Bu güzide başlık biraz boş kalmış, ufak ufak dolduralım.
Japonya'nın ikinci dünya savaşı'na girişi:
japonlar 1931 yılından itibaren saldırganca bir tutumla asya'daki köprübaşlarını, iç çatışmalarla ve o bölgedeki amerikan ve ingiliz çıkarlarına zarar verecek biçimde zayıflatılan çin'in aleyhine olmak üzere genişletmeye kalkıştı. japonlar o yıl mançurya'yı işgal etmiş ve bu ülkeyi bir japon uydusuna dönüştürmüştü. 1932 yılında çin'e nüfuz ettiler ve 1937 yılından itibaren o olağanüstü geniş bölgenin kontrolünün tesisi için kararlı bir yol izlediler. ne var ki gerilla harbinin tuzağına düştüler ve sonunda güneydeki yayılmacı hareket sorunuyla mücadele etmek için çin'i dışarıdan gelen ikmal malzemelerine karşı kapatmayı hedeflediler. 1940'ta hitler'in fransa, lüksemburg, hollanda ve belçika'yı işgalinden sonra, japonlar fransız hindiçini'nin "koruyucu" işgalini tehditle kabul ettirerek, fransızların çaresizliğinden yararlandı. 24 temmuz 1941'de amerikan cumhurbaşkanı roosevelt, bu duruma cevaben japon birliklerinin hindiçin'den geri çekilmesini talep etti ve taleplerini yerine getirmek için 26 temmuz'da amerika birleşik devletleri'ndeki bütün japon varlıklarını donduran ve petrol ikmaline ambargo koyan emirler yayımladı. churchill de eşzamanlı olarak aynı yolu seçti ve iki gün sonra londra'da sürgündeki hollanda hükümeti de aynı yolu izlemesi için ikna edildi. böylece churchill'in belirtmiş olduğu gibi "japonya, bir defada hayati petrol kaynaklarından yoksun bırakıldı."
daha 1931'deki ilk görüşmelerde böylesine felakete uğratan bir darbenin, japonya'nın çöküşünün ya da politikasını terk etmesinin yegane seçeneği olduğundan daima japonya'yı savaşmaya zorlayacağı kabul edilmişti. japonya'nın, petrol ambargosunu kaldırmak için müzakere etmeye çabalarken, taarruzu dört aydan fazla bir süre ertelemesi dikkate değerdir. amerika birleşik devletleri hükümeti, japonya sadece hindiçin'den değil, ayrıca çin'den de çekilmedikçe ambargoyu kaldırmayı reddetti. hiçbir hükümetten, hele hele japon hükümetinden böylesine aşağılayıcı koşulları ve böyle "itibar kaybını " sineye çekmesi beklenemezdi. o nedenle temmuz ayının son haftasından sonra pasifik'te savaşı her an beklemek için her neden mevcuttu. amerikalılar ve ingilizler bu koşullar çerçevesinde japon saldırısından evvel dört aylık fırsat tanındığından talihliydiler. ne var ki savunma hazırlıkları için bu aradan yeterince istifade edilmedi.
7 aralık 1941 sabahı japon donanması, hawaii adaları'nda bulunan pearl harbor amerikan deniz üssü'ne altı uçak gemisiyle korkunç bir saldırıda bulundu. bu taarruz, japonya'nın rusya'ya karşı savaşında, 1904'te port arthur'a gerçekleştirdiği ilk saldırı örneğini izleyerek savaş ilanından önce gerçekleştirildi.
japonya'nın 1941 yılının başına kadar amerika birleşik devletleri'ne karşı bir savaş durumundaki planı, güney pasifik'teki ana donanmasını filipin adaları'na yapacağı taarruzla birlikte kullanarak amerikalıların okyanus boyunca oradaki garnizonlarına gerçekleştireceği yardım harekatını önlemekti. bu amerikalıların japonlardan yapmasını bekledikleri bir harekat tarzıydı ve beklentileri japonların son hindiçin işgaliyle pekiştirilmişti.
bununla birlikte amiral isoroku yamamoto, pearl harbor'a baskın tarzında bir saldırı planlamıştı. vurucu kuvvet kuril adaları'dan geçen çok dolambaçlı bir rota takip etti ve kuzeyden aşağı doğru tespit edilmeden hawaii adaları'na indi ve daha sonra güneş doğmadan önce 360 uçakla pearl harbor'a yaklaşık 300 mil mesafedeki bir mevkiden saldırıya geçti. sekiz amerikan ana muharebe gemisinden dördü battı, biri sahile çekildi ve diğerleri ağır hasar gördüler. japonlar bir saatten biraz fazla bir süre zarfında pasifik'in kontrolünü ele geçirmişlerdi.
