filmi çekilse de izlesek dediğim üçüncü roman oldu bu. ilki bir türk ailesinin öyküsü, ikincisi kürk mantolu madonna idi. ama o günlerde kürk mantolu madonna kahve yanı kadraj kitabı olmamıştı, güzel günlerdi.
üçüncüsü de füreya oldu. kitap sadece cesur bir kadının biyografisi olmanın çok çok ötesinde, harika bir dönem kitabıdır.
osmanlı'nın son dönemlerini, işgal yıllarını, mustafa kemal'in, atatürk oluşunu, cumhuriyet sonrası krem tabaka denen insanların hayatlarını ve sonlarıyla maalesef "yeni türkiye" kavramının alt yapısının hazırlandığı yılları belgesel izlercesine takip ediyorsunuz.
kitabın sonları, füreya'nın bozulan istanbul'a tahammül etmek zorunda kaldığı yıllara denk geliyor. tahammül etmek derken, ne demek istediğime dair bana çok dokunan bir bölümünü paylaşmak isterim:
.....
soğuk bir günde bir taksi şoförünün yanına oturmuş, şişli'ye gidiyordum. "aaa kar yağıyor!" demiştim uçuşan kar tanelerine bakıp.
"inşallah taş da yağar" demişti çember sakallı şoför.
"niye taş yağsın oğlum, ne günahımız var ki?" diyecek olmuştum.
"böyle allah'tan uzak olunca, taş da yağar, cehennem de gelir, inşallah bu memleket baştan aşağı yıkılır."
anladım. benim için söylüyordu. çünkü beyaz saçlarıma inat, dudaklarım boyalıydı. süslüydüm. ne çok vardı bu adamlardan çevremde, sanki bir anda yerden biterek, şehrin tüm taksilerine el koymuşlardı. uzun mantolu, tesettürlü kadınlar ise, "madam" değil de müslüman olduğumu anladıklarında, ters ters bakıyorlardı yüzüme.
ben ki inanılmaz bir coşkuyla yaşamıştım devrimleri, ülkemin insanının aydınlığa çıkışına, bilimle, sanatla buluşmasına, kadının kimlik kazanmasına tanıklık etmiştim... tanrım! al beni artık al, al!"
.....
(yazımın bundan sonrası eser miktarda spoiler içerebilir)
füreya'ya hayran kaldığım yanlar olmakla birlikte, ondan uzak kaldığım anlar da oldu.
özgürlük ve cesaret denen şeylerin, başka bir kadının aldatılması çizgisini aşmaması gerektiğini düşünmüşümdür. evli erkek tercihleri beni bu yönden karakterden soğutmuştur. (bu tercihlerinin sebebinin evli erkeklerin bağlayıcı olmamaları, o istedikleri zaman gelip sevgi gösterip gitmeleri olduğunu söyler.) ne diyebilirim ki...
diğer bir konuysa yeğeni sara'nın annesi afife'ye karşı olan rekabetçi ve hor görür yaklaşımıydı. bunlar bana ters geldi.
fakat önemli olan benim bunları yadırgamam, soğumam vs. değil, türkiye'de seramik sanatçısı olup adını dünyaya duyurabilen ilk kadın olmasıdır. yaşını asla bir engel olarak görmemesidir. ölümden korkmaması, amacı için savaşabilmesidir. gümrükte ne olduğunu anlayamayacakları için türkiye'ye 'ekmek fırını' olarak soktuğu seramik fırınıdır. rengarenk ailesi, her biri ayrı ayrı tanınması gereken aile fertleridir.
anlatımı, canım atatürk'ün göremediğimiz insani yönlerini, dönem geçişlerini harika bir yolla bize sunması sebebiyle muhteşem bir romandır.