1. mayıs 1945’te sovyet ordusu’nun berlin’e girmesi ve reichstag’a sovyet bayrağı’nın çekilmesiyle ikinci savaş avrupa’da resmi olarak olmasa da fiili olarak son buldu. almanya; sovyetler birliği, abd, birleşik krallık ve fransa arasında dört işgal bölgesine ayrıldı. savaş sonrası almanya’nın durumu en kritik başlıklardan birisi olarak sovyetler birliği’nin ve emperyalist ülkelerin önünde duruyordu.

    sovyetler birliği; nazilerden arındırılmış, silahsızlandırılmış, birleşik ve kendisine düşman olmayan bir almanya’nın kurulmasını istiyordu. emperyalist devletlerin bu taleplere cevabı, devletin hemen hemen her kademesinde nazi artıklarının bulunduğu federal alman cumhuriyeti’nin(fac) mayıs 1949’da ilan edilmesi oldu. bunun üzerine ekim 1949’da alman demokratik cumhuriyeti(adc) ilan edildi. 1946’da almanya komünist partisi’yle(kpd) sosyal demokrat partinin(spd) birleşmesiyle kurulan sosyalist birlik partisi(sbp) iktidara geldi. fac, kısa süre içerisinde nato’ya girdi ve silahlanma konusunda önemli adımlar attı. adc de 1955’te kurulan varşova paktı’nın kurucularından biri oldu.

    iki alman devleti’nin kurulmasından sonra bile almanya’nın birleşik bir devlet olabileceği düşüncesi sovyetler birliği tarafından bir süre daha korundu. fakat emperyalistlerin bölünmüş almanya düşüncesinden vazgeçmemesi ve dizginlenemez saldırganlığı nedeniyle ‘50’lerin başında bu düşünceden vazgeçildi. sovyetler birliği komünist partisi(sbkp) merkez komitesi üyesi ve sscb bakanlar konseyi başkan yardımcısı lavrentiy beria diğer nedenlerin yanında, adc’yi sovyetler birliği’nin sırtında bir yük olarak görmesi ve ondan “kurtulmak” istemesi nedeniyle tasfiye edildi. beria gibi önemli bir figürün tasfiyesi, adc’nin sovyetler birliği için ne kadar önemli olduğunun bir göstergesiydi.

    almanya konusundaki bir diğer önemli sorun savaş tazminatlarıydı. yaklaşık yirmi yedi milyon yurttaşını savaşta yitirmiş sovyetler birliği’nin ikinci savaş nedeniyle uğradığı ekonomik-sosyal yıkımı tazmin etmek adc’ye düştü. Ülkenin önemli fabrikalarındaki üretim araçları ve demiryolları sökülüp sovyetler birliği’ne götürüldü. emperyalistler yaptıkları çeşitli manevralarla fac’ı tazminatlardan muaf tutmayı başardılar. bu durum, adc’nin ekonomik gelişiminin önünde bir engel olarak etkisini her zaman hissettirdi.

    ağır savaş tazminatlarına rağmen, merkezi planlama sayesinde ve kardeş sosyalist ülkelerle koordinasyon içinde adc, kırk yıl boyunca özellikle kimya, elektronik, metalurji gibi alanlarda yoğunlaşan büyük bir ekonomik gelişme sergiledi. bunun yanında tarımda merkezi planlama, devlet çiftliklerinin ve kooperatif çiftliklerin kurulması sayesinde adc tarım ürünleri ihracatçısı bir ülke haline geldi. sosyalist ülkelerin birçoğunda zaman zaman yaşanan bazı gıda maddelerinin kıtlığı adc’de hiç yaşanmadı.