bu saldırıyla o okyanustaki amerikan, ingiliz ve hollanda topraklarına yapılacak devamlı çıkarma harekatları için rota temizlenmişti. ana japon vurucu kuvveti hawaii adaları'na doğru seyretmekteyken, diğer deniz birlikleri güneybatı pasifik'e giden kıta nakliye gemilerine refakat ediyorlardı. neredeyse pearl harbor'a gerçekleştirilen hava taarruzuyla eşzamanlı olarak hem malay yarımadası'na hem de filipinler'e çıkarma harekatları başladı.
malay yarımadası'na gerçekleştirilen çıkarma harekatı singapur'daki ingiliz deniz üssünü hedef almıştı, fakat asıl olarak denizden, savunmanın önlemeyi tasarladığı türden bir taarruz girişimi yoktu. yaklaşma istikameti dolaylıydı. havaalanlarını ele geçirmek ve dikkati buraya çekmek için malay yarımadası'nın kuzeydoğu kıyısındaki kota bharu'ya çıkarma yapılırken asıl kuvvetler, singapur'un yaklaşık 500 mil kuzeyinde, yarımadanın boğaz kısmına, siamese'ye çıkarma yapıyorlardı. japon birlikleri kuzeydoğudaki bu en uç noktadaki çıkarma yerlerinden, yarımadanın batı kıyısına akınlar halinde hücum ederek ingiliz kuvvetlerinin kendilerini durdurma girişiminde bulundukları hatları birbiri ardına yanlardan kuşattılar.
japonlar sadece böylesine umulmadık zor güzergahların seçiminden değil, genellikle kalın bitki örtüsünün sağladığı beklenmedik sızma fırsatlarından yararlandılar. neredeyse altı haftalık sürekli geri çekilmeden sonra ingiliz kuvvetleri ocak sonunda anakaradan singapur adası'nın içlerine doğru terke zorlandı. japonlar, 8 şubat gecesi iki kilometrelik boğaz boyunca taarruza geçtiler, birkaç noktada sahile çıktılar ve geniş cephe boyunca yeni sızma harekatları icra ettiler. 15 şubat'ta savunan kuvvetler teslim oldular, teslim olmalarıyla birlikte güneybatı pasifik'in kilit noktası kaybedildi.
japonlar 8 aralık'ta başlayan daha küçük ve ayrı bir harekatta, hong kong'daki ingiliz üssüne saldırdılar ve sömürgeyi garnizonla birlikte noel'e kadar teslim olmaya zorladılar.
manila'nın kuzeyine ana filipin adası luzon'a yapılan ilk çıkarmanın hemen ardından başkentin arkasına çıkarma yapıldı. amerikan kuvvetleri bu sarsıcı etken ve bir noktada birleşen tehdit altında adanın büyük bölümünü terk ettiler ve aralık'tan önce küçük batan yarımadası'na çekildiler. buna karşılık orada sadece çok dar bir hatta, cepheden gelecek bir taarruza açık vaziyette olmalarına rağmen mağlup oldukları nisan ayına kadar dayanmayı başardılar.
ondan çok önceleri, hatta singapur'un düşmesinden evvel, japon istila dalgası malay yarımadası'na kadar yayılıyordu. japon birlikleri 11 ocak'ta borneo ve selebes'e ayak bastılar ve bunu 24 ocak'ta daha kuvvetli birlikler takip etti. japonlar beş hafta sonra 1 mart'ta, ada kuşatma harekatlarıyla tecrit edildikten sonra, hollanda doğu hint adaları'nın asıl merkezi cava'ya saldırdılar. neredeyse bir hafta içinde, cava japonların eline olmuş bir armut gibi düşmüştü.
fakat, avustralya için an meselesi olan tehlike belirmedi. asıl japon harekatı aksi istikamete batıya birmanya'nın fethine yöneltildi. tayland'dan rangun'a girişilen, doğrudan fakat geniş cepheli harekat bir bütün olarak asya anakarasında önemli bir hedef için, çin'in direnme gücünü felç eden dolaylı bir hareket tarzı idi. zira, rangun ingiliz-amerikan teçhizat ikmalinin birmanya yolu'yla çin'e giriş limanıydı.
