1703-1792 tarihleri arasında yaşayan muhammed bin abdülvehhab tarafından kurulan mezhep. 1740'larda İslam'daki tevhid inancını restore etmek amacıyla kurulmuştur.
Kendilerini vahabi olarak değil de selefi (atalarına bağlı) veya müvahhid (tanrı'nın birliğini savunan) olarak tanımlamayı tercih ederler. abdülvehhab'a göre bir kişinin kelime-i şahadet söyleyerek iman ettiğini belirtmesi, o kişinin müslüman olduğu anlamına gelmez. kişinin müslüman sayılması için, islam'ın kurallarını da yerine getirmesi gerekir.
bunu da "herkese göre bir tanrı kavramı var zaten. önemli olan bu tanrı kavramının islam'a özel olması" şeklinde savunur. yani kelime-i şahadet aslında tüm dinlerde mevcuttur. bu sebeple de aslında kelime-i şahadet kişinin müslümanlığını geçerli kılmaz.
bu sebeple abdülvehhab ile osmanlı islam alimleri arasında bir yol ayrımı başlamıştır. zira osmanlı'daki islam düşüncesine göre kişinin allah'ın varlığını kabul etmesi bile o kişinin müslüman oluşunda bir adımdır. günümüzde türkiye'de de az çok bu anlayış mevcut. o sebeple alkolü pek günah olarak görmeyip de domuz etini yiyince ölecekmiş gibi hissetmekte insanlar.
abdülvehhab'ın osmanlı'nın paganlaşması hakkındaki düşüncelerini iran'daki şii okullarında aldığı eğitimler sırasında şekillendirdiği düşünülüyor. zira orada da osmanlı'daki dini yaşamın aslında islam'ın özünden uzaklaştığını öğretmekteymiş alimler.
herkesin dinden uzaklaştığı ve müslümanların paganlaştığını düşünen abdülvehhab, kendisinin böyle bir dönemde islam alimi olmasını seçilmiş kişi olmasına bağlamış ve islamı düzeltmek için çağrı aldığına inanmış.
vahabiliğin bir diğer görüşü de, islam'ın merkezinin arabistan olması gerektiği. tıpkı islam'ın ilk zamanlarındaki gibi merkezden yayılmaya başlayan bir islam düşüncesi var vahabilik'te. bir nevi islam'ın restorasyonu.
suudi hanedanı, bu fikri beğendiği için vahabiliği desteklemiş.
vahabi-osmanlı çatışması 1803 yılında vahabilerin mekke'yi, 1805 yılında da medine'yi kontrol altına almasıyla doruk noktasına çıkmış. zira bu hareket resmen istanbul'daki halife'ye "biz seni tanımıyoruz" demek anlamına gelmektedir. ayrıca kutsal mekanların koruyucusu sıfatı da suudi hanedanına geçtiği için halifelik bir nevi prestij kaybı yaşamış.
1811 yılının ağustos ayında, osmanlı imparatorluğu arabistan yarımadası'ndaki otorite kaybını düzeltmek amacıyla kızıldeniz kıyılarına sefere çıkmış. böylece ilk arap-osmanlı savaşı da böylece başlamış olmuş. suudi güçleri 1812 yılının kasım ayında medine'yi, 1813 yılının ocak ayında da mekke'yi osmanlı'ya teslim etmiş. 1815 yılında da osmanlı, arap coğrafyasında tekrar otorite tesis etmiş.
suudi-ingiliz ilişkileri de bu dönemde başlamış ama ingilizler'in o aralar osmanlı ile çıkarları aynı doğrultuda olduğundan olsa gerek, ingilizler suudileri pek önemsememişler.
bu fikir arap dünyasında siyasi sebeplerden ötürü kabul görse de; kuveyt, saddam tarafından işgale uğrayınca suudi arabistan'ın kuveyt'e yardım etmemesiyle vahabi dünyasında "la hani kardeştik?!" nidaları yükselmeye başlamıştır.
11 eylül 2001 tarihindeki el-kaide'nin new york'taki dünya ticaret merkezi (world trade center) kulelerine saldırmasıyla abd'nin gözleri vahabilik üzerine dönmüş, bunun üzerine de suudi vahabi alimler "el-kaide'yi cihatçı olarak görmüyoruz, insan öldürerek cihat yapılmaz" demek zorunda kalmıştır. böylece vahabilik 2000'lerde suudi arabistan üzerindeki etkisini yitirmeye başlamış ve bunun üzerine arabistan'da vahabi terör grupları ortaya çıkmaya başlamıştır.