    savaş öncesinde almanya ve çekoslovakya, diğer sosyalist kuruluş sürecine giren ülkelerle karşılaştırıldığında daha gelişkin kapitalist ülkelerdi. aynı zamanda bu iki ülke ‘20’li yılların sonunda avrupa’nın en güçlü komünist partilerine sahiplerdi. ‘27’de almanya komünist partisi yaklaşık yüz yirmi beş bin üyeye, çekoslovakya komünist partisi ise yüz elli bin üyeye sahipti. sosyalist kuruluş sürecinde, gelişkin kapitalist komşulara sahip bu iki ülke, komşularıyla giriştikleri ekonomik ve ideolojik mücadelenin baskısını hep üzerlerinde hissettiler. üstelik adc’nin üzerindeki baskı katmerliydi. çünkü aynı halkın iki devleti “yarış” halindeydi ve adc’nin her başarısızlığı doğrudan sosyalizmin hanesine yazılıyordu.

    başta berlin’in statüsü ve diğer sorunlar nedeniyle adc; fac, abd, fransa, birleşik krallık gibi emperyalist ülkeler ve bu ülkelere bağımlı kapitalist ülkeler tarafından 1973’e kadar tanınmadı ve bm üyesi olamadı. bu durum, sosyalist dünyanın sayıca “küçük”lüğü göz önüne alındığında ihracatçı bir ülke olan adc’yi çok zorladı. fac’ın böyle bir problemi hiç olmadı dünyanın büyük bölümü kapitalistti ve bu ülkelerin en önde gelenlerinin gelişmişlik seviyesi, birçok açıdan sosyalist ülkelerin ilerisindeydi.

    berlin duvarı’na ilişkin kısa bir parantez. duvar, 1961 yılında şehrin batı kısmında çalışıp doğu kısmında yaşayan kitlelerin yarattığı eşitsiz durum nedeniyle örüldü. sosyalist ülkelerin hepsi işçi sınıfının ve onun müttefiklerinin devletidir ve kapitalist devletlere zaman zaman bazı tavizler verebilirler. bunun tek istisnasının eşitlik olduğunu düşünüyorum. bu anlamda duvarın sosyalizmin eşitlikçi uygulamalarını kemiren gelişmelere sert bir tepki olduğunu düşünüyorum. batı’ya kaçmak isteyenlerin çok önemli bir bölümü vasıflı işçiler veya eski mülk sahibi sınıfın üyeleriydi. Bu insanlar, kapitalist toplumda doğup büyümüşler mülkleri, eğitimleri veya başka nitelikleri gereği kapitalist ülkelerde çok daha fazla kazanabilecekken adc’nin eşitlikçi karakteri nedeniyle bunu yapamayanlardı. dolayısıyla batı’ya kaçmaya çalışanların motivasyonu anlayabiliyorum ama meşru görmüyorum.

    sosyalizmin yaratacağı yeni insanı, kapitalist ülkelerdeki potansiyel daha iyi maddi imkanları reddedip, kendi ülkesinin ve insanının ilerlemesine katkı sunarak sosyalist kuruluşta harcı olan birey olarak görüyorum. seyir zevki yaratma dışında, ki o da tartışılır, topluma neredeyse hiçbir faydası olmayan yetenekli veya yeteneksiz profesyonel sporcuların, şarkıcıların, mankenlerin vd. meslek gruplarının milyonlarca lira kazandığı ama milyonlarca insanın açlık ve yoksulluk sınırında yaşadığı kapitalist bir ülkede yaşamaktansa sosyalist bir ülkede yaşamayı tercih ederim. kaliteli giyinme, istediğim zaman istediğim restoranda yiyip içme, her sene iki kere yurt dışına çıkıp sevdiğim müzeleri, meydanları vs. gezme, eşimle beraber ortalamanın hatırı sayılır bir miktar üzerinde maaş alma gibi küçük sayılabilecek ayrıcalıklarımdan da feragat etmeye hazırım.

    beyaz yakalı işçilerin bir bölümünün, bu tür bireysel zevklerden vazgeçmemek uğruna sosyalizmin kurulmasının önündeki önemli engellerden birini oluşturduğunu düşünüyorum. ne de olsa pahalı kıyafetler giyebilmek, üçüncü nesil kahvecide cappucino içebilmek, almanların, japonların veya italyanların ürettiği otomobillere binmek, eşitlikçi, eğitim ve sağlık hizmetinin bütünüyle parasız olduğu, işsiz kalmanın yasak olduğu sosyalist bir ülkede yaşamaktan değerli. bu satırları yazdığım sırada, idare mahkemelerinin yargısal denetimi dışında hiçbir güvencesi bulunmayan sendikasız bir işçi olduğumu, yarın sabah bir maille veya tarafıma verilmiş bir yazıyla iş akdimin feshedilebileceğini hatırlatmak isterim. konudan biraz saptım. bu parantezi kapatıp adc’ye geri dönüyorum.