aynı zamanda, bu harekat tarzı pasifik'in batı kapısının işgalinin tamamlanmak ve orada bilahare karadan girişilebilecek herhangi bir ingiliz-amerikan taarruzunun güzergahı boyunca sağlam engeller tesis etmek için zekice tasarlanmıştı. 8 mart'ta, rangun düştü ve müteakip iki ay zarfında dağlardaki ingiliz kuvvetleri birmanya'dan geriye hindistan'a atıldılar.
böylelikle japonların emniyete aldıkları örtme mevzisi, doğal olarak o denli güçlüydü ki, her tekrar ele geçirme girişimi çok kötü bir şekilde engellenecekti ve ele geçirme teşebbüsünün çok yavaş bir şekilde olması muhakkaktı.
müttefiklerin güneydoğu ucundan başlamak üzere japonların işgal ettikleri toprakları geri almak için yeterli kuvvet yığmaya başlamalarından evvel uzun bir zaman geçti. müttefikler burada kendilerine japon ileri karakollarına yakın, büyük ölçekli üs temini sağlayan avustralya'nın elde olmasından yararlandılar.
japonya 1868 yılından bu yana imparator meiji döneminde (restorasyon) başlayan hızlı yenileştirme süreci sayesinde avrupa ve kuzey amerika dışında, gelişmiş tek sanayi ülkesiydi. bununla beraber, japon toplumu aslında imalatçının ya da tüccarın değil askerin yüceltildiği feodal bir toplum olarak kalmıştı. imparator kutsal, yönetici sınıf çok güçlüydü. ayrıca, askerlerin nüfuzu muazzamdı. ateşli vatansever ve genellikle şiddetli yabancı karşıtı olan japonlar özellikle çin üzerinde olmak üzere bütün doğu asya'da ülkelerinin egemenliğini kurmayı umut ediyorlardı. ordu 1930 yılından bu yana tehdit ve suikastlerle, neredeyse tüm japon politikasının kontrolünü üstlenmişti.
japonların siyasal ve stratejik sorunlara yaklaşımı, yenileştirmelerinin başlamasından bu yana hiç yenilgiye uğramamış olmalarından çok etkilendi. halkın, ülkesinin yenilmezliğine olan inancı, kuvvetlerinin hem karada hem denizde üstünlüklerini ve avrupalıların dünyanın geri kalan halkları üzerindeki hakimiyetinin kırılabileceğini göstermiş olduğu 1904-1905'te rusya ile yaptıkları savaştan sonra yaygınlaştı.
1902'den bu yana britanya'nın müttefiki olan japonya, ağustos 1914'te çin'deki alman mülkiyeti olan tsingtao ve shantung ile birlikte tümü alman kolonileri olan pasifik'teki marshall, caroline ve mariana adalar grubunu aldı. bu kazançlar birinci dünya savaşı'nın sonunda 1919 yılındaki versay antlaşması'yla kabul edildi. böylelikle japonya'yı pasifik'in batı yakasında hakim güç olarak bıraktı. buna rağmen halkı savaşta elde ettiklerinden tatmin olmadı ve kendisinin italya gibi yoksul bir ülke olduğu duygusuna kapıldı. o nedenle japonlar, almanya ve italya ile ortak bir yönleri olduğunu hissettiler.
hüsran duygusu japonların muhtemelen, 1915'teki çin'i kontrol altına alma girişimi olan 21 maddelik taleplerini amerikan itirazları karşısında geri çekilmek zorunda kaldığında meydana gelen başarısızlıktan kaynaklandı. 1895'teki çin-japon savaşı'ndan bu yana çin'in daima japon ordusunun asıl hedefi olması dikkat çekicidir. her ne kadar birinci dünya savaşı'nın sonunda imparatorluk savunma siyaseti deniz kuvvetlerinin görüşüne uyarak amerika birleşik devletleri'ni muhtemel baş tehlike olarak ilan etmekle birlikte ordu (kara kuvvetleri), uzakdoğu'daki büyük kara gücünün japonların kıtaya dair tasarıları için çok daha büyük bir tehdit olarak kabul edilen sovyet rusya hakkında daha fazla endişeliydi.
