğunu iddia ettiği bir takım gerekçeler üretir. ardından kendisiyle çeşitli felsefi-ruhsal çatışmalara düşer, bu çatışma hali kitabın tamamında sürecektir. "vicdan azabı" da derler ama bence değil. raskolnikov; cinayeti işlerken, polisten kaçınırken, çeşitli planlar kurarken, nihayetinde açığa çıkıp sürgüne giderken ve tüm bu süreçlerde diğer karakterlerle hatta kendiyle iletişim kurarken aynı zamanda düşünmektedir. biz de okuruz.


    -- spoiler --


    (Aslında daha önce kitap topluluğu okuması ile yazdığım bu yazı silinmişti, biraz düzenleme ve birkaç ekleme ile yeniden sözlüğe taşımaya karar verdim.)



    Suç, Ceza ve İnsan Kavramlarının Kitaptaki İlişkisi Üzerine

    Bu kitaptan hep, karakterlerin iç dünyasını ve sıkıntılarını ne kadar güzel betimlediği ile ilgili övgüyle bahsedilir. Kesinlikle katılmakla birlikte eksik olduğunu düşünüyorum. Bana göre Suç ve Ceza, yukarıdaki özelliğinden daha genel olarak, "insanın" ne olduğu ve ne olabileceği üzerine yazılmıştır. Seçtiği konunun bu kadar uç bir konumda yer almasının nedeni de budur. Dostoyevski, ana karakter 'un ağzından; yöneten, gücü elinde tutan, yön veren muktedir güruh ve diğerleri diye insanları ikiye ayırır. Raskolnikov der ki, muktedirler iktidarı almaya cesaret edebildikleri için oradadırlar ve bu yolda kendilerine her türlü özgürlüğü hak görürler. "Suç işleme özgürlüğünü bile mi?". Evet, der Raskolnikov, suç kavramı nedir ki bu üstün insanların yanında? Ama ilginç bir nokta var; burada yargıç da, mahkeme de, cellat da insanın kendisidir. Suç işlemekte bile özgür olduğunuzu varsayın, peki o özgürlüğe "layık" olacak, yani üstün bir insan olduğunuzu kanıtlayacak güce ve cesarete sahip misiniz? Uzanıp o özgürlüğü alabilecek misiniz? Önünüzdeki engeli aşabilecek misiniz? İşte tüm mesele buradan başlar kitapta. der Raskolnikov, onun üstün insanı Napolyon'dur, eğer amaçları uğrunda yaşlı tefeciyi öldürmek zorunda olsaydı bunu yapabilir miydi? Ardından olaylar gelişir tabii... Yukarıda da dediğim gibi, bu kitap insanın ne olduğu ve olabileceği ilgilidir. Raskolnikov'un "üstün" bir insan olup olmadığını -sadece kendisine- kanıtlama çabasından şekillenen bir hikayedir özünde. Fakat kahramanımız ne yazık ki üstün olmaya çalışmanın sırtına yükleyeceği yükün ne denli ağır olacağını öngörememiştir. Okuyanı hayran bırakan ruhsal betimlemeler de zaten buradan doğar.

    nedir? nedir? Kitap boyunca bir yandan da bu sorulara yanıt aranır. Ancak karakterimiz; bir türlü yaptığının suç olduğuna karar, kendi kendine çektirdiği acıya da anlam verememektedir. Öyle ya, "kimseye faydası dokunmayan, yoksulların kanını emen yaşlı bir tefeci kocakarıyı" öldürmekte kötü olan ne vardır? İşin garip yanı, Raskolnikov bunu sadece öfkeyle değil, gerçekten samimi bir bakış açısı ile söylemektedir. Buna net bir cevap vermez kitap. Cezasını çekerken bile Raskolnikov vicdan azabı duymaz cinayeti için. Hatta her şey bittikten sonra Sibirya'da mahkumken bile, intihar edebilecekken, bunu yapmaya imkanı varken gelip "bu budalalara" kendini teslim ettiği için hayıflanır. Dikkat ediniz ki teslim olmak değil burada mevzu bahis, "kendini teslim etmek"; Raskolnikov için her şeyden öte boyun eğmek ve "üstün" bir insan olmadığını görmek demektir. Hatta son sayfalarda, keşke pişman olabilseydim diye acı çektiğini görürüz. Aslında tüm kitap boyunca Raskolnikov'un acı çektiğini görürüz, ama hiçbir zaman cinayet işlediği için değildir bu acı. Paragrafa suç nedir, ceza nedir diye başladım. Kendime göre yanıtlarsam, suç ve ceza; yeri geldiğinde içerebileceği anlamın muğlaklığı ve doğurabileceği sonuçlar nedeniyle, insanın icat ettiği en korkunç kavramlardan ikisidir diyebilirim. Dostoyevski doğrudan böyle yazmamış ama okurken bana böyle hissettirdi.


