bu başlık kişiye özel bir başlıktır
  1. 10 Ekim cumartesi - Ankara Katliamı.

    Tanıştığım kadının sevdiği kadını bomba yüzünden nasıl kaybettiğini anlattığı hikâyesini hiçbir zaman unutmayacağım. Zamanın yüzüne oyduğu boşluktan onun acısına dokunmuştum. O boşluk ki 5 yıldır kapanmıyor. Şu an ne yapıyordur? Nerededir? Hiç bilmiyorum ancak geçen her yılda yüzündeki oyuğun daha da büyüdüğünü biliyorum.

    içimizdeki yaraların nasıl çoğaldığını annemde görüyorum. Gün gün yayılarak nasıl kanamalı bir sancıya dönüştüğünü seyrediyorum. Zaman her şeyin ilacı da neden iyileşmiyorum diye sürekli kendimi sorgularken karşımda daha gerçekçi bir örnek duruyordu. Ve her şeyi apaçık anlatıyordu yaranın nasıl yara olduğunu. Gece başlayan ağrısı dinmeyince fenalaştı, ardından en yakın hastaneye götürdük. Arabadan iner inmez gelen tuvaletini tutamayınca bedenindeki utancını gizlemeye çalıştı. sedyeyle birlikte iki hemşire geldi. 50 kiloluk bir insanı kaldıramadıkları gibi gördükleri manzara karşısındaki yüzlerinin hareketlerini takip etmeye çalıştım. Daha da kırıştı çizgiler. Gözler hızlı hızlı hareket etmeye başladı. Akıllarına en ufak kötü bir sözcük düşmemeli diyorum ve ağrı kesici serumu veriyorlar. Altını temizleyip bir hasta önlüğü takıyorum. yüzü dönük. saçları kınalı ve dağınık. akların parlaklığı sönük. elinin avucuyla yüzünü örtüp öylece sabretti.

    eve döndük. dönüşümüz kanlıydı. kanı durmadı bir türlü. Doktoru ne kadar ararsak arayalım normal deyip geçti. Elinin avucuyla yüzünü daha da örtüp öylece hasta bezi içinde sabretti.

    11 ekim pazar - dorukkaya

    sanırım nerede olmam gerektiğine bir kez daha kanaat getirdiğim bir gündü. Nereye dönmem gerektiğini artık daha iyi biliyordum. Yengemi annemin başına bırakıp evden çıktığımda aldığım soluğun boğazımı yakışı beni rahatlatmıştı. İki kuru ağacın gölgesinde oturup ılık çay ve sımsıcak kahvenin verdiği ferahlık, bir kez daha hatırlattı bana doğada olmam gerektiğini. ormanın sıklığı içinde geçip gitmek, rüzgârın serinletici elini yanaklarımda hissetmek, toprağın karnındaki çatlaklarından topladığın çamuru ayaklarıma sürmek, adını bilmediğin bir çiçeğin ağır kokusundan kendi arzularımı yaratmak, göğe yapışmış örümcek ağının hareketlerini izlemek ait olduğum yeri anbean fark ettirdi bana. Hafifledim. çoğaldım. tazelendim. dinginleştim. uzun bir yolun nerede kısalacağını biliyordum artık.

    12 ekim pazartesi - sonrası günler

    pazar akşamı eve geldiğimde keyifli bir şekilde annemin odasına gitmiştim. altı değişecek kalmış. yaralarına hiçbir şey yapılmamış. hasta bezi kalmamış. o gün ne olduysa artık elinin avucuyla yüzünü örtüp ağlayarak sabretti. sabaha kadar kanaması durmadı. ne yedi ne içti. klozet üzerinden verdiği hayat derslerinin o kadar dikkate alınacak bir şey olmadığını anlatıp durdu. savaşmam gerektiğini, hayatında bir arkadaşının olması gerektiğini sözcüklerini ağlata ağlata konuştu. gitmem gerektiğini de. 12 ekim pazartesiden yazdığım şu vakte kadar ne kanaması durdu ne de yaraları azaldı. bana söylediğini aslında kendisine söylüyordu. "savaşmalısın."