daha sonra 1921-1924 yıllarında japonlar için bir dizi aşağılayıcı olay meydana geldi. önce, ingilizler japonlarla aralarındaki ittifakı yenilemeyi nazikçe geri çevirdiler. bu ayrılığa bir ölçüde japonların pasifik'teki çeşitli yayılmacı planlarının emareleri neden oldu, fakat kesin karar güçlü amerikan baskısı altında alındı. japonlar bunu bir hakaret saydı ve beyaz halkın kendilerine karşı bir araya geldiklerine ilişkin bir işaret olarak kabul ettiler. bu kızgınlıkları japon göçünü kısıtlamak için asyalıların göçmenlikten çıkarılması amacıyla 1924 yılı göç yasası'yla sonuçlanan, birbiri ardına gelen amerikan yasama adımlarıyla arttı. bu çift irtibar kaybı zorlarına gitti.
bu arada ingilizler uzakdoğu'da singapur'da, muharip filoya yeterli bir deniz üssü inşa planları olduklarını duyurmuşlardı. bunun japonlar için bir engel olduğu çok aşikardı. üssün inşası japonlar tarafından bir meydan okuma olarak yorumlandı.
bütün bu olanlar, 1921 tarihli washington deniz silahsızlanma konferansı çerçevesinde amerikan ve ingiliz muharip filolarına dair 3-5-5 esasını kabul etmeleri nedeniyle artan bir saldırı altında olan japon siyasi liderlerinin aleyhine gelişti. diğer sıkıntılar shantung eyaleri'nin çin'e geri verilmesini kabul etmiş olmaları ve daha sonra 1922 yılında imzalamış oldukları çin'in bütünlüğünü güvence altına alan dokuz devlet antlaşması'ydı.
gerçekten ve garip olan washington deniz silahsızlanma antıaşması'nın pasifik'te üzerlerindeki kısıtlamaları zayıflatarak japonların müteakip yayılmacı hareketlerine yardımcı olmalarıydı. anlaşma çerçevesinde tasarlanan amerikan ve ingiliz deniz üsleri ya geciktirildiler ya da zayıf olarak tahkim edildiler. japonya'nın anlaşmayı açıkça reddetmeden önceki on üç yıllık dönemde tespit edilen silah ve tonaj özelliklerinden kaçınması kolayına geldi.
ayrıca daha liberal japon siyasi liderleri, 1929 yılında meydana gelen dünya ekonomik krizinden dolayı sıkıntı çektiler, çünkü japonya bunun sonucunda ordu taraftarlarının, yayılmanın japon ekonomik sorunu için yegane çözüm olduğuna ilişkin tezlerini zorlama konusunu istismar edebileceklerinden dolayı hoşnutsuzluğun artmasıyla ekonomik buhrandan ağır hasar görmüştü.
eylül 1931'deki "mukden yakası" japon ordusunun bölgesel liderlerine mançurya'ya girmek ve onu kukla mançukuo devleti'ne dönüştürme bahanesi ve fırsatı verdi. anlaşma uyarınca güney mançurya demiryolunu muhafaza eden birlikleri, taarruz tehdidine karşı meşru müdafaa bahanesiyle, mukden'deki çin garnizonu ile komşu garnizonlara saldırdılar ve onları silahsızlandırdılar. gerçekler çarpıktı ve üzeri örtüldü, böylece bu durum japonların bütün mançurya'yı müteakip birkaç ay zarfında işgal etmesine yardımcı oldu. işgal, milletler cemiyeti ya da amerika birleşik devletleri tarafından tanınmamakla birlikte, itirazlar ve yaygınlaşan ağır eleştiriler 1933 yılında japonların milletler cemiyeti'nden çekilmesi için teşvik edici oldu. japonlar üç yıl sonra nazi almanyası ve faşist italya ile birlikte anti-komintern paktı'na girdi.
temmuz 1937'de başka oldukça kuşkulu bir vaka, marco polo köprüsü'ndeki sözde bir çatışma, japon kwantung ordusu'nun kuzey çin'i istila etmesine yol açtı. işgal sonraki iki yıl boyunca devam etti ve genişledi, fakat japonlar, çan-kay-şek yönetimindeki milliyetçi çin kuvvetleriyle yaptıkları mücadelede giderek çıkmaza girdiler. bunun yanı sıra 1937 yılının yazında şanghay'a yaptıkları taarruzda püskürtüldüler. ancak bu sonuç uzun vadede işlerine yaradı, çünkü onları tartışmalı batı mançurya sınır ihtilafı konusunda sovyet ordusu vasıtasıyla maruz kaldıkları yeni bir dersten önce olmasa da, rus-japon savaşı'na uzanan taktik hatalarını ve aşırı güven eğilimlerini düzeltmeye sevk etti. ruslar ağustos 1939'da beş mekanize tugay ve üç piyade tümeni getirdiklerinde, burada nomonhan bölgesinde, yaklaşık 15.000 kişilik bir japon kuvveti askeri çembere alındı ve 11.000'i aşkını kayboldu.
