1. Depremin ardından, İsrail Kurtarma Ekipleri ile birlikte 13 gün boyunca arama kurtarma çalışmalarında yer aldığım, kurtarma faaliyetleri esnasında 'un ne kadar ulvi bir organizasyon olduğuna, ve arkadaşlarının canını dişine taktıklarına şahit olduğum, devletin -ne yazık ki- kayıpları oynadığı, daha önce yaşanmış büyük depremlere rağmen en ufak bir tedbir, yasal düzenleme, altyapı olanağı kurmadığını gördüğüm doğa olayıydı...

    Ben şahsen, kurtarma çalışmaları sırasında, dahil olduğum ekipten 3 kişiyle birlikte dayak yediğimi biliyorum. "Binanın altında cenazemiz var, çıkarın!" diyen bir gruba, "hemen yan binada sağ birileri var, önceliği onlara veriyoruz" dediğimiz için eşek sudan gelene kadar dayak yemiş, jandarma sayesinde linç edilmekten kurtulmuştuk. Kurtarma faaliyetleri sonucu oluşan çizik ve eziklerin yanında, o dayağın çürükleriyle de çalışmak durumunda kalmıştık.

    Bir göçüğün yanına vardığımızda, kurtarma faaliyetlerine hazırlanırken, göçüğün içinden fare gibi çıkan, dirseklerine kadar bilezikler takılmış olan hırsızlarla kaç kez karşılaştım kim bilir? En ufak bir şey dediğinizde şişlenmeniz işten değildi! Biz işimize döndük, kimi zaman onların bulduğu giriş yollarını kullandık...

    13 gün boyunca uyumaya fırsat bulduğum nadir saatlerde yastığımın arama kurtarma köpeğimiz olduğunu bilirim... O köpeğin çalınmaya çalışıldığını, ve dahi, kurtarmada elimiz ayağımız olan hidrolik makasın çalınmaya çalışıldığını gördüm...

    Zamanında kendinden küçük çocukla evlendi diye çeşitli suçlamalarla (doğru mu değil mi bilmem) karşı karşıya kalan 'ın, bölgede bulunan Toprak Kağıt Fabrikası deposundaki tüm stoğu para ve sair sormadan bölgeye dağıttığına da şahit oldum. Kimileri karaborsa oluştururken, kimi iş adamları fabrikaları yağmalanmasın diye eli sopalı adamları kapısının önüne koyarken, Halis Ağa'nın ne kadar yüce gönüllü olduğunu öğrendim.

    Kurtarma aracımızın deposunu günde birkaç kez 1 lira almadan dolduran benzinciyle de tanıştım. "Yeter ki kurtarın, allah razı olsun" lafını da duydum.

    Depremin 3. gününde yavaş yavaş kendini gösteren leş kokusunun, koku hafızasına unutulmayacak kadar keskin olduğunu da deneyimledim.

    Kurtarmadan döndüğüm gün, üzerimdeki kokuyu çıkarmak için 3 saat boyunca tenimi kanatırcasına keselendiğimi hatırlıyorum. 6 ay kadar uyku problemi, kabuslar yaşadım. Psikolojik destek aldım, çeşitli ilaçlar kullandım. Kurtarmadan hatıra kalan parmağımdaki derin kesik izini hala taşıyorum üzerimde. "Unutma!" diyor... "İnsanı insan öldürüyor!"

    Hala, girdiğim her ortamda, önce "alternatif" çıkış yolunu arıyor gözlerim. Takıntı gibi bir şey oldu, kendimi alamıyorum. Eş, dost, arkadaş evlerine gittiğimde zor edip indirtiyorum dolap üzerindeki hurçları. "Kaçamazsınız!" diyorum. İçim acıyor kaçamama ihtimallerini düşündüğümde.

    Ülkenin normallerini değiştirdiği gibi, kişilerin normallerini de değiştiren bir doğa olayıydı 17 Ağustos. Depremden sonra sosyal sorumluluk projelerinin farkına vardım, kişisel gelişim kitapları okumaktansa, ilk yardım eğitimi gibi kişisel gelişim kurslarına gitmenin çok daha önemli olduğunu anladım.

    Kurtarma ekibinin elemanları ile hala görüşüyorum. Birinin düğününe dahi gittim Tel Aviv'e. Kurtarma işlemleri sırasında pek çok müthiş insanla tanıştım, bağlarımı koparmadım, kopmuyor zaten.

    Anımsadığım en güzel olay, depremin üzerinden epey vakit geçmişken, AKUT, bizim ekip ve ülkesini anımsayamadığım 2 ekiple birlikte bir kadını göçüğün altından saatlerce çalışıp kurtardıktan sonra, kutlama için ekiplerden birinin çıkarıp getirdiği votkayı, şişenin kapağını elde dolaştırıp içip ağlayarak "oh be!" dediğimiz andı. de varmış bu hayatta.

    "" derler, yanlış... ! Umarım bugün yaşadığımız İzmir depremi gözümüzü açar artık!

    Merak edenler için: Bölgeye gönüllü olarak gitmiş, kriz masalarının kendilerinin krizde olduğunu görmüşken, yine bir kriz masasıyla dil problemi dolayısıyla anlaşamayan bir kurtarma ekibini gördüğümde, gönüllü tercümanları olmuş, bu sayede ekibe katılmıştım. O andan itibaren ekibin sağladığı ekipmanı kuşanıp, kurtarma faaliyetlerinin tümünde görev aldım. Evime döndüğümde, apartmanın önünde alkışlayarak karşılamıştı beni komşular ve bazı esnaf. Döndüğümde 9 kilo vermiştim, gözlerimdeki uykusuzluktan sebep morluklar bir haftada ancak geçti. Çok uzun süre yemek yiyemedim. Hala depremle ilgili TV programlarının giriş videolarında "sesimi duyan var mı?" haykırışını duyduğumda gözlerim dolar. Tek bir tıkırtı duymanın dünyanın en güzel şeyi olacağını nereden bilebilirdim? O günden beri en çok kullandığım laf "çok şükür" oldu hep. Kötünün, felaketin, insanlık ayıbının dibidir benim için.
    #223918 vienna ghost | 4 yıl önce
    1doğa olayı