1. Yanlış örnekler üzerinden doğruları savunmak büyük bir hatadır. Başta Fransız hükümeti olmak üzere ulusallaşmaya başlayan tüm devletler bu hatayı yapıyor. Sosyal medya ve provokasyon ile toplumlarda bilinçsizce bu hataya destek verir hale geliyor.
    Öncelikle ifade özgürlüğü nedir onu ele alalım. İfade özgürlüğü, düşüncelerinizi ancak "suça konu değilse, birine veya bir topluma veya toplumun belirli bir kısmına, değerlerine zarar verici, aşağılayıcı ifadeler içermiyorsa" ifade etmektir. Charlie Hedbo ise yayınları ile gerek Fransız toplumunun gerekse başka topluluklarının bireylerinin değerlerine saldırmaktan çekinmiyor ve Fransız hükümeti tarafından siyaseten ifade özgürlüğü kisvesi altında korunmakta ve kollanmaktadır. Bir çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de siyasetin adalete etki etmesi sonucu kanunlar keyfi uygulanır hale gelmekte ve bu toplumun adil bir adalete erişimini engellemektedir. Siyaset ve adalet kurumlarının iç içe olduğu yerlerde durum maalesef budur.
    Fransız hukukunun bu konudaki iki yüzlü kararlarından haberdar olmayan insanlar ise "Je suis Charlie" diyerek istemeden, bilmeden bu hataya destek olmuş yada olmaktadırlar. Ülkemizde misvak dergisi ne ise Charlie Hedbo'da Fransa'da odur. Siyasetin gölgesine gizlenmiş, adaletin ikiyüzlülüğü ile korunan, kollanan, siyasi mesajlar ile toplumu yönlendirme amaçlı bir dergi.
    İddia ediyorum ki, Fransız devleti görevinin gereğini peygamber karikatüründen çok önce yapmış olsaydı ne Charlie Hedbo adı duyulacaktı, ne bu dergi kendini bilmez, cahil, islam adına görevini yerine getirdiğini iddia eden fanatiklerin hedefi olacaktı.
    Peki nedir bu ifade özgürlüğünün dayanağı? İfade özgürlüğü dayanığı 1789 insan hakları beyannamesi olan Fransız anayasasınca gayet net biçimde tanımlanmıştır. Sanılanın aksine ifade özgürlüğü sınırsız değildir ve Fransız kanunlarında açıkça sınırları çizilmiştir.
    İnsan hakları beyannamesi;
    madde 10 “[n]o one may be disturbed on account of his opinions, even religious ones, as long as the manifestation of such opinions does not interfere with the established Law and Order.”
    madde 11 “[a]ny citizen may therefore speak, write and publish freely, except what is tantamount to the abuse of this liberty in the cases determined by Law.”

    Yine aynı beyannameye göre kişiler bazında ifade özgürlüğünün sınırı “being able to do anything that does not harm others.” şeklinde çizilmiştir.

    Gelelim halen yürürlükte olan 29 Temmuz 1881 tarihli Basın özgürlüğü yasasına. Yasa basın özgürlüğünün sınırlarını "prohibits defamation and insults, both written and verbal." şeklince çizerken, karalamayı “any allegation or imputation of a fact which harms the honor or consideration of the person or group to which the fact is imputed.” şeklinde belirtmiş, hakareti ise “any offensive expression, term of contempt, or invective which does not contain the imputation of any fact.” şeklinde tanımlamıştır.
    hakaret koşullarının oluşması için ise konunun belirtilmesinin iyi niyetli ve doğru olması koşul olarak konulmuşsada, bahsi geçen konunun tek başına doğru olması yeterli değildir ve kişinin mahremiyetine zarar vermemesi koşulu getirilmiştir.
    Fransız kanunlarına göre yasak olan ifadelerin tanımları ise “hate speech,” defined as “inciting discrimination, hatred or violence against a person or group of persons because of their origins or because they belong or do not belong to a certain ethnicity, nation, race or religion,” şeklinde belirtilmiştir.