aynı ay, umulmadık nazi-sovyet paktı haberi ılımlı japon hükümetlerinin geri gelmesine neden oldu. fakat bu tepki ancak hitler'in 1940'ta batı avrupa'yı işgaline dek sürdü ve temmuz 1940'ta, ordu tarafından prens konoye'nin başkanlığında, mihver yanlısı bir hükümet iktidara getirildi. ondan sonra çin'deki japon yayılması hızlandı ve aynı zamanda japonya eylül sonunda, almanya ve italya ile birlikte, bu üçlünün müttefiklere yeni katılan her yeni ülkeye karşı olacaklarını üstlendikleri, başlıca amerika'nın müdahalesine karşı olmayı hedefleyen "üçlü pakt"ı imzaladı.
japonlar nisan 1941'de kendilerini ayrıca sovyet rusya ile imzaladıkları tarafsızlık anlaşmasıyla garanti altına aldılar. bu anlaşma her ne kadar o zaman bile rusya'dan ve onun planlarından duyulan kuşku nedeniyle japonların bu tür harekatlar için mançurya'da on üç ve çin'de yirmi iki tümen bulundurmalarına yol açmakla birlikte, japon kuvvetlerinin güney istikametindeki yayılmacı harekatları için serbest kalmasına imkan tanıdı.
japonlar, 24 temmuz'da vichy hükümetinin gönülsüz bir şekilde kabulüyle fransız hindiçini'ni devraldılar. iki gün sonra amerika birleşik devletleri cumhurbaşkanı roosevelt, bütün japon varlıklarını dondurdu, amerika'yı ingiliz ve hollanda hükümetleri takip etti. böylelikle japonya ile ticaret, özellikle petrol alanında durma noktasına geldi.
japonlar barış zamanındaki petrol tüketiminin yüzde 88'ini ithal ediyorlardı. ambargo zamanında, japonların elinde normal kullanım için üç yıl, tam savaş tüketiminin ise yarısına yetecek kadar petrol stoğu vardı. ayrıca japon savaş bakanlığı'nın araştırması stokların çin'deki savaşı bitirmesi için gerekli olduğu hesap edilen üç yıldan önce tükeneceğini göstermişti, o nedenle oradaki zafer çok önemli görünüyordu. kalan mevcut yegane kaynak hollanda doğu hint adaları'ndaki petrol yataklarıydı ve hollandalıların oradaki tesislerini ele geçmeden evvel tahrip etmeleri imkan dahilinde olmakla birlikte, ülkedeki stoklar çok fazla eksiltilmeden bunların onarılabilip kullanıma sunulacağını hesap ettiler. cava ile sumatra'dan gelen petrol durumu kurtarmış olacak ve çin'in zaptının tamamlanması sağlanacaktı.
malaya dahil bölgenin işgali, japonya'yı dünya kauçuk üretiminin beşte dördünü ve kalay üretiminin üçte ikisinin sahibi yapacaktı. bu japonlar için sadece çok kıymetli bir kazanç olmayacak aynı zamanda düşmanlarını, petrolün kaybından daha kötü bir şekilde vuracaktı.
bunlar japon liderlerin ticaret ambargosuyla karşılaştıklarında dikkate almak zorunda kaldıkları başlıca etkenlerdi. amerika bu ambargoyu kaldırmaya ikna edilemedikçe, japon liderler ihtiraslarını terk etmek -ki o zaman bunu ordunun darbesi takip edebilirdi- ya da petrol yataklarını ele geçirmek ve beyaz güçlerle savaşmakla yüz yüze kalacaklardı. güç, kötünün iyisi bir seçenekti. şayet, çin'deki sefere devam ederlerse, ne var ki bu kez hindiçin'den çekilecekler ve güneye doğru yayılmalarını durduracaklardı. ambargoyu biraz hafifletebilirlerdi, ancak bu sefer japonya'nın kendisi zayıflayacaktı ve amerika birleşik devletleri'nin herhangi yeni bir talebine daha az dayanabilecekti.
