Bertnard russell’ın sorgulayan denemeleri. İçeriği hakkında genel bir bilgi veremiyorum çünkü kitaptaki ilk denemeyi henüz bitirdim ve biraz ondan bahsedeceğim. John gray’in yazdığı önsöz’de şöyle bir kısım var : İlk İnançlarım adlı meşhur anılarında Maynard Keynes, Russell’ın iki saçmalık derecesinde uyumsuz inanca sahip olduğunu yazar : “Bir yandan dünyanın tüm sorunlarının insani işlerin en irrasyonel şekilde yürütülmesinden ileri geldiğine inanıyor; öte yandan, yapmak zorunda olduğumuz tek şey rasyonel davranmak olduğu için, çözümün basit olduğunu düşünüyordu.” Aslında Russell’ın katı bir rasyonalizm anlayışı yok. Rasyonalizm sözcüğü ile ne kastettiğini açıkça yazmış, önce bunu bir verelim : eylemlerimizin etkilerini önceden tahmin etme sürecinde bilimsel düşünme alışkanlığı. Nerede kalmıştık? Russell’ın katı bir rasyonalizm anlayışı yok, hatta bazı örneklerle keskin bir rasyonalizm anlayışını beğenmediğini de açıkça dile getirmiş. Bunlar ayrıca tartışılacak meseleler, o yüzden konuyu dağıtmadan russell’ın gördüğü gibi sorunların sebebinin insani işlerin irrasyonel bir şekilde yürütülmesine bağlı olup olmadığı kısmına yani sebebe gelmek istiyorum. Çünkü irrasyonellik esas sebepse rasyonellik de çözüm olacaktır. Huxley’in Cesur yeni dünya kitabında yapay bir mutluluk ve düzen içinde yaşayan insanlardan oluşan bir topluluğun alternatifi olarak duygularına esir düşmüş ve rasyonel karar alma mekanizmasıyla alakası olmayan bir toplum sunulmuştu. Bu alternatif toplumu oluşturan bireylerde irrasyonelliğin hayatlarının kontrol edebilecekleri kısımlarını dahi şansa bırakmalarına (düzgün bir sebep sonuç zinciri olmadığı için ne karar verirlerse versinler varacakları yer şansa kalmış) ve kişisel olarak felakete sürüklenmeye sebep olduğunu görüyoruz. Bu, kendi çevremizde gözlemlediğimiz kadarıyla da aşağı yukarı böyledir. Peki temel eksiği bu rasyonal karar alma sürecinin olmayışı olarak değerlendirdiğimizde insanın doğasını biraz gözardı etmiş olmuyor muyuz? Burada insan doğası derken insanın acziyetini, kontrolü dışında gördüğü şeylere karşı bir savunma mekanizması olarak adil dünya inancı geliştirmesine sebep olacak şekilde taşıdığı korkuyu vs demiyorum. Daha çok bencilliğini ve karar alırken kendi çıkarlarını gözetiyor olmasını söylüyorum. Zaten sorun da rasyonellikten ziyade bu çıkar/vicdan dengesinde başlıyor. Hoş gerçi vicdanınıza dokunan kısım artık sizi duygusal anlamda rahatsız edeceği için o kısma denk gelen menfaatiniz de azalıyor ama olsun, insan bu, unutur, yoluna devam eder, eksik de olsa faydasını alır yoluna bakar. Hah işte burada çıkarları konusunda daha akıllıca karar alan insanlar ve diğerleri arasındaki çıkar çatışması yüzünden oluşan bazı dengesizlikler olacak. Servetin küçük bir zümrede toplandığı toplumlarda bu zümreye ait olmayanların bireysel yararı toplumsal yararla doğru orantılı ilerler. Bunun için toplumsal iş birliği gerekir. Fakat Eğitimsizlikle birlikte görülen tembellik ve kolay yoldan kazanç elde etme isteği iş birliği doğmasına engel olur vs vs. Yani aslında insanlar neyin kendi yararlarına olduğu konusunda yanılırlar ve rasyonal düşünce tam bu noktada önem kazanır. Herkes sağlam bir rasyonal düşünceyle çıkarlarını iyi analiz edebiliyor olsa zaten bu çıkarlar arasında bir denge sağlanacaktır. Russell’la aynı şekilde ‘insanları kendi çıkarlarını iyi değerlendirecek duruma getiren her şey yararlıdır.’ sonucuna varıyorum fakat sorunları bağladığım sebep ve gidiş yolum karamsar. Yine de huxley’in evrenindeki toplumlara alternatif üçüncü bir toplum olarak aklın duyguların yaşanışı üzerinde denge oluşturduğu ve birlikte mental olarak sağlıklı bir yaşamı mümkün kıldığı bir topluluğun Russell’ın akılcı yaklaşımıyla gerçekleştirilebilecek en mümkün ütopya olduğu kanısındayım. Tabii bunun ihtimaller içerisinde en mümkünü olduğunu düşünüyor olmam gerçekleşmesinin zorluğunu hiç azaltmıyor. Yine de engel mi mesafeler aşk yoluna meşk yoluna...