1. üst yazı: yazıyı oluşturdum ama başlığı bir türlü bulamadım. sayın moderasyon, kusura bakmayınız. uygun başlığa taşırsınız, sabit bırakırsınız, yeni başlık oluşturursunuz; size bırakıyorum maalesef.

    Edebiyat ve sanat her dönem toplumsal olaylara ayna tutmuş bir olgudur. Bunu siyasi kararların edebiyatı her dönem etkilemesi üzerinde de görme şansına sahibiz. İktidarların meyli, halka bakışı, dış siyaset, iç siyaset, eğitimsel faaliyetlerin tamamı dönemin eserlerine bir şekilde yansır. Sanatçı, eğer sanatçı olduğunu iddia ediyorsa bunu zaten eserlerine aktarmakla yükümlü ve ait olduğu topluma karşı ödevlerin bilincinde olan kişidir. Sanatçı toplumun sorunlarına eğilen bir rehber, bir ışık niteliğindedir. O yüzdendir ki sanatçıya “sen siyasete bulaşma, işini yap.” demek sanata pranga vurmaktan farksızdır. O, özgür olmalıdır

    Toplumumuzun 18. Yüzyıl ile birlikte her anlamda batının gerisinde kaldığı hepimizin malumudur. Osmanlı siyasetindeki hanedan anlayışı ve güçlü iktidar, uzun süre devletin yerinde saymasının başlıca sebebidir. Zaten divan edebiyatına baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Yüzyıllar süren tek tip şiirin belli kalıplar içine sıkışması, aynı şiire eklemeler yapılması, nazireler yapılması hep bu tarz bir anlayışın ürünüdür. Öte taraftan Avrupa ise her anlamda Osmanlının gerisinde kalmasına rağmen bölük pörçük olan yönetim merkezlerinin ve devletlerin varlığı sanat ve teknolojiye ciddi anlamda yansımasını takip etmek mümkündür. Çünkü özgürlüğün önündeki engeller zayıflayınca baskı altındaki tüm gelişmeler ciddi anlamda patlama yaratmıştır.

    Bizdeki güçlü adem-i merkeziyetçilik ise oluşabilecek birtakım gelişmelerin de önüne set çekmekten öteye gidememiştir. Bu set, sanatçı ile halk arasında kalın bir duvar oluşturup sanatın sadece elit bir tabakaya yönelik yapılmasına sebebiyet vermiştir. İşin özü saray ve saray etrafına toplanmış, toplatılmış sanat erbabı; dalkavukluktan, gününü rahat geçirme derdinden, imparatorluk topraklarında okuma yazma bilmeyen milyonlarca insanı görmezden gelmiş, kendileri çalıp kendileri oynamışlardır. Divan edebiyatının özü, dönemin siyasetçilerinin görmek istediği şey budur.

    Yapılması yasak olan siyaset, sanatı en az üç yüzyıl geride bırakması ya da gelişmesine mani olmasına tanıklık ederken siyasi birliğin 19. Yüzyıllarda yapılmaya başlandığı Avrupa’da ise 16. Yüzyıllara varan geçmişi ile roman ve hikaye tarzı gelişmiş, gazete, sanat dergisi ve bilim dergileri yazılıp basılırken 18. Yüzyılda teknolojinin etkisiyle iletişimin daha hızlı yayılması ve ortak kültürel ürünlerin ortaya çıkması kimi meraklı yöneticilerimiz ve sanatçılarımız tarafından ilgiyle karşılanmış ve yerinde inceleme yapmak maksadıyla Avrupa ülkelerine çok sayıda düşünür ve araştırmacı gitmiştir.

    18. ve 19. Yüzyıllarda Sanat ve edebiyat alanında bunlar yaşanırken siyasette de ciddi anlamda çalkantılı dönemlerden geçiyordu Osmanlı toprakları yeniçeriler yerine kurulan nizam-ı cedid ordusunu görüyor 4. Mustafa tarafından yeni ordunun da lağvedildiğine tanıklık ediyor, Osmanlı-rus savaşları devleti ve ekonomiyi yıpratarak merkezi otoriteyi iyice zayıflatıyor, 1. Mahmut döneminde mısır da dahil olmak üzere balkanların topyekün isyan bayrağını çekmelerine tanıklık ediyor, abdulmecit zamanına geldiğimizde halkın padişahın halk içerisine inip bizzat dertleri dinlediğine tanıklık edip tanzimat denilen bir sürecin başladığına tanık oluyordu. Siyasi anlamda çok olumlu gelişmelerin yaşandığı Abdülmecit dönemi, abdülmecit’in 38 yaşında vefatı ile sekteye uğrasa da sultan abdulaziz oldukça dışa dönük ve politik geziler yapan bir padişah olarak tanındı. O da bir ilki gerçekleştirerek tahttan indilmesini hazmedemeyerek bileklerini kesmek suretiyle intihar etmiştir.(1876) yerine geçen 5. Murad üç aylık bir süre zarfında tahtta kalmıştır ve akli melekelerinin olmadığı gerekçesiyle tahttan indirilmiştir. Sonrasında ise sultan 2. Abdülhamit dönemi başlar, düşünsel ve yönetsel anlamda o zamana kadarki tüm kazanımları bir çırpıda kenara iterek bir nevi öze dönüş işlemi gerçekleştirmiştir. Sultan 2. Abdülhamit dönemine kadar ciddi anlamda renklenen kültür ve sanat faaliyetleri, başlayan istibdat dönemi adı verilen 33 yıllık süreçte hiçbir baskıya boyun eğmeyecek tarzda isyan bayrağını çekmiştir. Sonrasındaki Mehmet reşat ve vahdettin ise herhangi bir etkiye sahip olmamış sembolik olarak devletin başında kalmışlardır.