ya hep ya hiç seçimindeki doğal tereddüt, japonların taarruza geçmede neden bu kadar yavaş davrandıklarını ve dört aydır karardan kaçındıklarını açıklayabilir. ayrıca askeri liderlerin hazırlıkları tamamlamak için yeterli zamanı arzu eden doğal içgüdüleri ve benimsenecek stratejiye ilişkin uzayan tartışmalar vardı. bir düşünce okulu, şayet japonya kendisini hollanda ve ingiliz topraklarını ele geçirmekle sınırlarsa, iyimser bir şekilde amerika'nın kenara çekilmeye devam edebileceğini umut bile etmiş ve ileri sürmüştü.
japonlar 6 ağustos'ta amerika birleşik devletleri'nden ambargoyu kaldırmaları için ricada bulundular. aynı ay savaş vukuunda amerika'nın bütün filipinler'i elde tutma kararı ve japonların buraya amerikan takviyesinin sevkinin durdurulması isteği çıkageldi. iki ay devam eden dahili tartışmalardan sonra, prens konoye hükümeti, general hideki tojo başkanlığındaki hükümet ile değiştirildi. bu muhtemelen belirleyici bir olaydı. yine de, başka uzayan tartışmalar vardı ve 25 kasım'a kadar savaş kararı alınmadı. bir hızlandırıcı etken ise toplam petrol stoklarının nisan ve eylül ayları arasında dörtte bir oranında azaldığını gösteren rapor oldu.
o zaman bile, japon birleşik donanması komutanı amiral yamamoto'ya, washington'da devam eden görüşmeler bir ihtimal başarılı olursa, pearl harbor saldırısının iptal edileceği emredildi.
aralık 1941'de pasifik'teki deniz kuvvetleri; -ingilizlerde 2 ana muharebe gemisi, 1 ağır kruvazör, 7 hafif kruvazör ve 13 muhrip, -abd'de 9 ana muharebe gemisi, 3 uçak gemisi, 13 ağır kruvazör, 11 hafif kruvazör, 80 muhrip ve 56 denizaltı, -hollanda'da 3 hafif kruvazör, 7 muhrip, 13 denizaltı, -özgür fransa'da 1 hafif kruvazör, -japonya'da 10 ana muharebe gemisi, 10 uçak gemisi, 18 ağır kruvazör, 18 hafif kruvazör, 113 muhrip ve 63 denizaltı.
burada dikkati çeken asıl nokta, iki taraf birçok açılardan birbirine yakın bir dengede olmakla birlikte, japonların çok önemli bir silah olan uçak gemisinde büyük avantajı olmasıdır. ayrıca böyle bir çizelge nitelik farklılıklarını gösteremez. japon kuvvetleri küçük ve iyi eğitimlidirler, özellikle de gece muharebelerinde; müttefiklerde olduğu gibi komuta ve dil sorunlarına maruz kalmadılar. müttefiklerin iki ana üssü pearl harbor ve singapur arasında 6.000 mil boyunca uzanan bir okyanus vardır. japon donanınası silah ve gemi açısından çok daha iyiydi. donanmanın çok daha fazla yeni gemisi vardı. bunların birçoğu oldukça iyi silahlarla donatılmış ve daha hızlı gemilerdi. ana muharebe gemilerinden sadece prince of wales bu açılardan daha iyi japon muharebe gemileriyle boy ölçüşebilecek durumdaydı.
ordunun gücüne bakarsak güneybatı pasifik'teki harekatları için toplam elli bir tümenden sadece on birini kullandılar. bu çeyrek milyonun altında muharip birlik demekti ve idari birliklerle birlikte muhtemelen toplam yaklaşık 400.000 kişiydi. müttefiklerin sayıları daha belirsizdi. japonlar taarruza karar verdiklerinde ingilizlerin hong kong'da 11.000, malaya'da 88.000 ve birmanya'da 35.000, toplam 134.000; amerikalıların filipinler'de 11 .000 kendi askerleri ve yaklaşık 110.000 filipin askeri; hollandalıların 25.000 düzenli askeri ve 40.000 milis kuvveti olduğunu tahmin ediyorlardı. yüzeysel olarak bakıldığında, kapsamlı bir taarruzu bu kadar küçük bir üstünlük ile başlatmak cesur bir kumar gibi görünebilir. aslında bu, genellikle deniz ve hava kontrolü japonlara bölgesel sayı üstünlüğü vereceğinden ve bu üstünlük özellikle amfibik çıkarmalarda ve gece taarruzlarında tecrübe ve üstün eğitim nitelikleriyle artırılacağından, iyi hesaplanmış bir kumardı.
