1. kadıköy'de doğmuşum ve bütün hayatım boyunca kadıköy'de yaşadım. aklım ermeye başladığımdan beri fenerbahçeliyim. düşünün kalede tam bir kova olan ljukovcan vardı. değil liseliler genç doçentler bile zor hatırlar. fenerbahçeli olmamda galatasaray lisesi'nde okuyan az sayıda fenerliden biri olan rahmetli ağabeyimin payı büyük. onun telkinleri ve kızdırma tehdidi olmasa babam gibi ben de beşiktaşlı olurdum herhalde.

    ilk gittiğim maç, 103 gollü şampiyonluğun yaşandığı, 1988-1989 sezonundaki fenerbahçe stadı'ndaki kahramanmaraşspor maçı. koyu fenerli eniştem engelli olduğu için maçı saha kenarından izlemiştik. abim de o zaman ortaokul öğrencisi evden kaçıp maça gelmiş. tribünden bizi görmüş maratonun en alt kısmına gelerek bize selam verdi sonra enişteme maçta olduğunu annemlere söylememesini söyleyip kendi yerine geçti. maçtan önce ,uzun yıllar çok seveceğim ama babası türkiye işçi partili olmasına, kendisi ağır kumarbaz ve zampara olmasına rağmen yandaşlıkta sınır tanımadığı için bütün sevgimi yitiren rıdvan beni öpüp, tribünlere atacağı çiceği bana veriyor. eniştem olayın heyecanından bütün maç boyunca sustuğumu hep anlatır. maç güzel geçiyor. 4-1 kazanıyoruz. sonrası elimde çiçekle eve dönüş ve çiçek hikayesinin anlatılması. sezon sonu da epik. hala kırılamayan 103 gol atarak kazandığımız ve hatırladığım ilk şampiyonluğumuz.

    stadyumun o zamanki hali berbat. numaralı dışında kapalı tribün yok. numaralı tribünün de üçte biri(sağ ve sol uçları) kapalı değil. maraton tribünü o zaman yola bitişik değil. caddeyle maraton tribünü arasındaki alan toprak ve her yağmur yağdığında çamur oluyor. çok yağmur yağdığında ise aynı alan adeta lağım görüntüsünde. eski ve yeni açık tribünleri hem küçük, hem sahaya çok uzak hem de adı üzerinde açık tribün. yağmur yağarsa sırılsıklamsın. stad tuvaletleri ise hayatınızda gördüğünüz en pis "umumi hela"dan bile daha pis. tribünde hiç kimse koltukta oturmuyor. herkes koltukların sırt kısmına oturuyor ayaklar koltuğa basılıyor. önemli bir pozisyon oldu mu herkes ayağa kalıyor. pozisyon geçince oturuluyor. oturmakta geç kalanlar, çök çök çök çök nidalarıyla oturtuluyor. dolayısıyla bu kötü ortamda kadınlar maçlara gelmesi imkansızdı. o dönemin en önemli eksikliklerinden biri buydu. bu durumun tersine iyi olan şey ise çoğu işçi sınıfı kökenli olan futbolcuları izlemeye aynı sınıftan insanlar çok rahat gelebiliyordu çünkü bilet fiyatları ucuzdu.

    tüm bunları niye anlattığıma gelince. alper potuk, tarık çamdal, sabri sarıoğlu, ismail köybaşı, necip uysal gibi ileri derecede kazma futbolcuların sayesinde milyonlar kazandığı, fatih terim, hakan şükür, erdoğan demirören, aziz yıldırım, emre belözoğlu, volkan demirel ve daha nice sayamadığım karakter problemi olan insanların etkin olmasını sağlayan endüstriyel futbol, beni o kadar soğuttu ki 2000-2001 sezonunda ertesi gün anayasa hukuku sınavım olmasına rağmen elimde ergun özbudun'un kitabıyla maraton tribününden iyi bir yer kapmak için akşam yedideki maça öğlen on ikide giren, 2003-2008 yılları arasında kombine kartı olan, şehir dışında olmadığım zamanlarda kadıköy'deki her maça giden ben, maçları izlemez oldum. bu kadar derin bağlarım olmasaydı takım tutmayı kesin bırakırdım. ama öyle olmadı. biz çocukken kadıköy'de başka takım taraftarı yok denecek kadar azdı. zaten nüfus da şimdikine kıyasla çok daha seyrekti. mahallede(erenköy) çoğu kişi birbirini tanırdı. birbirimizi kızdırırdık ama diğer takımlara karşı da her zaman saygılıydık. başka türlüsü de olamazdı. herkesin ailesinde her takımı(üç büyükleri diyelim) tutan insan vardı. ağabeyimin liseli arkadaşı galatasaraylı olmasına rağmen bizimle fener'in anadolu takımlarıyla yaptığı maçlarına gelirdi. biz de aynı şekilde sami yen'e giderdik. o günleri düşününce, şimdi rakip takımlar hakkında yapılan hiçbir temeli olmayan, bol küfürlü garip yorumları hala anlayamıyorum. küfür bizim çocukluğumuzda da vardı. ben de küfürbazın tekiydim. hala da öyleyim. ama biz kurumlardan çok kişilere küfür ederdik. bu arada hala en sevdiğim tezahürat, derinden yavaş yavaş yükselen, 45 yaş üstü emmilerin kendinden geçercesine vakur bir duruşla, sağ yumruklarını sıkarak ileri geri sallayıp sikici fener, sikici fener diye bağırmasıdır. bu tezahüratı da 25 yıldır duymadığımı da belirteyim. 90'lı yılların ilk yarısına özgü bir tezahürattı sanırım.

    fazla uzattığımın farkındayım. özetlersek, insanın çocukluğunda edindiği ve ağabey-kardeş ilişkisi, mahalle kültürü vb. şeylerle harmanladığı bazı şeylerin etkisi azalsa da kaybolmuyor. fenerbahçeli olmak benim için böyle bir şey. fenerbahçe, adını oğluma verdiğim ağabeyim, doğup büyüdüğüm kadıköy, yedi sene okunan lisede bir iki istisnayla tüm yakın erkek sınıf arkadaşlarım demek. fenerbahçe lefter demek can demek, baba hakkı(yeten), metin oktay, çizgi metin (kurt) gibi onurlu sporcuların rakibi olmak demek. bu endüstriyel futbol denen nane yüzünden ben bu taraftarlığı şimdi nasıl bırakayım?
    0spor kulübü