1. aynı edebiyat akımına denk düşen fakat düşünsel ve davranışsal kodlamalarda son derece zıt noktalarda olan iki büyük yazarın arasında ilerleyen süreklileşmiş bir tartışma/kavga olduğu çoklarınca bilinmektedir. konunun, klasik rus edebiyatı bünyesinde okumalar yapmak noktasında mühim olduğunu düşünmekte olduğumdan dolayı, bu girdide gerekçelerini sunaya çalışacağım iki yazar arasındaki süreklileşmiş zıtlığın.

    ve 'in yaşamları boyunca birbirlerine karşı aldıkları tutum büyük bir sır değil. bu gerçek her ne kadar birtakım verilerle birlikte kanıtlanabilir bir vaziyette olsa dahi, meselenin pek fazla konuşulmayan yanının iki yazar arasındaki yazarlıklarının başından sonuna kadar sürecek olan fikir ayrılığı olduğunu bilmek gerek.

    üzerine makaleler, kitaplar yazılmış; yıllarca şiddetini artırarak devam eden bir kavgadır bu. kimi zaman somut bir vaziyetle karşımıza çıkarken kimi zaman birtakım atıflarla metinlerde kendini gösterir bu tartışma. tüm bunlardan önce, yapmamız gereken kısa bir giriş var. aralarındaki ayrımı anlamaya da ışık tutacağını düşündüğüm yaşamlarına kısa bir göz gezdirmek gerekiyor. yaşamlarının kronolojik bir vaziyetten öte, düşünsel olarak irdeleneceğini belirtmeliyim.

    dostoyevski, rus edebiyatının karakteristik karmaşası... süreklilikle para sorunu yaşayan, edebi bir "berduş" yaşamı güden, çocukluk yıllarından bu yana zorluklar çeken, ilk yazarlık zamanlarında hiçbir karşılık bulamayan bir yazar. bünyesinde bir açıdan bir yükselişi, başka bir açıdan bir çöküşü barındırandır bana kalırsa dostoyevski. yaşamında dönüm noktası, mühendislik ihtisasına rağmen yaşamını idame ettirememesidir bir bakıma. çünkü bu noktada çarlık rejimine dair birtakım sorgulamalar var etmeye başlar dostoyevski. üniversite yıllarında başlamış olan muhalif görüşleri onu bu noktadan sonra, daha keskin bir hatta evriltir. baskıcı çar yönetimine karşılık dostoyevski'nin dahil olduğu inanç, elbette ki toplumsal bir kurtuluşun mümkün olduğudur. hatta bu bahiste söyledikleri ve yazdıklarından dolayı çar tarafından idam edilmesine karar verilmiştir fakat cezası hapse çevrilir ve böylelikle uzun yıllar hapiste, sürgünde yaşamıştır. dostoyevski'nin bu yönelimi, yazın hayatına da işlemiştir. yazdıklarında toplumsal olarak sorun yaşayan bireyleri, birlikte hareket eden toplulukları, rejimin meczuplaştırdığı tavırları işler. tüm bunlarla birlikte esas fikriyatı insanlığın kurtuluşunun, rusya'da yaşayan insanların geçmişlerini sahiplenip bunu ileriye çekerek verecekleri mücadeleye bağlar. yani büyük bir "lüzumsuzluk" abidesidir. lüzumsuzluk konusu başka bir girdinin konusu olmalıdır sanıyorum.

    ivan turgenyev ise ağırbaşlı, titiz, kendini bilen ve sürekli kontrollü bir yaşamı ilke edinen bir yazar. aynı zamanda; özel okullarda eğitim alan, çocuk yaştayken birkaç dili halihazırda öğrenmiş olan bir yazardan bahsediyoruz. ardından üniversitede aldığı felsefe eğitimiyle nihilizmi, yani yazarı tanımlamada sık sık başvurulan bu sıfatı sahiplenmeye başlar. çocukluğundan bu yana "entelektüel" bir çizgisi vardır aslında turgenyev'in. tabii böyle bir yaklaşım -sert kaçacak olsa da- elitist bir yaklaşım da doğurur yazarda. 4 yıl boyunca kalacağı berlin üniversitesi'nde özellikle hegel çalışır ve batı aydınlanması/hayranlığı yer edinmeye başlar düşünce sisteminde. rusya'da var olan baskının o da farkındadır elbette. sürekli avrupa'yı örnek gösterir buna karşılık. çözüm, batının modernitesine ulaşılmasıyla, hatta almanya'dan devşirilecek kimi fikirlerle sağlanacaktır turgenyev'e göre. kod bir tanımlama olsa da etliye sütlüye karışmayan turgenyev'in de hat safhada sansür uygulayan yönetimden payını aldığını söylemek gerek. 1 ay o da hapiste kalmıştır. şimdiden baktığımızdaysa kaanatıma göre dostoyevski gibi bir figür karşısında fazlaca görünmektedir.

