-
on yedi yaşımda, hiç istemediğim bir yere şehirler arası otobüsle giderken, sabaha karşı mola verilmiş, sonradan uyanıp iliklere işleyen buz gibi havada acının acısı bir sigara içmek için inip, pis bir masaya tünemiş bok gibi bir çay önümde, yapış yapış çamur gibi olmuş ağzım, o an aklıma gelen otobüste uyurken gördüğüm içime işlemiş rüya... Öyle ağır, üzerime oturmuş nefes aldırmıyor, aklımı, ruhumu, elimi ayağımı her şeyimi kendisine nüfuz ettirmiş. baktığımda gördüklerim gerçek mi, rüyanın içinde miyim, uyuyor muyum, uyanık mıyım anlayamıyorum. sessizliğin uğultusu sadece duyabildiğim, o kadar derin sessizlik ki uğultusundan kulaklarım patlıyor.
sabahın köründe, inince, yine buz gibi soğuk tüm bedenimi mengene gibi sıkıştırırken bomboş caddelere, sokaklara, kaldırımlara açılmamış dükkanlara baktığım anda biliyorum ki tek istediğim otobüse binip geri dönmek.
işte tam o andaki bomboş yalnızlık hissi 'bir zamanlar anadolu'da'.
yolun, gecenin içinde, dünyanın, hayatın, zamanın dışında.. yanınızda konuşulanlara katılıp cevap verirken bile içinizde bambaşka şeyler düşündüğünüz, geçmişle hesaplaştığınız belki, belki ertesi günün kaygılarını kafanızda tarttığınız, yalnızlığın verdiği benzersiz güçsüzlük hissi ile yaşamın manasını sorguladığınız, ellerinize bakıp büyüdüğünüzü hatta yaşlandığınızı fark ettiğiniz, orada olmak zorunluluğunu her gerçekliği bilerek ama yine de neden orada olduğunuzu anlamlandıramazken, sizden çok uzak, çok yabancı olan insanların tam yanında 'birliktelik' ile zaman akarken mıh gibi kalakalmış ruhunuzun tüm yorgunluğunu taşıyabilme zorluğu...
nereye baksam boş, ne yapsam boş. hayatın tüm acımasızlığı bütün ağırlığı ile göğsümün üzerine çöreklenmiş, bir hiç olduğumu bana gördüğüm her şeyde gösteriyor. bu zahiri gerçek baktığım her şeyden kusursuzca yüzüme bakıyor.
masal gibi deyip kendimi avutabilsem keşke.
N.B ceylan, büyük usta, iki buçuk saatini kusursuzca insanlara göstermiş. tanıdığım bütün insanlar var filmde. bugüne dek gördüğüm, tanıdığım, izlediğim her tip; kendi hayatlarının benzersizliği içinde yaptıkları, düşündükleri, hareketleri, konuştukları. (Özellikle sahada çalışanlar, çok yolculuk edenler, anadolu'ya büyük şehirlerden belirli süreler için gidenler çok daha fazla fark edeceklerdir).
-- spoiler --
- yalnız icap ederse vazgeçmeyi de bileceksin. hiçbirimiz dünyaya kazık çakmadık değil mi doktor? Hazreti süleyman.. yedi yüz elli yaşına kadar yaşamış, Altın, mücevher... e dünya ona da kalmamış... Değil mi doktor?
- iğdebeli'ne yağmur yağıyor. yağsın... yüzyıllardır yağıyor; ne fark eder?.. fakat bundan sadece yüz yıl sonra bile arap, ne sen ne ben, ne savcı, ne komiser... yani şairin dediği gibi "yine yıllar geçecek ve geride benden bir iz kalmayacak. yorgun ruhumu karanlık ve soğuk kuşatacak.
Öyle değil mi arap?
- yahu ne yaptın doktor ya? daha yapılacak dünya kadar işimiz var, sen ölmeden bizi mezara soktun ha.
düşünmeyeceksin öyle.
- ne bileyim işte iş uzadı ya biraz, can sıkıntısından laflıyoruz.
- yo yo. yine de öyle şey etme sen şimdi kendine. şimdi sıkılırsın edersin de, bir gün gelir belki burada yaşadığın şeyler hoşuna bile gidebilir. çoluk çocuk sahibi olunca, e anlatacak bir hikayen olur, fena mı?
Bir zamanlar anadolu'da dersin, ücra bir yerde görev yaparken işte böyle böyle bir gece yaşamıştık dersin. anlatırsın yani ne bileyim masal gibi.
-- spoiler --
bugüne dek izlediğim filmlerin içinde tüm oyuncuların mükemmel olduğu, bu rol performanslarının ancak ve ancak mükemmel bir şekilde yönetilerek yapılacağından emin olduğum yegane film. oldum olası hazzetmediğim yılmaz erdoğan, çok sevdiğim fırat tanış, çok fazla izlemediğim ahmet mümtaz taylan, taner birsel, muhammet uzuner, şafak karali, kubilay tunçer... hangi birini ayırıp mükemmel diyebilirim?.. hiç birini ayırmadan, diğer tüm oyuncular da hepsi, şahane ötesindeler. (ama en en çok doktor rolünde muhammet uzuner'i ve savcı rolündeki taner birsel'i izlemekten keyif aldım).
baştan sona, içindeki her bir saniyesiyle teknik olarak kusursuz bir film bir zamanlar anadolu'da. yüz elli dakika boyunca bir tanecik baştan savmalık aradım ikinci üçüncü izleyişlerimde. yok. sonraki izleyişlerimde bıraktım artık kusur aramayı, sadece fevkaladeliğin müthiş keyfiyle izledim tekrar tekrar.
sinemanın insanlarca sevilmesinin en büyük nedeni duygulara hitap etmesi, filmlerde bunu sağlamanın en etkili ve kolay yolu müziklerdir. işte bu filmin de en büyük marifetlerinden biri de kesinlikle müzikleridir*.
sinema tarihinde yapılmış en güzel filmlerdendir bir zamanlar anadolu'da.
aldığı ödüller listesi vesaireler google'da mevcuttur.
*Öyle ki filmde sadece kısacık bir süre neşet ertaş çalar. başka hiç müzik yoktur.