    1955-85 yılları arasında, bazı ekonomik sarsıntılar yaşamakla beraber, adc düzenli bir biçimde büyüdü. ‘80’lerin başında polonya’da anti-komünist solidarnosc hareketinin yaygınlığının artması ve kısmi başarı kazanması, abd’de yeni başkan seçilen reagan’ın saldırgan tutumu, tarihin gördüğü en büyük hain olan gorbaçov’un sbkp genel sekreteri seçilmesi gibi gelişmeler tüm sosyalist ülkeler gibi adc’yi de derinden etkiledi. petrol fiyatlarının düşüşü ve gorbaçov’un uyguladığı “liberal” ekonomik-sosyal politikalar nedeniyle sovyetler birliği ekonomisi kötüye gitmeye başladı. benzer bir gerileme, gelişkin sanayisi için hammadde ihtiyacı artan adc için de geçerliydi. fakat sosyalist ülkelerin ekonomideki kötü gidişi, bazılarının iddia ettiği gibi geri döndürülemez değildi. bundan daha önemlisi, sovyetler birliği’ndeki ve sosyalist ülkelerdeki komünist partilerinde ve gençlik örgütlerinde çok büyük bir ideolojik çözülmenin yaşanmasıydı. gelecek yıllarda büyük patronların ve sscb bakiyesi kapitalist ülkelerin yöneticilerinin bir kısmının komünist partilerin içinden çıkması bunun sonucuydu. bu tür bir dağılma yaşanmasaydı sosyalizm belki yine çözülürdü ama bu ülkelerin örgütlü ve öncü kadroları tarafından yönlendirilen işçi sınıfı, kapitalistlere çok büyük bedeller ödetirdi. çok büyük ihtimalle de kapitalist restorasyona geçit verilmezdi.

    ‘89 yazında macaristan, çekoslovakya ve bulgaristan’a giden adc yurttaşlarının fac elçilik binalarında toplanmalarına göz yumulması adc’ye çok büyük bir darbe oldu. dönemin sbp genel sekreteri ve devlet konseyi başkanı erich honecker, yaklaşık üç milyon kişinin bu ülkelerde olduğunu belirtiyor. ‘89’da adc’nin nüfusunun on altı milyon olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu sayının ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılır.

    ’89 sonbaharı’nda adc’nin 40. yılı etkinlikleri için berlin’e gelen gorbaçov, sscb ve adc için kararını çoktan vermişti. sovyetler birliği’nden umudunu kesmiş ve kendisini sosyalizmi bitirmeye adayan gorbaçov ve kliği, glastnost ve perestroyka pespayeliğini başta adc olmak üzere tüm sosyalist ülkelere dayatıyordu. honecker, sovyetler birliği’nin ve sbkp’nin tarihsel nedenlerle diğer sosyalist ülkeler ve komünist partiler üzerindeki otoritesi nedeniyle bu politikalara karşı sağlam durulamadığını belirtiyor.

    40. yıl kutlamaları’nda sosyalist birlik partisi’nin gençlik örgütü özgür alman gençliği’nin(sdj) “gorbi” tezahüratlarıyla yaptığı yürüyüşün sonunda başkanlık sarayı’na saldırması ve çatışmaların çıkması daha sonra yaşananlar ve sosyalizmin çözülmesi ve berlin duvarı’nın yıkılmasına yol açan olayları tetikledi. honecker gibi otoriter bir lider bile, birkaç yıl sonra kendisiyle yapılan bir röportajda, hiç kimsenin ölmediği eyleme müdahalenin sertliğini doğru bulmadığını söyledi. bzim ülkemizde onlarca kişinin öldüğü eylemler/katliamlar sonrasında bile devlet yöneticilerinin ölenlerin ve ölmeyenlerin arkasından bir sövmedikleri kalıyor. hatta zaman zaman sövdükleri de görülebiliyor. bu eylem sonrasında adc tarihinde görülmemiş, yüz binlerce kişinin katıldığı kitle gösterileri yapıldı, gösteriler nedeniyle sbp’nin önder kadroları suçlandı ve honecker dahil olmak üzere parti ve devlet görevlerinden uzaklaştırıldılar.