japonlar, havada orduya ait toplam 1.500 adet birinci hat uçağından sadece 700 adedini kullanıyorlardı. ancak bunlar pearl harbor baskını için tahsis edilen 360 uçağın yanı sıra, formoza'da üslenen 11. hava birliği'ne ait 480 adet deniz kuvvetleri uçağı ile takviye ediliyorlardı. başlangıçta uçak gemileri tahsis edilmiş ve güneydeki harekatlara hava örtüsü sağlamak için ihtiyaç duyulmuştu. fakat, neredeyse savaştan dört hafta önce kasım'da mevcut müttefik avcı uçaklarından üstün olan japon zero avcı uçaklarının menzilleri artırıldı, böylece bu uçaklar formoza'dan kalkıp filipinler'e gidip oradan da geri dönmek suretiyle 720 kilometre (harekat yarıçapı) uçabiliyorlardı. bu nedenle uçak gemileri pearl harbor saldırısı için serbest kaldılar.
bu güçlü japon hava kuvvetlerinin karşısında amerikalıların, filipinler'de uzun menzilli otuz beş adet b-17 uçan kale bombardıman uçağının dahil olduğu 307 adet faal amerikan uçağı vardı fakat bunlar menzillerinin dışında diğer yönlerden daha niteliksizlerdi. ingilizlerin malaya'da çoğu eski model 158 adet birinci hat birliği vardı. hollanda'nın ise topraklarında 144 uçağı bulunuyordu. birmanya'da, o vakit ingilizlerin sadece otuz yedi avcı uçağı vardı. japonların, havadaki sayısal üstünlüğü, özellikle zero avcı uçaklarındaki kalite üstünlüğü ile artıyordu.
ayrıca, japonlar okyanustaki bu tür adalar ve körfez bölgesi için amfibi muharebeyi geliştirmelerine çok şey borçluydular. tek ciddi zayıflıkları ticaret filosunun nispeten -taşıma kapasiteleri 6 milyon tondan biraz fazla- küçük olmasıydı, fakat bu savaşın son zamanlarına kadar belirleyici bir engel haline gelmedi.
özetle japonlar savaşa, özellikle nitelik yönünden büyük bir üstünlükle başladılar. ilk safhada, tek gerçek korkuları amerikan pasifik donanması'nın derhal müdahale etmesiydi ne var ki o tehlike pearl harbor baskınlarıyla önceden önlendi.
istihbarat, güç dengesini belirlemekte nadiren yeterli bir şekilde hesaba katılan diğer bir etkendi. genel olarak, japonlar bölgeleri önceden uzun ve dikkatli bir şekilde inceledikleri için bu açıdan iyi durumdaydılar fakat amerikalılar 1940 yazında japonların diplomatik şifresini çözmüş olduklarından dolayı (albay william f. friedman'ın başarısı) müttefikler muazzam bir avantajdan yararlandılar. bundan sonra, bütün japon dışişleri bakanlığı'nın ve komuta kademesinin gizli mesajları amerikalılar tarafından okunabildi ve amerikalılar savaş öncesi müzakereler esnasında en son tokyo önerilerini, sunulmadan evvel biliyorlardı. japon büyükelçisine sadece harekatın tam tarihi ve yerleri aktarılmıyordu.
her ne kadar amerikalılar, pearl harbor'da gafil avlanmakla birlikte, japonların şifrelerini bilmeleri tabiatı gereği daha iyi kullanmayı öğrendikçe temel avantaj haline geldi. japon stratejisi, aynı yayılma sürecinde direnişi sürdürmek için ihtiyaç duyacağı ikmal maddelerinden yoksun bırakılacak olan çin'in üstesinden gelmesini sağlayacak gerekli petrol ikmalini emniyete alacak şekilde savunmada ve taarruzda, ikili hedefe göre ayarlandı. potansiyel gücü kendisinden çok fazla olan amerika birleşik devletleri'ne meydan okuma riskini göze alan japon liderler, mihver devletleri'nin şimdi neredeyse bütün kıta'ya hakim olduğu avrupa'daki beklenmedik olaylardan cesaret aldılar ve sovyet rusya hitler'in taarruzu nedeniyle o denli baskı altında idi ki uzakdoğu'ya neredeyse hiç müdahale edemedi. şayet japonlar, kuzeyde aleut adaları'ndan güneyde birmanya'ya kadar uzanan ortak merkezli savunma çemberini tesis ederlerse, amerika birleşik devletleri'nin, savunma hattını yarmak için girişeceği boşuna çabalardan sonra, eninde sonunda japonların fetihlerini ve onların "büyük doğu asya ortak refah alanı" adını verdikleri sistemin kurulmasını kabule yanaşacaklarını umuyorlardı.
