yalnız olduğunuzu hissedersiniz, yalnız olduğunuzu bilirsiniz, yalnız olduğunuzu kimseye ispat edemezsiniz zaten ispat da etmek istemezsiniz. yürürsünüz insanlar çarpar yüzler kaybolur isimler unutulur evin anahtarı hep sizde durur. o kapıdan bir kişi girer bir kişi çıkar. bütün eşyalar bile sizden sıkılmıştır. ayna bile sizi göstermemeye başlamıştır. size bir yine geldi …. diye bakar. kafanızı bir oyana bir bu yana çevirirsiniz etrafınızda sadece sadece kağıtlar vardır. durmadan yazarsınız biri okusun diye. ben bunları kendim için yazıyorum diye geçiştirirsiniz kendinizi. yoktur ölseniz duyacak yoktur. eşyalarla arkadaşlık yaparsınız. bütün sırlarınızı o küçük eğri sehpa bilir. sizi dinledikçe yamulur, yamulur yaşanmışlıkların altında. sevinçlerinizde o siz gibi kokan siyah yastığa sarılırsınız. yorganınız ağlama duvarı olur. o duvardan geçse de kimse duymayacak sizi. uçsuz bucaksız çöl dünya. tek ışığı yanan ev sizinki. sizin ışığınız bile alacalı gözükmüyor bir yanıp bir sönüyor. çıkıp bağırıyorsunuz koşmaya uzaklaşmaya başlıyorsunuz sonsuzluğa aydınlığa doğru. siz koştukça aydınlık yavaş yavaş çekiliyor dünyadan. geriye ağır anlamsız karanlık. küflenmiş yalnızlığınız ve size kocaman gülen çalar saatiniz. her sabah vefalı size günaydın diyen çalar saatiniz. doğumgününde ona yeni bir pil alıyorsunuz. pastanın üstüne bir mum dikiyorsunuz ve üflüyorsunuz. eğri sehpa alkışlıyor. aynanın gözlerinden yaşlar süzülüyor, yastık size kucak açıyor. bir yalnızlık senesine daha merhaba diyorsunuz. üstü siyah bantlarla kapanmış televizyonunuzun karşısına gidiyorsunuz. o televizyon koltuğu yayları kalbinize batıyor. uçları paslı sizi yavaş yavaş öldürüyor. ölüme gülüyorsunuz neden gülmeyelim ki yalnızız. şurada yalnızlıktan ölsek yalnızlık bile yüzümüze bakmayacak. yorgan ağlama duvarınız hastalanıyor. içinde bembeyaz bulutlar gizleyen lacivert yorganınız. siz ağladıkça tuzunuzu içine çeken çektikçe ağırlaşan yorganınız. sıcak bir çorba yapıyorsunuz. ufak bir soğan kesik bir limon. kokusu geceden uykusuz yastığı bile uyandırıyor. sehpa uzaktan ürkek bakışlarla olan biteni anlamaya çalışıyor. bilge evin yaşlısı ayna olayı çözmüş yine uzaktan ağlamaya başlıyor. o kara televizyon sehpasından çıkmış yorganın ayaklarını ısıtıyor. vicdansız televizyon koltuğu olduğun yerden kıpırdamıyor. kibirli tablolar acıyı resmediyor. uzaktan esinti sonbahar esintisi pencereleri gıdıklıyor. yorgan’ın ateşi biraz daha artıyor. ellerimiz birbirine dolanıyor. yorganın elini sıkıca tutuyoruz. yorgan titreyen dudaklarıyla bize şu sözü fısıldıyor ‘’yalnızlar biz kaybettik galiba’’. yazıyı sevdiğim bir dostumun sözüyle bitireyim: bir yalnızı ancak bir yalnızlık öldürebilir.