1. ıtalo calvino’nun 1952 yılında yayımlanan “ikiye bölünen vikont” eseri, yazarın “atalarımız” adını verdiği üçlemenin ilk kitabıdır. diğer kitaplar “ağaca tüneyen baron” ve “varolmayan şövalye” ile birlikte ele alınması gerektiği kabul edilir. ben ilk kitabı olan ikiye bölünen vikont’u tanıtmaya çalışacağım. diğerlerine de sıra gelir umarım.

    avusturyalılarla osmanlılar arasındaki bir savaşa katılan vikont medardo bir top güllesi sonucunda ikiye bölünür. öldü sanılır ama yapılan müdahaleler sonucu sağ tarafı yaşama tutunur ve yaşadığı yer olan terralba’ya geri döner.
    vikont medardo geri döner dönmesine ama bir terslik olduğunu herkes anlar. geriye dönen sağ kısmı her şeyi ikiye bölmeye ve etrafındakilere zulmetmeye başlar. yani saf kötülüktür bu. ama direkt değil çoğu zaman dolaylı yönden yapılan kötülüklerdir.

    benim düşüncem gördüğüm en sempatik kötü karakterlerden biridir. yer yer kitabı okurken suratımda bir gülümseme ile okudum. bir bölüme göz atacak olursak;

    “bu dağınık izlerin peşinden giden uşaklar, 'rahibeler' adını taşıyan ve otların arasında bir bataklık bulunan çayıra geldiler. şafak söküyordu, bataklığın kıyısında, cübbesine sarılmış medardo'nun çelimsiz görüntüsü, beyaz, sarı ya da toprak rengi mantarların yüzdüğü suya yansıyordu. şimdi bu saydam yüzeye serpiştirilmiş olan mantarlar, medardo'nun yarısını götürdüğü mantarlardı. suyun üstünde bütünmüş izlenimi uyandırıyorlar, vikont da onlara bakıyordu. uşaklar bataklığın öbür kıyısına saklandılar, bir şey demek cesaretini gösteremediler, onlar da yüzen mantarlara bakmaya koyuldular, hepsinin de yenilebilir olduğunu fark ettiler. peki zehirliler ne olmuştu? bataklığa atmadığına göre, ne yapmıştı onları? uşaklar yeniden ormanda koşmaya başladılar. çok uzağa gitmelerine gerek kalmadı, çünkü patikada, elinde sepet bir çocuğa rastladılar, bütün zehirli mantarlar sepetin içindeydi.

    o çocuk, bendim. gece tek başıma rahibeler çayırında birden ağaçların arasından fırlayıp kendimi korkutmaya çalışırken, ayışığında çayırda tek ayağı üzerinde seken, koluna bir sepet geçirmiş dayıma rastladım.

    —merhaba dayı! diye bağırdım. ilk kez bunu demeyi başarıyordum.
    beni gördüğüne çok sevinmiş gibiydi. "mantar topluyorum," diye açıklamada bulundu.
    —çok topladın mı?
    —bak, dedi dayım; bataklığın kıyısına oturduk. mantarları seçiyor, kimisini suya atıyor, kimisini sepette bırakıyordu.
    —sen, dedi, seçtiği mantarları içeren sepeti bana vererek, bunları kızartırsın.

    sepetin içindeki mantarların neden yarım olduklarını sormayı düşündüm, ama bu sorunun yakışık almayacağını anlayıp teşekkür ettikten sonra koşarak uzaklaştım. mantarları kızartmayla giderken, tanıdıklara rastlayıp hepsinin de zehirli olduğunu öğrendim.”

    sağ kısmı bu örnek gibi herkese kötülük yapmaya devam eder. yaşlı, genç, akraba, kadın, erkek ayırmaksızın bir kötülüktür bu. sonunda köylü bir kız olan pamela’ya aşık olmaya karar verir ve evlenmek ister. tek amacı kötülüğünü başka boyutlara taşımaktır. kitapta bu bölüm şöyle geçer;

    “vikont kendi kendine şöyle dedi: "bilenmiş duygularımın içinde, bütünlerin adına sevda dedikleri duyguya karşılık olabilecek hiçbir şey yok. böyle aptalca bir duygu, onlar için bunca önemli olduğuna göre, bendeki karşılığı kim bilir ne denli parlak ve korkunç olur." bunun üzerine, sırtında basit pembe bir entari, otların üzerine uzanmış, yarı uykulu, keçilerle söyleşen, çiçekleri koklayan, yalınayak, etine dolgun pamela'ya sevdalanmaya karar verdi.”

    bu olaydan sonra pamela’ya da zulmetmeye başlar ve onun için her şeyi ikiye bölmeye koyulur. bunlar papatyalar, yarasalar, kuşlardır. kısacası gördüğü her canlı veya cansız varlıktır.

    bu olaylardan sonra köye medardo’nun sol kısmı gelir. o da sağ kısmına karşın saf iyidir ve herkese yardım etmek ister. ama yarattığı sonuç aynıdır. sağ kısmı gibi kötü sonuçlara yol açmaktan başka bir şey yapamaz. biri iyidir biri kötüdür ama sonuçlar değişmemektedir. zamanla sol kısmı da aynı kişiye yani pamela’ya aşık olur. bu çatışma artık saf iyilik ve kötülüğün çatışmasına döner.

    ve kitap tanıtımını son alıntıyla noktalıyorum.

    “—bütün olan her şey böyle ortadan bölünebilecek olsa, dedi, kayalara dizdiği, çırpınan yarım ahtapotları okşayan dayım, herkes körelmiş, cahil bütünlüğünden sıyrılırdı. bütünken, her şey doğal, bulanık, hava gibi saçmaydı benim için; her şeyi gördüğümü sanıyordum, oysa gördüğüm kabuktu sadece. sen de bir gün kendinin yarısı olursan, ki olmanı dilerim evladım, tam beyinlerin sıradan akıllarının ötesinde neler bulunduğunu anlarsın. kendinin, dünyanın yarısını yitirmiş olacaksın, ama kalan yarı, bin kez daha derin, daha değerli olacak. o zaman sen de, her şeyin kendin gibi bölünmesini, parçalanmasını isteyeceksin, çünkü güzellik de, bilgi de, adalet de ancak parçalara bölünmüş olanda vardır.”
    #174333 rekoba | 5 yıl önce
    0roman