insanoğlunun laneti olacağına yıllar önce emin olduğum elektronik cihaz. şimdiki modern versiyonlarına telefon demek devasa bir iyimserlik bence. 15 yıl önce cayır cayır banka atm'si arayıp bir an önce eft yapmaya çalıştığını bir düşün. şimdi ise, her şey bir tıkla halloluyor. internet bankacılığı ve mobil bankacılık bunda oldukça etkili elbette. 17 yaşımdaki halimle düşünüyorum; gene de bu kadar büyük bir hızla ilerlemiş teknolojiyi anlayamıyorum (yaşım değil ama içim dede; bunu kabul ediyorum).
"insanoğlunun laneti" dediğim nokta ise biraz daha farklı. birkaç gün arayla 4 farklı "cep telefonuna bağımlı insan" olayı yaşadım. hepsini anlatacağım.
1- tramvay durağa yanaştı, inmek üzere kapıya doğru yürüyorum. kapının tam yanında kulağında kulaklık olan, gözlerini bir an olsun telefonundan ayırmayan bir insansı mevcut. "bu durakta inmeyecek bu. yavaştan kapının önünde dinelmeye geçeyim" dedim. neredeyse omuz omuza geldik, tramvay durakta durdu, kapıları açıldı. elemandan gene bir tepki yok, önümdeki insanlar tramvaydan çıkmaya başladı. ben de kapı ağzına doğru gelmişken, yanımdaki "uyuşmuş beyin" bir anda önüme geçti, minik omuz darbeleriyle kendisine yer açtı ve kapıdan çıktı. elemanın dış dünya ile bağlantısını tamamen yitirdiğini ise, bu andan sonra anladım: kapıdan çıkıp iki adım attı ve laps diye durdu. gözleri halâ telefonunun ekranında, kulağında kulaklık. hemen arkasında olan ben kendisinin tıkadığı yoldan sıyrılıp kendi yoluma devam ettim ama kendisi yolu kapattığı için benden sonrakilerin elemanı ittirdiğini ve hır gür çıktığını geriye dönüp baktığımda anlayabildim. acelem olmasa, söz konusu lavuğa bir omuz da ben atardım.
2- gecenin körü, hatunun doğum günü var diye iyicene içmişiz. karnımız kazındı, eve dönüş yoluna başlamadan önce bir börekçiye oturalım istedik. yanımızdaki arkadaş gidip tatlı ve çay aldı, servis geldi, başladık yemeğe. göt içi kadar açık alanı olan bir mekandayız. yan masamızda 3 kadın var. yemeklerini yeni yemişler, kahvelerini söylemişler. masadakilerin hepsi telefonlarına gömülmüş, ne masayla ne birbirleriyle ilgililer. bize en yakın oturan sigarasını yaktı ve sigarasını tuttuğu eli olan sağ elini de kafasının üzerinde tutmaya başladı. bizim masadaki arkadaş sigaradan nefret ediyor. dumanı habire ona geliyor, kadının bir fırt çektiği yok. işaret fişeğini yakıp bekliyorcasına duman tüttürüyor. bu varan 1'di. deli gibi sigara içen ben bile kadına ifrit oldum. birkaç dakika içinde o sigara parmaklarının arasında eridi, dumanını tamamen benim arkadaş çekti, masalarındaki kahvelerin hepsi ziftleşti. duman için uyarmak istedim ve "pardon, bakar mısınız?" dedim. 3 kere bunu tekrarlamama rağmen, o masadaki hiçbiri dönüp de bakmadı (iki masanın arasındaki mesafe yaklaşık olarak 1-2 karış). instagram storylerinden kafalarını kaldıramadılar. mekanda yangın çıksa, ortamdan kaçmaya yeltenecek olanlar arasında kendilerini sonlara doğru ancak görebilirdik.