    Siyasi olarak çalkantılı dönemde basın, sanat ve edebiyat alanında ilklere imza atmaya başladık ve tamamen batı etkisi altında ve aslında Osmanlı topraklarında ilk ilkel örneklerine rastladığımız birçok türün ilkine imza attık. Şinasi ilk tiyatroyu(şair evlenmesi), şemsettin sami ilk romanı(taaşşuk-ı talat ve fıtnat, ilk hikayeyi Ahmet Mithat(letaif-i rivayet), ilk fıkra derlemelerini Ahmet rasim, ilk makaleleri(tercüman-ı ahval mukaddimesi), ilk sözlüğü(kamus-ı türki), ilk resmi gazeteyi(takvim-i vakayi), ilk tarihi romanı(cezmi), ilk özel gazeteyi(tercüman-ı ahval), ilk psikolojik(eylül) ve köy(karabibik) romanlarını… hep bu dönemlerde verdik

    Yukarda saydığımız ve adını sayamadığımız daha nice ilk bu süreçte meydana gelmişti. Hızlı batılılaşma neticesinde apar topar alınan türler olmasından kaynaklı halk iyice özümseyemeden yine tepeden inme türler olduğu için sadece belli bir kesime hitap eden çalışmalar olarak kaldı. Çünkü eğitimli kesim çok azdı fakat merkezi otoritenin ciddi anlamda zayıflaması ve hürriyet fikirlerinin okuma yazma bilen, bilmeyen tüm kesimi cezbetmesi gazete ve dergilerin ciddi anlamda önem kazanmasına sebep oldu. Süreli olan bu yayınların dağıtımı ve anlaşılması da son derece kolaydı. Ne de olsa halk için yazılmışlardı. Şiir, roman, hikaye, tamamen siyaset endeksli bir yapı ile kuruldu ve batılılaşmanın doğru okunması üzerinde yoğunlaşıldı. Siyasetin en büyük etkilerini Abdülhamit döneminde olduğunu söylemiştik. Bu dönemde şiir ve yazın alanında son derece güçlü kalemler ortaya çıkmış tüm şiirlerin konusu neredeyse mevcut iktidarın aleyhine söylemler üzerine inşa edildi. Bu, bir nevi halkın hissiyatının dışa yansımasıydı. Roman alanında ise daha ketum bir hava ve baskının insan düşüncesine hakim olma çabasının ağır bir dille ve anlaşılmaz bir psikolojiyle dışa yansımasına şahit olduk. Abdülhamit döneminde ortaya çıkan sanatçılar sanatın özgür kalmasına şahit olduktan sonra tekrar kafese konulmasının isyan bayrağını çektiklerinden oluşturdukları sanatın kalitesi, aynı sanatçıların çok sonra oluşturdukları ve olgunlaştıkları dönemin sanat kalitesini her zaman geride bırakmayı başarmışlardır. İşte bu, siyasetin duyguları harekete geçirdiğinin en güzel örneğidir.

    Cumhuriyet dönemine geldiğimizde ise nüfusu ve toprakları önemli ölçüde azalan türkiye, kırsalıyla, şehirleriyle; şiiriyle, romanıyla tamamen özgür bir ortama kavuşmanın etkiyle her alanda eserler vermeye çalışırken ithal edilen tüm türler Tanpınar, sait faik, yaşar kemal, orhan veli, halit fahri, Yusuf ziya ortaç, Cevdet şakir… eliyle modernize edilmeye çalışılıyordu. Günümüze geldiğimizde ise bu farkın ciddi anlamda kapandığını belirtmekte fayda var. Günümüz sanatçısı sanatını Bir yandan şekilsel anlamda geliştirirken kırsal hayatın sıkıntıları ele alıyor, halkın sesine kulak veriyor, yönetici ile yönetilenler arasında bir köprü kurmaya çalışıyordu. Modern döneme baktığımızda ise savaşların darbelerin, siyasi yolsuzlukların, operasyonların, sosyal yaşantının ve özellikle tüm bunlara yol açan ülke siyasetinin sanatın tüm dalları içinde olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Biraz ileri giderek herhangi bir amaç taşımayan ve bizden olmayan bir roman serisi bile siyasi bir tercih olan kayıtsızlıkla yakından ilgilidir.

    Sonuç olarak sanatı hiçbir zaman dönemin siyasetinden ayrı düşünemeyiz. Tarihi okuduğunuzda sadece tarih öğrenirsiniz fakat bir edebiyatı anlamaya çalıştığınızda, anlamak için çaba sarf ettiğinizde siyasetini de yakından takip etmiş ve tüm olaylara tanıklık etmiş olursunuz; kendinizi olayın merkezinde bulursunuz. sadece roman okumak, anlamak bile bir aydın yani dolaylı bir sanatçı olunduğunun göstergesidir. Bir aydın/sanatçı sıfatı üstlenilmişse de topluma karşı ödevlerin bilincinde olup buna göre yaşamı şekillendirmek gerekir. Bu noktada mümtaz turhan’ın değerli eseri “garplılaşmanın neresindeyiz” adlı eserini okumak, vazifelerimizi hatırlamak önemli bir gelişme olacaktır.
    #163291 iskiski | 5 yıl önce
    0sanat dalı