planın, hitler'in arhangelsk'den astrahan'a kadar uzanan asya sınırını kapatan ve kimseyi yaklaştırmayan taarruzi esaslı bir savunma engeli tesis etme kavramıyla temel benzerliği vardı.
asıl olarak japonların planı filipinler'i ele geçirmek olmuştu; daha sonra da amerika'nın kurtarma hareketini beklemekti -bu manda altındaki adalarından bekleniyordu- bu arada onu püskürtmek için kendi kuvvetlerini yığmaktı (japonlar üç aşamalı plana göre, filipinler'in 50, malezya'nın 100 ve hollanda doğu hint adaları'nın 150 günde ele geçirilmelerinin tamamlanacağını hesap ettiler.) ağustos 1939'da uçak gemilerinin kıymetini takdir eden, ateşli bir taraftar olan amiral yamamoto, japon birleşik donanması'nın komutanlığına atandı. yamamoto zeki bir şekilde "japonya'nın boğazına doğrultulmuş bir hançer olarak" tanımladığı amerika birleşik devletleri pasifik donanması'nın derhal ve baskın şeklinde bir saldırıyla felç edilmesinin gerekliliğini zekice gördü. japon deniz kuvvetleri karargahı tezini oldukça kuşkulu ve gönülsüzce kabul etti.
ilk taarruz sorunu, zaman çizelgesi ve saat dilimi farklarıyla karmaşık hale geldi (hawaii'de 7 aralık pazar günü iken, malaya'da 8 aralık pazartesi olacaktı). fakat bütün ana harekatlar greenwich saatine göre 17:15 ile 19:00 saatleri arasında başlayacak ve bütün hücumlar yerel saatle sabah erken icra edilecekti.
amerikan cephesinde uzun süre siyasi olarak filipinler'i terk etmenin üzücü olacağı düşünülmüştü ancak hawaii'deki pearl harbor üssünden 5.000 mil uzakta olan bu adaları savunmanın imkansız olduğu askeri tezi baskın çıkmıştı. bunun üzerine bu plan yalnızca başkent manila'nın yanındaki, luzon'da tahkim edilmiş batan yarımadası'nda bir köprübaşı idame ettirecekti. bununla beraber, ağustos 1941'de plan değiştirildi ve bütün filipinler'in elde tutulması kararı alındı.
değişiklikteki bir etken 1935 yılından beri filipin hükümetinin askeri danışmanı olan general douglas macarthur'un baskısıydı ve daha sonra temmuz 1941'de tekrar amerika birleşik devletleri ordusuna çağrılarak uzakdoğu genel komutanlığı'na atandı. başkan roosevelt'in macarthur'un kararına değer vermesi, bizzat 1934'te dört yıllık amerika birleşik devletleri kara kuvvetleri kurmay başkanlığı görev süresini bir yıl uzatmasıyla daha önceden gösterilmişti. diğer unsur ise, başkan roosevelt'in, almanya'nın rusya'yı başına bela etmiş olduğunu anladığından petrol ambargosunu koyarken yaptığı gibi japonya'ya karşı daha sert bir tutum takınabilirdi. üçüncü etken ise sadece formoza'yı değil, fakat bizzat japonya'yı vurması umut edilen uzun menzilli b-17 uçan kale bombardıman uçaklarının gelişlerinin neden olduğu iyimserlikti. ne var ki japonya büyük miktarda b-17'nin filipinler'deki hava kuvvetini takviyesini beklemeden saldırdı. üstelik japon pearl harbor baskını amerikan kara kuvvetleri kurmay başkanlığı'nca ciddiye dahi alınmamıştı.
-ikinci dünya savaşı tarihi, sir 'basil liddell hart'