3- bu geçen hafta oldu. karşıyaka'ya vapurla geçtim, sevdiğim 2 arkadaşımı gördüm, erkenden de döneyim diye akşam 9 buçuk vapuruna kendimi güç bela attım. alt katta, arkalara doğru gidip cam kenarı bulduktan sonra yerime yerleştim. iki sıra önüme 4 kadın, 3 çocuklu bir geniş aile geldi ve yerleştiler. vapur yola çıktı. çocuklardan biri, annesi olduğunu düşündüğüm kadının kucağına, cam kenarına, kucağa geçti. ardından da vapurun camıyla koltuk arasındaki plastik bölümün üzerine oturdu. annesi "fıskıyede çok oynamışsın, ayakkabıların, çorapların hep ıslanmış. çıkartalım da kurusun" dedi, çocuğun ayağında ne var ne yoksa çıkardı ve vapurun havalandırmasının üzerine koydu (varan 1, çocuğun bütün terini vapurun içindekiler olarak hepimiz içimize çekmeye başladık). çocuk ya bu; birkaç dakika sonra "giyceeeeem, giyceeem" diye anırmaya başladı. bu sırada, veledin annesi telefonuna gömülmüş durumda. bir ön sırasına oturmuş olan ve kardeşi olduğunu düşündüğüm kadına çocuğunu pasladı. teyzesi çeşitli iq'suzluklar yaparak çocuğun aklını çelmeye çalıştıkça, veledin anırması arşa çıktı. bunlar olurken, gözüm hep annenin üzerindeydi. telefonundan bir an olsun gözlerini ayırmıyor, arada bir "sustursana kemal'i" diye söyleniyordu. yaklaşık 20 dakikalık yolculuk bittiğinde, kulaklarım çınlıyor, oturdukları yerden henüz toparlanmaya başlamış olan ailesiyle birlikte ayaklanmış olan kemal halâ anırıyordu ("bunlar beyaz ses, bazıları bunlarla rahatlayabiliyor" diyenler halâ burda mı?).
4- yer karşıyaka çarşı. alaybey'e yakın bir yerde oturan bir arkadaşımın evine gideceğim. nergiz tarafından yürüyerek geldiğim için ve yer yön duygumu yer yer tamamen yitiren biri olduğum için çarşı'yı dikine kesen dar sokaklardan birinde hızlıca yürüyorum. çarşı'yı uzaktan gördüm, içim pır pır, kendime yer yön mevzularında yıldızlı pekiyi verip gaza gelmişim. yanımdan bir eleman geçti. omzunu bende bıraktı ve beni sendeletti. dengemi sağlayıp durdum ve arkama baktım. benden uzun boylu, sıska bir genconun telefonuyla mücadele içinde olduğunu ve bende bıraktığı omzunu hiç hissetmediğini anladım. arkasından okkalı bir küfür savurdum ve eski neşeli, kendi kendine özgüven pompalayan halime geri döndüm. çarşı'ya çıktım, tam karşındaki sokağa doğru ilerledim. izmir'i bilmeyenler için hatırlatmış olayım: günün belli saatlerinde izmir'in yaya trafiği açısından en yoğun olan yerleri şunlardır: buca çevik bir çevresi, alsancak kıbrıs şehitleri caddesi ve tabii ki karşıyaka çarşı. hem pazar günü hem de akşamüstüne yakın bir saat olması sebebiyle çok kalabalık. kendimi insanlardan kurtarmaya çalışarak ve sakınarak tam karşımdaki sokağa ilerlemeye çalışıyorum. sokağın girişine geldim ve bir şeyin bana çarpmasıyla birlikte elimdeki tütün tablam ve arap kağıdı ile filtrelerimin olduğu diğer tablam yere düştü. kendimi düzelttim, sinirim tavan. arkamı döndüğümde, birkaç dakika önce bana çarpan gencin aynısını gördüm (ya da gördüğümü düşündüm). yerdeki alet edevatımı toplayıp dallamayı peşlemeye karar verdim. doğrulup arkamı döndüğümde, kimseyi göremedim. sinirle arkadaşın evine yollandım.
özetle; çevrenizde hiçbir şey olmuyormuş gibi dikkat kesildiğiniz cep telefonlarınızı götünüze sokmak isteyen insanlara karşı lütfen daha dikkatli olun. sonra "barzo bu, insanlara dik dik bakıyor" veya "omzum çarptıysa, ne olmuş? sen de dikkat edeydin ya" şeklinde başlayan kördüğüm tartışmalarda bulabilirsiniz kendinizi. hem size zarar hem de barzo dediğiniz, sinir küpü elemana zarar bunlar. lütfen toplum içindeyken, bir makine gibi değil, empati yapabilen bir insan gibi davranın. cidden bu çok zor bir şey değil ya.