millete eski sevgilisini, çocukluğunu, bilumum romantik, duygusal, kah sevgi dolu kah mahzunlaştıran anılarını hatırlatırken, bana saçma sapan şeyleri hatırlatandır. hatta onu da tam hatırlatamayandır.
benim kulaklarım çok iyi duymaz,* gözlerim ise hiç görmez.* haliyle duyu organlarım arasında burnum fazlasıyla hassaslaşmış, adeta yüce eru gözümden kulağımdan esirgediği yeteneği burnuma bahşederek evrimsel süreçte bana savaşma imkanı tanımıştır.
günlerden bir gün söke'ye gitmek icap etti, bindim kuşadası'ndan dolmuşa. yanıma bir emmi oturdu. kasketi, eksik dişleri vs. tam bir emmi. emmi kokuyor; ama öyle böyle değil. üstelik de tanıdığım bir hayvan gibi kokuyor. kedi desem değil, köpek desem değil. ne kokusu bu, dilimin ucunda, taktım kafayı, çıldırıcam! köy anıları canlanıyor gözümde ama bizim artvin'deki köy de değil. mardin'e gitmiştik ben 6 yaşında falanken, oralar canlanıyor. ulan diyorum mardin ne alaka? ömrümde 3 gün mü 5 gün mü ne bulunduğum yer. neyse artık kokudan rahatsız olmayı bıraktım, bu adam hangi hayvan kokuyor diye çaktırmadan emmiyi kokluyorum, gözümün önünde mardin uçuşuyor. yarım saatten fazla süre, hayatımda yüz yüze geldiğim bilumum hayvanatı düşünerek o kesif kokuyu içime çekiyorum. artık umutlarım tükenmiş, tam söke otogara girmek üzereyken arkamızdaki adamın kokan emmiye "amca senin keçilerin mi var?" diye sormasıyla boş bulunup "hay yaşa!" diye bağırmam bir oluyor. hasss... içimden düşüneceğim şey dışımdan çıktı. bütün dolmuşun dikkati üstüme toplanınca da "şeyy.. whatsapp'tan bi arkadaşım bişi yazdı.. ona şeyettim.." gibi bir şeyler geveleyerek atıyorum kendimi dışarı.
keçi yahu, tabi ya. keçi. ilk kez keçiyi mardin'de gördüm ben, ne arasın karadeniz köyünde keçi. yalnız emmiyi nasıl kokladıysam günlerce gitmedi o keçi kokusu burnumdan.