    yaralarına pansuman yapma vakti geldiğinde anlık refleksle elleriyle birlikte kapattı mahremiyetini. bekledim. gözlerini hiç açmadı. "ben bu hâllere düşecek kadın mıydım pia?" dedi. ellerini yavaş yavaş çekerken istemsizce bacaklarını karnına doğru çekiyordu. bekledim. tam anlamıyla izin verene kadar bekledim. ağladı. yuhaladı. ağladı. sövdü. ağladı. büzüldü. ağladı. ağırlaştı. ağladı. küstü. ağladı. devam etti. ağlarken ağlarken kendisini bıraktı. işte o zamandı.

    içimizde büyüyen canlı bir yara karşımdaydı. Onu iyileştirmek için sadece elimizdekiyle yetinmek zorundaydık. Peki, içimizdeki yaraları iyileştirmek için elimizde ne yoktu da bunca yıl bir ur gibi sarıyordu her bir yanımızı? her sabah 06.40'ta uyanıp yaraların biraz daha azaldığını görmek için gittiğimde aksine başka başka yerlere sıçramış oluyordu. tekrar. tekrar. tekrar. tekrar. durmaksızın devam ediyoruz aynı işlemi gerçekleştirerek. herkesin görüntüsünden, kokusundan tiksindiği dışkı benim için yaşama belirtisi olmuştu. kan yerine kakasını yaptıysa yüreğimdeki daracık yol genişliyordu. genişleyen yolda annemin ağzından çıkacak cümleleri ezberlerken elinin avucuyla yüzünü örtüp sabrediyordu annem.

    ne kadar süre devam eder bilmiyorum ancak iyi şeylerin olacağına dair hissiyatımı azalttığım zamanlarda gidilecek bir yol arıyorum. Bütün bunlar olmadan önce yolculuk projesine başlamıştım. Bankanın verdiği limitine uygun bir yüksek tavan kapalı kasa kamyonet almış ve tamir etmeye başlamıştım. kasanın antipasını temizlemiş bir güzel boyamış, çürük yerlere kaynak yaptırmış, kaportayı düzeltmiş, kilitleri yeniletmiş, vitesi yaptırıp en önemli kısımlarını bir güzel hallettirmiştim. İş yoğunluğu nedeniyle karavan yapımına başlayamamış ve öylece kalakalmıştı. Bunun için proje duyurusu yapmış, odamdaki eşyaları satılığa çıkarmıştım. kitaplarım, fotoğraf makinelerim, lensler hâlâ satılık. kitaplığımdaki kalan kitapları vakit buldukça yüklüyorum. bu projeyi gerçekleştirme isteğimi koruyorum. ancak aracı elden çıkarıp aldığım parayı kredi borcuna verip ardından bulduğum gidilecek yolu takip edeceğim. o yolda toparlandığımda -annem için de- tekrardan daha sağlıklı ve koşulları iyi olan bir araç alıp istediğim karavan yaşamına kavuşup fotoğraf yolculuğuna çıkmış olacağım. biraz daha zaman biriktireceğim bunun için.

    www.shopier.com/...

    yarın yola çıkıyorum. gideceğim yer ise istanbul. ilk kez bu kadar rahat bir şekilde kem küm etmeden anneme anlattım. iki gündür konuşmamış olmamıza bakarsak yarın için pek de iç açıcı değilim. olmayacağını hissediyorum. bu hisse rağmen istanbul'a gitmek isteyişim şehirle vedalaşmak. güzellikleriyle büyürken diğer yanımdaki kırgınlıklarımla yüzleşip istanbul defterini kapatmak. dilerim bunu başarabilirim. ben de elimin avucuyla yüzümü kapatıp sabredeceğim.
    #208800 pia | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    0kişiye özel