bugüne kadar çok tanesi bana arkadaşlık etti. küçükken limon vardı. tahmin edebileceğiniz üzere kendisi sapsarı bir arkadaştı. çok az şey hatırlıyorum kendisi hakkında. kafama konduğu için cırlamıştım bir kere. bir de biz dışarıdayken ölmüştü sonra babamla birlikte sitenin bahçesine gömmüştük. babam bir yandan beni teselli edip susturmaya çalışıyordu bir yandan da limon'un minik bedenini toprağa veriyordu. bu kadar kalmış hafızamda.
uzun bir süre ev sessiz kaldıktan sonra yine benim ısrar etmemle mavili beyazlı gökyüzü gibi bir kuş aldık. recai'ydi onun adı da. bazen saldırganlaşıp burnumu koparırmışçasına ısırsa da iyi anlaşırdık onunla. uçar uçar gelir omzuma konup kulağımın dibinde "eşşşşek" diye bağırırdı. yine bir gün ben oyun oynarken oturma odasından benim odama uçtu ama bu sefer bir gariplik vardı sanki, omzumda bi eksiklik hissedip arkama döndüğümde yerde görmüştüm recai'yi. can çekişiyordu, sonra da kurtaramadık yavrucağı. 1 yaşında var mıydı emin değilim. çok üzülmüştüm o gün.
recai'den sonra bünyamin geldi eve ama o da çok tutunamadı hayata. annem sonraki kuşumuz uzun yaşayabilsin diye yaşar koymuştu ismini. eve geldiğinde miniminnacık bir şeydi. gözleri çok güzeldi. bir de o kadar uysaldı ki anlatamam. geldiği ilk günden beri eve gelen hiçbir insandan çekinmedi, kimseyi tehdit olarak görmediği için ısırmadı da doğru düzgün. bazen kafasına esince ısırıyordu tabii eşek sıpası. Yaşar, evin en küçük çocuğu gibiydi. çok meraklı, çok oyuncu ama her şeye rağmen söz dinleyen bir çocuk. herkesin hayalindeki çocuk belki de*. bizimle birlikte sofraya oturur yemek yerdi bir de. sanırım en sevdiği yemek pirinç pilavıydı*. sürekli gelip tabaklarımızın kenarından didiklerdi. sonra, eve kimin geldiğini görmeden anlar ona göre laf atardı. annemden en çok "annnem, annecim" kelimelerini duyduğu için ve annem her gün eve belli saatlerde geldiği için ona böyle seslenirdi mesela. çok zekiydi.
tüm bunların üstüne yaşar ne zaman üzüldüğümü de anlardı. beni üzgün gördüğü zaman gelir omzuma konar sanki "geçecek" dermişçesine gagasını sürterdi yanağıma. sonra ben de dönüp öperdim. en yakın dostumdu. kaybetmekten en çok korktuğum şeylerden biriydi o zamanlar. bir gün okuldan eve döndükten yarım saat sonra babam "evde bir eksiklik hissettin mi?" demişti, o zaman onun da melek olduğunu anlamıştım.
kısacası değer verirseniz ve küçük ama can acıtıcı ısırıklarına katlanırsanız gayet güzel dostluklar kurabilirsiniz kendileriyle. dudaklarınıza burnunuza ve kulaklarınıza dikkat edin ama, çok acıtıyorlar.* gerçi pıtı pıtı yürüyüşleriyle gönlünü alamayacakları kimse yoktur diye düşünüyorum, çok tatlı yürüyorlar.