    sözü uzattığımın farkındayım fakat yazarların yaşamlarına dair kısa bir derleme bile aralarındaki ayrımın keskinliğini net bir şekilde ortaya koymaktadır aslında.

    dostoyevki ve turgenyev, gençlik yıllarında tanışan iki yazar aslında. hatta ilk yıllarda birbirlerine sık sık methiye düzerler. kimi zamanlar yergiler de ayyuka çıkar tabii. sonuçta kurtuluşu farklı noktalarda arayan, karakter olarak epeyce farklı, kültür noktasında bambaşka iki bireyden bahsetmekteyiz. işin aslı dostoyevski bunu apaçık yapsa da, turgenyev genellikle dostoyevski'yi gizli kapaklı yermeyi tercih eder. turgenyev'in dostoyevski'ye ithafen söylediği iddia edilen "edebiyatın burnunda kızarık sivilce" tanımlaması belirsiz bir şekilde de olsa gerçekliğini korur. ama dostoyevski onu yine de pek sever. hatta kardeşine -yanlış hatırlamıyosam devrimci Mikhail'e-, turgenyev hakkında şöyle bir mektup atar:
    turgenyev bana aşık. ne adam... ne adam, kardeşim! ben de neredeyse aşık olacağım ona. yetenekli bir ozan, bir aristokrat, yakışıklı, zengin, zeki ve kültürlü bir oğlan. öyle sanıyorum ki doğa ondan hiçbir şeyi esirgememiş. üstelik hayran olunacak son derece dürüst bir karakteri var.

    ilginçtir ki bu alıntıda, dostoyevski'nin turgenyev'i övdüğü özelliklerden hareketle, dostoyevski'nin kendisinde olmayan özellikleri övmesi gibi bir durum söz konusu. dostoyevski ne bir aristokrat, ne yakışıklı, ne zengin ve hatta turgenyev'e kıyasla ne de kültürlüdür. olmayana övgü, dostoyevskideki turgenyev yansımasıdır kanımca.

    tüm bunlara rağmen kibrinden hiçbir zaman geri adım atmayan turgenyev, dostoyevski ile dalga geçmeyi sürdürür. dost sohbetlerinde, edebi tartışmalarda yüzüne karşı pek olmasa da dostoyevski'nin arkasından konuşmayı aksatmaz. dostoyevski ilk tanıştıkları zamandan başlamak üzere turgenyev'in yazarlığını kıskanırcasına ona yaklaşırken turgenyev, daha iyi bir yazar olmanın düşüncesi veya bilinciyle üstten bakmayı hiçbir zaman bırakmaz. sibirya'da geçen sürgün yıllarının ardından dostoyevki, turgenyev'in artık hatrı sayılır bir yazar olduğunu görür. bunun üzerine kendi çıkardığı, hiç satmayan dergiye turgenyev'i -belki de parasal sorunları çözmek için- davet eder. turgenyev dergide yazar fakat parasını alamadığı gibi, dergi de bir süre sonra kapanır. bunun ardından belirsiz esen sert rüzgarlar, belirli bir şekilde esmeye başlar.

    kavganın en ilginç hikayesi ise bir borçlu-alacaklı konusudur. okuyucuların tahmin etmekte güçlük çekmeyecekleri üzere borçlu dostoyevski, alacaklı ise turgenyev'dir.

    dostoyevski sürgün yıllarının ardından bir yayın evi ile sözleşme imzalar. bu sözleşme, her ne kadar akla pek yatkın görünmese de paraya muhtaç olan dostoyevski için son derece önemlidir. sözleşmenin ardından aldığı para ile avrupa'da kumar masalarından alkol sofralarına gezinir. tek kuruşu kalmamış, sefil bir hâle gelir. bu noktada devreye turgenyev girer ve ona hisli ve bir o kadar da provokatif bir mektup yazar. mektup, dostluğa övgü ve parasızlığın sorunlarına odaklanmıştır. bunun üzerine turgenyev dostoyevski'ye belli bir miktar para gönderir fakat dostoyevski bu parayı da kumar masalarında harcamadan geri durmaz.

    yıllar sonra başka bir avrupa seyahatinde turgenyev'le aynı kentte denk gelirler. eşi ona, turgenyev'in yanına gitmesi gerektiğini yoksa borcundan kaçtığı düşüncesinin ortaya çıkabileceğini söyler. bir rus için, hele ki o dönemlerden, alacak istenmeyen bir şeydir fakat unutulan bir şey hiç değildir, diye okumuştum bir yerde bir zamanlar. bununla birlikte bir rus için borç geciktirilmeden verilmesi gereken bir şeyken kaçılacak bir şey kesinlikle olmamalıdır. istemeye istemeye, canı sıkkın bir vaziyetle dostunu ziyarete gider dostoyevski.

