Bir ülkenin asıl sorunu nedir, gelişmesinin önündeki en büyük engeller nedir? Sorularının cevabını net bir şekilde bizlere aktaran eserlerdir. Aşiretler, töreler, toprak kavgaları, geçim sıkıntısı, içe atılan aşklar, üstü örtülen cinayetler, kadının sindirilmesi… konularına son derece ayrıntılı bir şekilde değinen bir roman tarzıdır.
Belki çok iddialı bir cümle olacak ama sanatımızda ülke insanının yoluna ışık tutan bu tarz romanın iyi analiz edilmemesi devletin kırsal kesime düşünüş anlamında çok da hakim olmaması, halkın duyuş, düşünüş, ihtiyaç ve zevklerinin gözetilmemesi sonucunda ülkenin gelişememesi, yerinde sayan hatta çağına göre gerileyen bir doğru takip etmesine sebep olmaktadır. Bu olumsuzlukların tamamını ilk örneklerden olan karabibik’ten tutun da daha sanatsal bir tarz yakalayan çalıkuşu’na başucu niteliği taşıyan yılanların öcü, demirciler çarşısı cinayeti ve daha nicelerinde görmek mümkündür. Sonuçta şehirleşme ülkemizde son 30-40 yıllık bir olgu olarak karşımıza çıkıyor, bu konuda yeni sayılırız. Bu yüzden kırsal kesimin tüm sorunlarını beraberinde şehre taşıdık.bu cemal gürsel’in şu sözünü aklıma getiriyor: "Garp kafasıyla araba yaptık, şark kafasıyla benzin koymayı unuttuk" şehirleşme ile övünürken zihniyetimizi kırsallıktan kurtaramadık.
Ne yazık ki toplumumuzun dolayısıyla siyasilerimizin sanatçıların uzun tecrübeler sonucu ortaya çıkarttığı bu eserlere sadece kişisel gelişim kaynağı gözüyle bakması gibi sakat bir düşünce, bu kaynakların gerçek değerinin en büyük cellatlarıdır. Bir de şöyle derler: sanatçı toplumun aynasıdır. Sanatçı halkın kendisidir. Acıları ve mutlulukları sanatçıdan daha iyi yansıtan kimse yoktur. Doğru zaten problemlerin kaynağını hatta çözüm yollarıyla beraber bu sanatçılarımız zaten eserlerinde yeterince yer vermiş, vermeye devam etmekte. yazarlarımız Eserlerini geçip konuşmaya başladıkları zaman da her şeyde kullandığımız gibi vatan haini ilan ediyoruz, arabasına bomba yerleştirip katlediyoruz, Kitaplarını okumuyoruz hatta yakıyoruz, üstüne sanatçıyı da sürgün ediyoruz. Buna karşılık Akşamları haber bültenlerinden sonra ortaya çıkan şaklabanları dinleyip ülkenin sıkıntılarına bırakın çözüm aramayı kendi düşüncesine ikna etmeye çalışan güruhlara şakşakçılık yapıyoruz. Aynı güruhun sanatçıya akıl vermesini azarlamasını alkışlıyoruz.
Bu durum, ne yazık ki üniversitelerimize kadar sirayet etmiş bir durumdur. Bir üniversitede Ataol Behramoğlu ismi duyup şaşırıyorsam, klasik edebiyatın en iyi ders kitabı olabilecek kaynaklarını sırf yayınlandığı yayınevi sebebiyle içeriye sokamıyorsam romancılığın nirvanasına ulaşmış önemli bir yazarımızı kast ederek “ben o körün romanını elime dahi almadım” deniyorsa girdinin ilk cümlesinin kimseler tarafından anlaşılmadığını üzülerek öğrenmiş oluyoruz. Sonunda ne mi oluyor? Tam olarak şu: "O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, çekip gittiler."