    Dostoyevski'nin "Erdemli" Karakterleri

    Okurken dikkatimi fazlası ile çeken bir diğer nokta da kitabın üzerine kurgulandığı cinayetle ilgili. Cinayet esnasında öldürülen iki kişi var. Oysa kitapla ilgili anlatımlarda, istemeden ortama gelen ve Raskolnikov'un öldürmek zorunda kaldığı tefecinin kız kardeşi Lizateva'dan hiç bahsedilmiyor. Belki de ben denk gelmedim ama kitabı okuyana kadar kurbanı sadece yaşlı tefeci kadın sanıyordum. Yeri gelmişken Lizateva'ya bir parantez açmak isterim; suskun, garip, sürekli tefeci ablasından zulüm gören yine de sesini çıkarmayan, herkese iyiliği dokunan, sevmeyeni olmayan bir karakter. Dostoyevski'nin hemen her kitabında bulunan erdem abidelerinden biri. Ama kitabın en kritik "sahnesinde" yer alsa da unutulmuş işte. Ben yazarın kasten böyle bir unutulmaya zemin hazırladığını düşünüyorum. Çünkü bu durum kitabın içerisinde de aynı, hatta Raskolnikov da bir yerde aniden onu hatırlayarak; Lizateva'yı da kendisi öldürmüş olmasına rağmen, üstelik cinayet böylesine aklından çıkmazken nasıl olduysa onu unuttuğuna şaşırıyor. Kısa bir an ama bu, sonra yine yok. Sanki Dostoyevski bilerek kaybetmiş onu. Raskolnikov; "aslında baltayı kendime indiriyordum", "ben aslında bir ilkeyi öldürdüm" diye düşünürken bile Lizateva gelmiyor aklına. Bunun nedeni bana göre başta dediğim üstün-sıradan insan ayrımına dayanıyor. Yaşlı tefeci bu ayrıma göre üstün ve muktedirken, Lizateva basit ve sıradan bir insan. Dolayısı ile ölmesi de varlığı gibi kayda değer bir fark yarat(a)madı. Buradan yola çıkarak anlıyoruz ki, "üstün insan" olma konusunun kilit noktasını aslında yazar ta en başta cinayet anında vermiştir, ölüp gittikten sonra bile yaşlı tefecinin etkisi, hatta bir anlamda iktidarı tüm romanda hissedilir. Oysa aynı şartlarda ölen Lizateva berikinin yanında hatırlanmaz bile. Bırakın kitabın kendisini, çoğumuz birbirimize anlatırken bile anmayız Lizateva'yı. zavallı lizateva, zavallı ve yalnızca kendisine duyulan acımadan ibaret. fazlası değil. Üzücü belki, ama sizce de Raskolnikov'un insan doğasına dair düşüncelerinin kısıtlı bir çerçevede de olsa doğruluğunu göstermiyor mu?

    Özellikle anmak istediğim bir karakter daha var, o da "tanrısız" Raskolnikov'a bile dua edebilen iyi yürekli Sonya. Bu karakterin portresi, kitapta tek kelime ile 'iyi' bir insan olarak çizilir. Dostoyevski, kendini üstün görme ihtiyacı içinde yanıp kavrulan Raskolnikov'a karşı; kendini bir hiç olarak gören, başkaları için yaşayan, kötülüğü bilmeyen, her şeye rağmen tanrıya inanan Sonya'yı yazmıştır ki biri diğerini daha iyi anlamımızı sağlayabilsin. bir anlamda ikisi savaşır hikayede birbirlerinden kopamadan. Nihayetinde Raskolnikov aşık olur diğerine ve Sonya kazanır, ama o da zaten "kazanmakla" hiç ilgilenmez. İronik işte. Bu nokta, artık son sayfadır ve yazar ikisini yeni bir hikayenin beklediğini söyler.


    "Başarabilseydim Bana da Taç Giydireceklerdi."

    Sanırım suç ve cezayı en iyi anlatan cümle bu. Hem kitabı hem de kitaba adını veren kavramları kast ediyorum. Raskolnikov artık her şey bitmişken düştüğü sürgünü yolunda kurar bu cümleyi. görüyoruz ki yenilgisini-başarısızlığını kabullenmiştir ama aslında insana dair fikirlerinden vazgeçmemiş, hatta belki daha da inanmıştır kesinliklerine. Evet, acı verici ama aynı zamanda gerçek. Belki gerçek olduğu için bu kadar acı verici. 'ın, "her nesil kendinden önceki neslin cellatlarına anıt diker." sözü geliyor aklıma. Taç giyenler aynı zamanda birilerinin, kimi fikirlerin cellatları olmayı kabul edenler midir? Ya da daha zor olanı, buna cesaret edebilenler midir? Cevaplarını ben de bilmiyorum henüz, aslında geçerli bir cevaba çıktıklarını da düşünmüyorum. yine de sorulmalı ki cevapsız kalsak bile; bu "büyük" kitaba, "okuyucusuna sorular sordurtmuş olmak" payesini verebilelim.


    Okurken altını çizdiğim bazı cümleleri spoiler içerisine alıntılıyorum:


    -- spoiler --


    "Namuslu olmak sizi diğer insanlardan üstün yapmaz, övünme hakkını vermez, zaten herkes yaşadığı sürece namuslu olmak zorundadır."

    "Sonra öğrendim bunun asla olmayacağını, insanların değişmeyeceğini ve onları kimsenin değiştiremeyeceğini ve bunun çabalamaya değmediğini!"

    "Anlıyor musunuz, anlıyor musunuz sayın bayım, bir insanın artık gidebileceği hiçbir yerinin olmaması ne demektir anlıyor musunuz?"

    "Burada insanın ağrına giden ne biliyor musun? Onların yalan söylemeleri değil; yalan her zaman bağışlanabilir; tatlı bir şeydir çünkü yalan,insanı önünde sonunda gerçeğe götürür.Burada insanın ağrına giden şey, onların yalan söylemeleri değil,söyledikleri yalana kendilerinin de inanmaları.."

    "Kendine ait bir yalan, başkalarına ait gerçekleri tekrarlamaktan belki de daha iyidir."

    "Anlıyor musunuz, anlıyor musunuz sayın bayım, bir insanın artık gidebileceği hiçbir yerinin olmaması ne demektir anlıyor musunuz? Çünkü insanın gidebileceği hiç değilse bir yerin olması gerekmez mi ?"

    “Öyle bir sınıra gelirsin ki, onu aşamazsan mutsuz olursun, aşarsan, belki o zaman daha da mutsuz olursun.”


    -- spoiler --




    #238285 rstnpeace | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    0roman