    konuşma bir şekilde, bildiklerim (okuduklarım yıllardır) tam olarak nasıl ilerlediğini göstermemekte, turgenyev'in yazdığı son kitap olan duman'a gelir. süreklileşmiş beğenilere, destekleyici düşüncelere alışık olan turgenyev bu romanına dair sıkı bir karşı çıkışla karşılaşır ve bu onda, derin bir sarsıntı yaratır. konu da muhtemelen buradan doğacaktır. kitap slavcı yaklaşımları yerle bir etmek gerektiğini ana plana koyarken, rus karakterinin yozlaşmış ve sonuca ulaşamayan tarzından dem vurur. haliyle bunun tam zıttında bir fikre sahip olan dostoyevski ise kendi açısından söylemesi gerekenleri geri çekmez ve sıkı bir tartışma ortaya çıkar. konuşmayı turgenyev almanya'ya getirir ve kendini bir alman gibi hissettiğin açıklar. tartışma büyür ve dostoyevski evi terk eder. ardından bu duruma yönelik şöyle yazar:
    turgenyev hayalini yabancı ülkede kuruyor ve yeteneğini yitiriyor. ben almanlaşmaktan korkmuyorum çünkü bütün almanlardan tiksiniyorum.

    yaşam, birisini ve düşüncelerini anlamak için ne kadar da aydınlatıcı?

    çok ilginçtir ki iki büyük yazarda da son derece sığ iki düşünce görüyoruz bu tartışmada. yine de, söz konusu iki büyük yazarsa tartışma burada sonlanır mı? devam eder elbette. dostoyevski ecinniler romanında -ki sahiden müthiş bir romandır- turgenyev'in bir karikatürünü çizer. bu romanda, turgenyev'i yansıtan karmazinov'u anlatırken iğneleyici bir üslup takınır. karmazinov batı yanlısı ve kıvrak zekalı bir rus'tur. hatta karmazinov'un ağzından dostoyevski turgenyev'e çok meşhur şu pasajı kurdurtur, gazeteduvar'da okumuştum:
    Ben Alman oldum bundan da onur duyuyorum. İşte yedi yıldır Karlsruhe'de oturuyorum. Geçen yıl belediye kurulu, yeni su borularının döşenmesine karar verdiği vakit, yüreğimin ta derinlerinde duydum ki Karlsruhe sularının kanalizasyon işi, sevgili yurdumun bütün sorunlarından daha önemliydi benim için.

    edebiyat dünyasında yetkinliği doruğa ulaşmış olan dostoyevski'nin bu yaklaşımı turgenyev'i bir hayli sarsar. saldırmaktansa geri durmaz. arkadaşına attığı bir mektupta da onu sert bir şekilde eleştirir:
    dostoyevski'nin benim karikatürümü çizdiğini söylediler. pekala bırakalım kendini eğlendirsin. beş yıl önce baden'de bana gelmişti, borç aldığı parayı ödemeye değil, duman için bana açıkça sövmeye gelmişti. ona göre duman halkın önünde yakılmalıydı. bütün bu suçlamaları sessizce dinledim. şimdi ise ne görüyorum? bütün canice düşünceleri söylemişim! eğer dostoyevski çılgın değilse, ki çılgın olduğundan en ufak bir şüphem yok, herhalde bütün bunları düşünde gördü.

    bu kavga uzun yıllar gizli göndermelerle, atıflarla, ironilerle sürüp gider. alınan 50 rublelik borç en nihayetinde ödenir. puşkin şölenleri'nde konuk olarak çağrılan iki yazar, dostoyevski'nin şölende heyecan uyandıran bir konuşma yapmasının ardından barışırlar. belki sahte, belki eksikli... burasını bilmek hiçbir zaman mümkün olmayacak.

    doymak bilmez, her zaman arayış içinde olan, yaşamın sınırlarında yaşayan dostoyevski ile makul, titiz, düzenli olmayı yaşam tarzı haline getirmiş turgenyev'in uzlaşamamaları pekala normal karşılanabilir. bu uzlaşamama doğu-batı çelişkisini de barındırır bir ölçüde içinde. böylesi büyük iki yazar yaşadıkları toprakların kurtuluşu için farklı kutuplara işaret ederse onları takip eden edebiyatçıların da bu tartışmayı sürdürmemelerini beklemek mümkün olmamalıdır sanıyorum.

    iki büyük yazar tartışmış olsunlar, ne çıkar? dostoyevski hala dostoyevski, turgenyev hala turgenyev'dir sonuçta.
    #195154 docendo discimus | 5 yıl önce
    2olay