    Şimdi Fransız kanunundaki bazı uygulamalara bakalım. Fransız kanunlarının ikiyüzlü kararlarının en bariz örnekleri olarak Ermeni soykırımı yoktur demenin veya yahudi soykırımı yoktur demenin suç sayılması örnek gösterilebilir. Fransız komedyen, yazar, konuşmacı Dieudonné M’bala M’bala hakkında 2014 yılında verilen karara bakarsanız komedyenin yahudi halkını ve değerlerini aşağılayıcı konuşmaları yüzünden toplum önünde konuşma yapmasına yasak getirildiğini görürsünüz.
    Aynı gerekçe peki neden müslümanlara, müslümanların değerlerine uygulanmamaktadır? Cevabı yukarıda belirttiğim üzere siyasetin adalete etkisidir. Özgürlükleri tanımlayan Fransız devleti tarihi boyunca devletin siyasi duruşuna göre özgürlüklerin tanımını değiştirmiş, daraltmış, genişletmiş, belirli kesimlere fazla daha ayrıcalıklar tanımıştır.
    Benzerlikleri daha net anlamanız açısından söylüyorum, havuz medyasının yalan haberlerine herhangi bir kanuni işlem yapılmazken, muhalif basının susturulması veya iktidara yakın kişilerin tehdit, hakaret ve aşağılama içeren sözlerine karşı kanunu bir işlem yapılmamasına rağmen muhalefetin eleştirilerinin en ağır şekilde cezalandırılması da siyasetin adalete etkisinin çok olduğu ülkelerde gözlemlenebilir. Fransa'ya Fransız kalanların bu konudaki cehaletlerinden ve sosyal medyanın da etkisi ile istemeden dahil oldukları "Je suis Charlie" akımının aslında karşı durdukları bu yanlışların aynısının Fransa'da vücut bulmuş hali olduklarını bilmediklerine eminim.
    Örneklere devam edersek, Charlie Hedbo'nun italya depremi sonrasında depremde göçük altında kalarak ölen italyan insanlarını "LAZANYA" ya benzettiği şu karikatürünün gerek anayasasına gerekse kanunlarına aykırı olmasına rağmen yayınlanmasında beis görmeyen bir adalet sisteminden bahsediyoruz. İnsanların kendi ülkelerinde iktidarın etkisine giren adalet sistemlerini eleştirirken aynı şekilde Fransız siyasetinin etkisinde olan bir adalet sistemini "ÖZGÜRLÜKLERİN KORUNMASI" olarak adlandırması ancak cehalettendir.
    Günümüz siyasi durumu ulusalcı devletlerin daha fazla etkisini arttıracağı bir siyaset anlayışına doğru evrilmektedir. Sovyetler Birliği'nin dağılması ile ortadan kalkan ortak düşmanın ötelediği, görmezden gelinmesine neden olduğu ulusal çıkarlar gün yüzüne çıkmış ve devletlerin günden güne daha ulusalcı olmasına sebep olmuştur. İttifakların ve birliklerin üye devletlere olan siyasi etkileri azalmaya başlamıştır. Bunun en bariz örneğini doğu akdeniz'de görmekteyiz.
    Bireysel olarak deist bir inanca sahibim. İnsanların dini inanışlarına saygı duyduğum kadar kendi inançsızlığıma da saygı gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Bunu sağlamanın yolunun diğer insanların inançları, düşünceleri ve ifadeleri aşağılanırken, engellenirken onların yanında durmak, haklarını savunmaktan geçtiğine inanıyorum. Devlet ancak tüm bireylerine eşit mesafede durursa, onların değerlerine, inançlarına, farklılıklarına rağmen aynı davranışı benimserse devlet olabilir. Aynı şekilde toplumun bireylerinin bu farklı değerlere rağmen bireysel çıkar ve ayrıcalık peşinde koşmaması gereklidir. Ancak o zaman bireyler toplum olabilir. Bir birey bulunduğu yerde eleştirdiği tüm haksızlıklara, adaletsizliklere ve eşitsizliklere rağmen aynı haksızlıkları, adaletsizlikleri, eşitsizlikleri uygulayan bir başka devletin uygulamalarını gözü kapalı savunmamalıdır. Bunu bilerek bu davranış biçimi benimseyen bir bireyin ruh sağlığının bozukluğundan, bilmeyerek benimseyen bir bireyin cehaletinden şüphe edilemez.
    Gelelim gündemde olan öğretmenin kafasının kesilmesi olayına. Bu tamamen bir vahşettir. Kesinlikle karşı durulması gereken bir vahşettir. Savunulacak bir yanı yok. Savunmamda... Benim yazacaklarım bu olayın daha çok neden olduğu ile alakalı. İslam dininin barış yada şiddet öğretileri içerdiği gibi şeylere girmeyeceğim. Bu gibi yorumlar kişilerin cehaleti ve eğitimi ile alakalı. Bunları argümanlarına konu edenlerin benzer hatta aynı değerlerin diğer dinlerde de yer aldığını bilmeyen cahiller olduğunu düşünüyorum. Şiddet dinle yada gelişmişlikle değil eğitimle ve eğitimin getirdiği ahlak ile alakalıdır.

