hayır trollemiyorum, tespit yapıyorum. dünya edebiyatının klasikleri arasında sayılan 19. yüzyıl romanlarının pek çoğunda fakirliği ve sefaleti tanımlamak için yazarlar uzun uzun tasvirler yapmışlar. girdikleri her fakir mekanda genel görünümün ardından, hatta kimi zaman ondan bile önce bir takım koku bileşimlerini uzun uzun anlatarak okurun zihninde bir şeyler canlandırmaya çalışmışlar. okuduklarımdan aklımda kalanlar: haşlanmış lahana, yıkanmamış çamaşır, rutubet, küf, domuz yağı, tüten soba kokuları. bir dönem yazılmış romanların hemen hepsinde bunların bir ya da birkaçına rastlamak mümkün. günümüz edebiyatı artık tamamen bambaşka konulara taşındığı ve yaşam koşulları da değiştiği için o kadar sık rastlanmıyor.