henri bergson'a göre zaman, bilimsel ve felsefi açıdan çoğunlukla uzam üzerinden tarif edilerek ölçülebilir ve homojen bir nicelik olarak ele alınmıştır. Matematiksel olarak uzama bağlı hareket üzerinden tanımlanan zamanda aslında çoktan olmuş bitmiş hareketlerin uzamsal konumları ifade edilir. Zamanın uzamlaştırılması kendimizi zamanın dışına oturtmamızdan kaynaklanmaktadır. Halbuki zamanı içsel, yaşanan, oluşan, oluş halinde, hayatın içinde, yaşayan gerçeklik olarak kavramamız gerekmektedir. Zaman böylece bir noktadan diğerine hareket eden, tekrarı mümkün olmayan, sürekli, dinamik ve sezgi yoluyla idrak edilen bir şey anlamını kazanır. Hakiki zaman aslında bilinçte yaşanan zaman ya da Bergsoncu tabirle şuurda gerçekleşen süredir; şuur hallerinin akışı, ardışıklığı ve/veya şuurun değişme halleridir. Dolayısıyla zaman psikolojik olarak sürekli değişiyor oluşumuzla özdeşleştirilmiş ve durmaksızın değişme boyutuna çekilmiştir.
Ancak Bergson söz konusu değişimlerin şimdiki halinin (an) algılanmasının mümkün olmadığını ve algılandığı anda o anın çoktan geçmişe karışacağını da belirtirmiştir. Ona göre "şimdi" yakalandığı anda kaybolan bir şey olmakla birlikte esasen tamamen teori için gerekli olan bir sınırdır. Öyle ki an sadece süre yoğunluğudur; yalnızca olan (geçmiş) ve (az sonra) olacak olan (gelecek) arasındaki bağlantıyı kuran çizgi ya da köprüdür. Bu doğrultuda maddenin şimdide olduğunu belirterek beynin tıpkı bir plak üzerine melodinin kaydedilmesi gibi işlediğini, geçmişin böylece izler olarak ezberde tutulduğunu ve şimdinin hatırlama yoluyla, bellek aracılığıyla geçmişle organikleştiğini, iç içe girdiğini savunur. Bu anlayışa göre şimdi bağlantılı geçmiş ve geleceği gerçek hale getiren bellek, sürenin ve gerçek zamanın da yaratıcısıdır. Çünkü süre geçmişin uzatılarak zorunlu olarak gelecek olanın "edimselliğe doğru hareketi"dir, hakikatin fiili oluşudur.