    Bu izahı olmayan vahşetin sonucunda bunu bahane ederek çarpık siyasi kararların uygulanması yine hatadır. Karşı olduğunu iddia ettiğin bu şiddetten daha fazlasının oluşmasına neden olacaktır. Baskı ve yasaklar aşırılığın daha fazla artmasına neden olacaktır.
    Sonuçta sen devlet olarak insanlara inançlarını yaşamaları için anayasa garantisini veriyorsun. Bu garanti altında insanlara vatandaşlık sözleşmesi imzalıyorsun. Ancak işine gelmediği zaman bu hakları kullanmalarını engelliyorsun. Kültürlerini ve dinlerini yaşamalarını garanti ettiğin insanlara anayasana rağmen "kendine uygun olan bir kültürü" yaşama zorunluluğu getiriyorsun. Anayasan izin verse bile sen kanunlarda değişiklik yaparak okullarda saçını aç diyebiliyorsun mesela...Anayasan toplantı ve yürüyüş hakkı tanımasına rağmen yasalarla "uygun zamanda, uygun yerde ve yetkili makamın onayı ile" bu hakkı kullandırmak istiyorsun mesela. Bazı dini uygulamaların gerçekleştiği mekanları dini mekan olarak değil "dernek" olarak görüyorsun mesela...(bunlar da tanıdık geldi mi?)
    Charlie Hedbo dergisi daha peygamber karikatürünü yayınlamadan çok önce yayınlanan diğer hakaret dolu karikatürlere Fransız adaletini gereğini yapsaydı olayların buraya kadar gelmesi büyük ölçüde engellenebilirdi. Hala bu durumu ifade özgürlüğü olarak algılayan, algılatmak isteyen insanlar aramızda da var. Arkadaşlar gerek Türk gerekse Fransız kanunlarına göre birilerini yada değerlerini aşağılamak ifade özgürlüğü değildir. Suç işleme özgülüğü diye bir şey yoktur. Sınırsız ifade özgürlüğü yoktur. bunu iyi anlayın... Eğer siz birilerine yada birilerinin değerlerine hakaret etmeyi kanunlarınıza rağmen suç saymıyorsanız, yada görmezden geliyorsanız bu ancak daha fazla kanunsuzluğa neden olur. Suç psikolojisinde gelişmemiş toplumlarda cezanın göze alınabilirliği, suçun işlenebilirliği ile doğru orantılıdır. Toplumun bir kısım bireylerinin işlediği suçları görmezden gelirken diğerlerinin işlediği suçları cezalandırırsanız adalet sisteminde ikilem yaratırsınız. (bilmem tanıdık geldi mi?) Bu ikilem kişilerin adaleti kendi değerleri doğrultusunda temin ve tahsisine yol açar. Siz buna cahillik, fanatizm, aşırılık yada ne derseniz diyebilirsiniz. Sorunun temeli bu aşırılıkların ortaya çıkmasına neden olan sistemdir.
    Terör bu aşırılıkların çıkmasına göz yuman ve vesile olan sistemlerden beslenmektedir. Fransız toplumu hakkında pek bilgisi olmayanlar Fransa'da tarihinin bu çarpık sistem yüzünden yaşanan şiddet eylemleri ile dolu olduğunu bilmeden konuşmaktadır. Hatta bu çarpık anlayışın "Fransız ihtilaline" neden olduğunu bile farkında değildir.
    Eleştirdiğiniz şeyin aracı olmayın. Yaşadığını ve deneyimlediğiniz sorunların benzerlerini Fransa'da olmasını destekliyorsunuz. Dün cadı diye yakılan kadınlara, dinsiz diye katledilen protestanlara yada sadece yahudi oldukları için yahudilere yapılmış ve bugün islam dinine inananlara yapılan bu adaletsizlik yarın bir başka gruba yapılacaktır. Misvak denilen salak saçması derginin siyasi destek ile yayınlayabildiği saçmalıklara ne kadar karşıysam Charlie Hedbo denilen salak saçması dergininkilere de karşıyım. Benim açımdan ikisi de bahsi geçen ülkelerin kanunlarına aykırıdır. İfade özgürlüğü değil, siyasi destek ile yayınlanan hakaret içeren sınırsız ifadelerdir; suçtur.
    Sizin de sadece adil bir adaletten yana olmanız dileğiyle.
    Buyrun okumanız için bir kaynak

    ekleme : Bazı arkadaşlar kişilerin değer yargılarını yine kendi değer yargıları ile değerlendirmekte. İnsanların değerleri farklılık göstermektedir. Kimi saçını kapatır, kıçını açar. Kimi ana-avrat küfrü önemsemezken bir diğeri şerefsiz sözünden ortalığı yıkar. Kimi hakkındaki karikatürü mizah olarak yorumlarken bir diğeri bunu hakaret olarak algılar. Bu karşınızdakinin değer yargısı ile alakalıdır. Hoşgörü yine kişinin değer yargıları ile alakalıdır. Bunu kendi değerleriniz üzerinden yargılayarak, doğru olan budur diyemezsiniz. Sizin yapılmasını uygun gördüğünüz şey bir başkasına göre uygun olmak zorunda değildir. Bunun bilincinde olmalısınız.

    tanım : fransız mizah dergisi.
    #222759 brooklyn | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    0dergi