tek bir türü yoktur.
milliyetçilik pek çok düşünce akımından beslenir, türlerine göre kah biriyle kah diğeriyle etkileşime geçer. birbiriyle en çok benzeşen milliyetçilik türlerini belli başlı kategorilere indirgersek:
1. toprak temelli miliyetçilik: solcuların nedense '' hayır! o milliyetçilik değil yurtseverlik'' şeklindeki itirazlarına konu olan bu milliyetçilik ekolünün çıkış noktası fransız devrimidir. en tanımlayıcı yönü, egemenliği tanrının sözde vekilinden alarak halkın iradesine vermesidir. yani bu özünde egemenliğe ilişkin siyasi bir taleptir. yine bu kategoride, milliyetçilik toprak temelli olup, aynı sınırlar içerisinde yaşayan etnik ve dini kökenlerden gelenler vatandaşlık kavramı üzerinden birleşir. bu milliyetçilik anlayışı liberal bir dünya görüşüyle de bütünleşmiştir.
2. yayılmacı milliyetçilik: sömürgecilik faaliyetleri için ''beyaz adamın sorumluluğuna'' vurgu yapar. bu türde; ulusal amaç, ifadesini başka milletlerin aleyhine genişlemekte bulur. bu milliyetçilik anlayışının bir alt türü de totaliter rejimlerdir. her ikisi de kapitalizmin çocuğudur. yine her ikisi de-farklı derecelerde olsa da- yayılmacı bir gündeme sahiptir. ilki, içeride demokrasi, hukukun üstünlüğü, normlara bağlılık gibi ilkelere dayanır ancak dışarıda bu ilkelerin aleyhine ne varsa onları yapar. totaliter rejimler ise bu değerleri kendi halkından da esirger.(ama nedense tarihsel olarak güçlü bir halk desteğini de arkalarına alırlar.)
3. üçüncü dünya milliyetçiliği: batı sömürgesi olan ülkelerde milliyetçilik çok belirgin bir şekilde anti-emperyalizm formunu alır. aslında, sömürgeciliğin mirası olan ve etnik aidiyetlerle örtüşmeyen siyasi sınırlar iç huzursuzlukları da beraberinde getireceğinden, içeride genellikle kapsayıcı bir yaklaşım benimsenir. bunlar batılı liberal ilkelerden ziyade sol tandanslı rejimlerle yönetilir. eski sömürgecileri olan batılılara karşı batı-karşıtlığına varacak ölçüde kuşkucudurlar. diğer yandan, üçüncü dünyada milliyetçiliği sosyalizmden ayırmak çok da kolay değildir. hatta latin amerika'da bu ikiliye dini akımlar da eşlik eder.
Üçüncü dünya milliyetçilerinin kendilerine benzer rejimlerle bir araya gelme eğilimi de vardır. örneğin, soğuk savaşta bir araya gelerek kurdukları ''bağlantısızlar hareketi'' hem söz konusu enternasyonel dayanışma anlayışına hem de batıya karşı duydukları güvensizliğe bir yanıttır.
bu türün bir alt türü olarak görülebilecek kemalizm ise kendine has özellikleriyle 3. dünya milliyetçiliğinden ayrılır. çıkış noktası anti-emperyalizm olan kemalizm batının ilerici değerleriyle barışıktır. yani kemalizme göre batı emperyalizmi batılı değerleri benimsemeye engel değildir. tam tersine üçüncü dünyacıların kurduğu denklemi ( emperyalizm kötüdür, bu yüzden batılı olan herşey kötüdür, emperyalizmden kurtulmak için batılı olan herşeyi reddetmeliyiz) tersine çevirmiştir. yani emperyalizm tarafından bir daha yutulmamak için batının değerlerini benimsemeli, aydınlanmalı, kalkınmalı,cehaleti ortadan kaldırmalı, softaları durdurmalı, bilim adamı, sanatçı yetiştirmeli, (toplumun yapısı el verdiği ölçüde) batı tipi kurumsal düzenlemeleri ( demokrasi, hukukun üstünlüğü) hayata geçirmelidir. çünkü kemalizm siyasi, ekonomik, kültürel cephelerde oluşacak gediklerin emperyalizm tarafından doldurulacağını çok iyi bilir. kemalizm kin gütmez, tarihten husumet çıkarmaz, savaştığı yunanistan ile bile kısa bir süre içinde dost olabilecek kadar duygusallıktan uzaktır.
kemalizm yayılmacı değildir. başka milletlerin hukuklarına saygı gösterir. dış dünya ile ilişkilerde amaç-kapasite uyumunu gözetir (yani gücü ölçüsünde amaçlar belirler.), yine de burada kırmızı çizgisi emperyalizmdir. emperyalizme karşı mücadelede kendisinden ne kadar güçlü olursa olsun büyük devletlere kafa tutar (ilginçtir, musul sorunu haricinde hepsinde de sonuç almıştır) kemalizm mazlum milletlerin kurtuluşunu ister, (örneğin afganistan ve iran'a model oluşturur, mussoloninin habeşistan işgaline tepki gösterir) ancak bunun için kendini de tehlikeye atmaz.
son olarak, burada milliyetçiliğe getirilen temel eleştirilerden birisini ele almak istiyorum. marksist görüş, din gibi milliyetçiliğin de siyasi bir kontrol mekanizması olduğunu ileri sürer. bu ne yazık ki zaman zaman doğru olsa da marksistlerin (alt-yapı üst yapı temelendirmelerinin bir çok yönünde olduğu gibi burada da) tekil örneklerden evrensel bir yasa çıkarma hatasına düştüğü anlaşılıyor.
evet, din ve milliyetçiliğin insanları aptallaştırmak için kullanıldığı doğru, ancak koyun gibi güdülmeye karşı bir mücadele de ancak doğru tanımlanmış bir milliyetçilik üzerinden verilebilir. örneğin fransız ve türk milliyetçileri egemenliği halka vererek bunu yapmışlardı.
ayrıca milliyetçiliğin kapitalizm ile feodalizm arasındaki (özünde ekonomi temelindeki) mücadelesinde kullanılan bir araç olduğu iddiasının da toprak reformu yapan sol tandanslı üçüncü dünya milliyetçiliğinde bir karşılığının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
ikinci olarak, çok tutulan b. anderson'un hayali cemaatler iddiasına gelelim. milliyetçiliğin bir yapıntı olduğu iddiası bazı yönleriyle doğrudur. bütün fikirler gibi milliyetçilik de belirli bir amaca hizmet etmesi amacıyla şekillendirilmiş olabilir. ancak milliyetçiliğin organik/sosyolojik bir yönünün de olduğunu kabul etmek zorundayız. şu örnekleri biraz düşünelim: bizler bağlılıklarımızı en yakınımızdan başlayarak tanımlıyoruz, örneğin önce ailemizi severiz, sonra yakın dostlarımızı, sonra bir miktar daha uzaktaki arkadaşlarımızı, sonra komşularımızı sonra bizim mahallemizde yaşayanları severiz. diğer yandan bunların arasında da en çok kader birliği yaptığımız, kederde, tasada, mutlulukta birlikte olduğumuz, ortak bir amaca yöneldiğimiz, bizlere benzeyenlere daha da yakınızdır.işte milletin o çok bildiğimiz meşhur tanımı bu analojiyi haklı çıkarıyor.
not: bunlar tamamen benim sübjektif görüşlerim olup, yapılan sınıflandırmalarda bilimsellik kaygısı güdülmemiştir.