bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
iki aydır birilerine ya da bir şeylere teşekkür etmemişim. gerçekten edip etmediğimi hatırlamıyorum. yazacak kelimelerim tükenmişti, olabilir. kelimeler tükenir, insan ömrü gibi... sahi bir insan ömrü nasıl tükenir ki?.. boş ver diyorum, düşünme. düşünülecek daha güzel, önemli şeyler var.
havanın ısınması, başımı alıp gitme isteğimi körüklüyor. hiç bilmediğim bir yerde, hiç tanımadığım insanların arasına karışmak, havayı, kokuyu hissetmek, umutlanmak, kalbimin çarpışıyla var olmak istiyorum. bu isteğime rağmen sanki iki kolumdan tutulmuş da bir o yana, bir bu yana çekiliyor gibiyim. bir yanım karaya bağlanmış, bir yanım az ötede özgürce denizin üzerinde salınan bir gemi gibi...
gidemiyorsam hayal kurabilirim diyorum. bu noktada hemen kendime ait bir dünya inşa etmeye başlıyorum: bir vosvos... içerisinde kamp sandalyeleri... (sandalyeleri mi? iç sesim; "ne zaman hayallerini çoğul bir şekilde kurmaya başladın, bir hayali çoğul şekilde kurmak sakıncalı değil miydi? " diyor) sessizim... susarak onu deli ediyorum. (yapma diyor; sen bir başına daha iyisin.) dinlemiyor,susmaya devam ediyorum.
nerede kalmıştık? hımmm, vosvos...içerisinde az eşya, belki bir battaniye, bir ihtimal yastık, yiyecek bir şeyler, birkaç parça eşya... yolumuz bitecekmiş gibi olduğu noktada bulutlar yeni bir yol yaratıyor sanki. asfalt sıcak, rüzgarda uçuşan saçlara, bir de müziğimizin notaları eşlik ediyor. ne çalsa acaba? bir yol için en doğru şarkı nedir? o şarkıyı bulamıyorum. aradım mı ki? neyse...
canımızın istediği bir yerde duruyoruz. mümkünse deniz kenarı... hayalimde hemen bir deniz kenarı beliriyor. açıyoruz sandalyelerimizi. aaa yanımızda kitaplarımız da var. -vosvosa kitap koyuyorum- başlıyoruz okumaya. ne zaman bu kadar huzurlu, bu kadar keyifli olduğumu düşünüyorum. yok galiba... acıkmalar için balık da tutabiliyoruz. o yüzden yanımızda bir çift olta takımı olmalı. ben balık tutmayı bilmiyorum, olsun... öğrenirim. "oltayı bir sıkıntından kurtulmak istiyormuşçasına denizin en uzak noktasına fırlat, arada bir misinayı sar , bırak; sar bırak - balık yemi kaptığında oltada bir ağırlık oluyormuş diyorlar- misinayı sana gelene kadar çek." bunları bana anlatırken aynı zamanda kendisi de anlattıklarını uyguluyor. bir bakıyoruz, kocaman bir yosun. gülüyoruz, bunun için miydi diyoruz. yılmıyoruz. bir daha oltayı sallıyoruz. yine aynı bekleyiş... bu sefer onun oltası dolu geliyor. benim boynum bükülüyor. üzülme deyip sarılıyor. sarılışından güç alıyorum. bi bakıyoruz sevginin gücüyle benimki dolu geliyor. üçüncüsünde ikimizinki dolu derken bir sürü balığımız oluyor. aklıma sinağrit baba geliyor, hüzünleniyorum. balığın gözleri canlı, kovanın içinde hoplayıp zıplıyor. kova demişken vosvosumuzda kova da olmalı. hepten acıkıyoruz. o, ateş için çer çöp topluyor, ben balıkları üzüle üzüle temizliyorum. -vahşiyiz diyorum, vahşiyiz. - bir yandan açlıktan midem gurulduyor.
balıkları pişirmek için bir tavaya da ihtiyacımız var. vosvosa tavayı da alıyoruz. ehh bi de yağ lazım, onu da ekliyoruz. salata malzemelerini yol üstünde bulduğumuz bir manavdan almışız. meyvesiz olmaz deyip en sevdiğimiz meyveleri de heybeye ekliyoruz. balıklar pişiyor, ortaklaşa salata yapıyoruz. domatesle uğraşmayı hiç sevmem, domatesle o ilgileniyor. salatalığın ucundan az bir şey çalıyorum.
- canın kalmasın al azıcık da sana * diyorum. ağzına salatalık tıkıştırıyorum.*
gülmeye devam... gülmeyi eksik etmiyoruz. gülünce kalbimiz güzelleşiyor. salataya son dokunuşu bir nane eşliğinde yapıyoruz. kokusu tazelik katıyor. oturup yiyoruz. çatalı sadece salata için kullanıyoruz. balık da çatalla mı yenirmiş canım muhabbeti eşliğinde akşam güneşini karşılıyoruz. ona içecek bir şeyler veriyorum. bardak lazım. vosvosa bardak koyuyoruz. tabak eklemiş miydik? ekleyelim efendim. yedikten sonra kaç balık yedik diye yediğimiz balıkların kılçıklarını sayıyoruz. aaa o benden çok yemiş, hayır hayır ben senden çok yemişim, bak bir tanesi yere düşmüş diyerek kumlara bulanmış kılçığı elime alıp sallıyorum. yine gülüyoruz.
yedikten sonra okumaya devam ediyoruz. okuduğunu anlatıyor bana, bilgi verme , ben de okuyacağım diyorum. kitapları değiştirerek okuyoruz. ben onun kadar hızlı değilim. sindirmem gerekiyor. hayat da böyle diye düşünüyorum: karşılıklı ve bir o kadar yaşadıklarımızı sindirmeye odaklı. okurken hayal içinde hayal kurduğum da oluyor. sıkılıyoruz. hadi diyoruz çay demleyelim. çaydanlık lazım... vosvosa çaydanlık koyuyoruz. ben bazen kahve içerim, cezve de şart. içiyoruz. aramızdaki derin muhabbet çayın demi ya da kahvenin köpüğü gibi.
akşamı nerede nasıl geçiriyoruz bilmiyorum, çok da önemsemiyorum. nasıl olsa battaniyemiz ve paylaşabileceğimiz bir yastığımız var. yol aktığı sürece kâh duruyoruz kâh devam ediyoruz.
uyanıyorum, gün batmak üzere, hayalim bir deniz kenarında... aldığımız tüm eşyalar vosvosa sığar mı sığmaz mı diye düşünüyorum. o kadar çok eşya almışız ki vosvostan taşıyoruz. gülüyorum. en iyisi karavan mı acaba? yol için hangi şarkı olsa?
uyan evdesin bbo...
gitsek çok uzaklara, en uzaklara...
özlenen ve yapılmak istenen tüm hayallere... *