    gerisi çorap söküğü gibi geldi. parti genel sekreterliği’ne genç kuşaktan egon krenz getirildi. krenz, birkaç ay dayanabildi. sbp’nin adı, bugün de almanya’da varlığını sürdüren, demokratik sosyalizm partisi(dsp) olarak değiştirildi. parti başkanlığına gregor gysi getirildi. partinin öncü rolü anayasadan çıkarıldı. “serbest” seçimler yapıldı. seçimler sonucunda sbp-dsp iktidarı kaybetti. tüm bu süreçte protestan kilisesi de karşı devrimci tutumuyla kritik bir rol oynadı. berlin duvarı yıkıldı. 3 ekim 1990’da federal almanya, demokratik almanya’yı ilhak etti ve adc tarihe karıştı. honecker’in tasfiyesinden sonra almanya’da sosyalizm ancak bir yıl, sosyalist almanya’nın çözülmesinden sonra da sscb ancak bir yıl daha dayanabildi. fakat tüm bu yaşanan zorluklara ve ihanete rağmen adc’nin çok gelişkin bir sağlık ve eğitim sistemi kurduğunu, yurttaşlarına her aşamada eşit, parasız sağlık ve eğitim hizmeti sunduğunu, kültürel açıdan da adc halkının büyük kazanımlar elde ettiğini belirtmek gerekir.

    son sözü; adc’nin kuruluşundan çözülüşüne kadar sbp genel sekreterliği ve devlet konseyi başkanlığı da dahil olmak üzere kritik görevlerde bulunan, nazi hapishanelerinde on yıl tutsak edilmiş, almanya’da kırk yıllık sosyalist kuruluşun önder kadrolarından olmuş, seksen yaşında federal almanya’nın anti-komünist hakimleri tarafından naziler’den kalma aynı hapishaneye atılmış, sosyalizmin çözülüş sürecinde kararlı duruşuyla, sosyalizme bağlılığıyla büyük saygıyı hak eden, seksen iki yıllık yaşamının altmış sekiz yılını örgütlü olarak geçiren erich honecker’e bırakalım:
    “kapitalizmin çözümlenmeyi bekleyen dev bir çelişkiler yumağı içine düşüp yolunu yordamını şaşırdığını söylemek abartılı olmaz. ‘pazar her şeyi kendi başına düzenler gibi’ çocukça bir inançla insanlığın sorunlarının hiçbiri çözülemez. bu yüzden kaçınılmaz olarak, yeni toplumsal ilişkiler kuracak ve biçimlendirecek olan yeni toplumsal güçler eyleme geçecektir. ya kapitalizm insanlığı yerle bir edecek, ya da insanlık kapitalizmi aşacaktır. sonuncusu daha olası ve daha reeldir, çünkü halklar yaşamak istiyor. tüm zorluklara ve tehlikelere, şu andaki kötü duruma rağmen iyimserim: gelecek sosyalizmindir.”

    okunurluğu arttırmak için değiştirdiğim ve genişlettiğim daha önceden yazdığım bir makaledeki dipnotları attım. konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler aşağıdaki eserleri okuyabilirler.

    erich honecker: moabit hapishanesi notları, ernie trory: özgürlük savaşı, andrey gromıko: anılarım, yalçın küçük: sovyetler birliği’nde sosyalizmin çözülüşü, engin erkiner: 1989 berlin duvarı, roger keeran, thomas kenny: ihanete uğrayan sosyalizm.
    #215471 ozel universitede calisan leninist akademisyen | 4 yıl önce (  3 yıl önce)
    0ülke