yakıtı olan unsurlar ortadan kalktığında dahi yok olmayan, azalarak tükenmesi bile oldukça uzun sürebilen, bilinçsizlik haline en yakın duygu. kızgınlıkla karıştırıldığını görüyor ve duyuyorum.
öfkenin kontrol edilemeyeceği yazılmış; hak veriyorum. ancak, öfkenin, kendisinin yol açtığı sonuçlarla karşılaştığında söneceğini düşünmüyorum. öfkeyle kalkıp küfür ve hakaretlerle oturan bir kişinin karşısında demir gibi durmak çok zor; yıkılıp gözyaşlarına boğulmak ise çözüm değil. hayatının büyük kısmında öfkenin esiri olmuş, karşısındakileri fiziksel ya da ruhsal olarak fark etmeksizin kırmış biri olarak, öfkenin yatışması için öfkelenilen ortamın değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. yani; "o çok kızdı, çekip gitti ama birazdan, sakinleşince gelir" cümlesini sıkça duymaya başlamaya çalışmak gerek. tanımda bahsettiğim "öfke yakıtı unsurlar"ın büyük kısmı, kişinin içinde bulunduğu ortamla alakalı. bunların içinde karşıdakinin göz bebekleri, dudaklarının yanında seğiren minik kasları, konuşması gibi ayrıntılar da var. ayrıca, fiziksel olarak zarar vermek, kapalı alanlarda çok daha büyük olasılık. kaçıp gider gibi ortam değiştirmek hem öfkenin esiri olmuş insanı sakinleştirebiliyor hem de öfkenin yöneldiği insana verilebilecek hasarları azaltıyor.
"öfkelenmeyin işte evladım, he he deyin, geçin" teyzelerine de çok öfkeleniyorum ben. bunlardan ikisi annem ve anneannem. annem bu yüzümü çok gördü ama anneannem pek karşılaşmadı. annemlerin evinin önündeki otopark alanında eskiden gırla sorun çıkardı. otopark girişine dikine araba park edip gidenler, göt içi kadar olan alana çaprazlama araç park edenler, "ben oraya giricem, sen buraya giricen" tartışmaları çok olurdu. gecenin köründe de bunlar yaşanabiliyordu. bu durumların birinde, bizzat babamın yarattığı kavga öncesi gerilim anında, büyük bir öfkeyle koşturarak aşağı inmiştim. hem babamı hem de tartıştığı elemanı azarlamış, öfkemi kusmuştum. kısa süre sonra iki taraf da sakinleşmiş, ben de eve geri dönmüştüm. tuvaletteki aynada kendime bakarken, içimdeki öfkenin şekil bulmuş haliyle karşılaşıp şaşırdığımı hatırlıyorum: zaten uzun olan saçları garip bir şekilde açılmış, dağınık bir şekilde yüzünün çoğunu kapatacak şekilde, düzensizce sarkmış, üzerine bol olan beyaz atletinden tek bir omzu ve dondurma lekeleri görünen; birbirlerine bastırmaktan dudaklarının rengini soluklaştırmış, nefes nefese kalmış, bakışları filmlerdeki katillerin ellerinden kan akarkenki "ben suçsuzum" anına dönüşmüş biri. kendimi tanıyamadığımı ve bol suyla yüzümü yıkayıp gecenin o saatinde saçlarımı taradığımı hatırlıyorum. korkunç bir görüntüydü.
öfke anında sebep-sonuç ilişkisi kurmaya çalışmak daha da öfkelenmeye ve en sonunda da kontrolü kaybetmeye yol açabiliyor. böyle yapmayın bence. konuyu olabildiğince küçülterek parçalara ayırmak ve -bilyorum, çok zor olacak ama- empati yapmaya şartlanmak lazım belki de. kuryeci elemanın laubali tavırlarında bunu yapmaya zorlamıştım kendimi geçen hafta. en sonunda genç "abi, iyi misin? yüzün bi' değişik oldu" dediğinde, "kolay gelsin" diyerek kapıyı kapatmıştım. öfkenin vücut yüzeyinde gezinirken bıraktığı değişiklikleri bastırmayı başaramamış olsam da, en azından dışarı çıkmasını engelleyebilmiştim. böyle bir yöntem deneyebilirsiniz.
en güzeli öfkelenmemek tabii ama bu mümkün değil. engelli yoluna kamyon park eden delilerin, yayaya yeşil ışık yanarken "abi, siparişim gecikti" diyerek son sürat yanınızdan tüm rüzgarıyla dengenizi bozarak geçip giden manyakların, karşısındakini de düşünmeyi sadece yaşlanmaya bağlayan içi geçmişlerin ve "çocuk yaptım ben, herkes bana yol verecek ulan!" düsturunu hayat gayesi yapmış aile bireylerinin yaşadığı bir ülkede, öfkenizi bastırabilmeniz ulvi bir şey. umarım hayatınızın sonuna kadar -küçük kaçaklar hariç- bunu başarabilenlerden olursunuz.