İlkinden çok memnun kaldığımız için ikincisine daha kalabalık bir kadroyla gittik. Hanım, iki çocuk, anne ve babam. Bu seferki rota Kosova ve Makedonya. Uçakla kosova’nın başkenti priştine’ye indik. Orada internetten kiraladığımız Volkswagen transporter’ımızı alıp yola revan olduk.
Planı şöyle yapmıştık, ilk olarak makedonya’ya geçip oraları gezecektik, sonra Arnavutluk oradan da dönüş yolunda kosova’yı gezecektik. Planın bazı yerlerde dışına çıkmak zorunda kaldık, mesela arnavutluk’a gidemedik, yollar çok bezdirdi, bir de arabada 2 yaşında ve 6 aylık iki çocuk olunca yolculuk da pek tat vermedi.
Neyse ki, priştine’den 2 saatlik bir yolculuk sonrası Makedonya başkenti üsküp’e ulaştık. Şunu belirteyim ki bu gezi boyunca hiç otelde kalmadık, her gittiğimiz yerde ev kiralamıştık, bu uygulamadan çok memnun kaldık, hem yeme içme konusunda daha esnek olabildik hem de çocuklar daha rahat etti evde. Üsküp merkeze yürüyerek 5-6 dakika uzaklıkta bir yerde kiraladığımız evin anahtarını almak için ev sahibiyle buluştuk, kadının demesine göre bizden önceki misafirleri de türkmüş. Gece geç saat olduğu için erkenden yatıp uyuduk. Sabah ilk iş market arayıp kahvaltılık bir şeyler almak oldu. Kahvaltı sonrası yollara düştük. Üsküp şehri klasik doğu bloku şehirlerinden, gri binalar, sevimsiz siluetler, ruhsuz bir şehir. Merkez meydan gelince hava biraz olsun değişti, büyük bir meydan var meydanın ortasında büyük İskender’in heykeli mevcut. Zaten çoğu atraksyon bu meydanın etrafında. Rahibe teresa evi, fatih sultan Mehmet zamanında yapılmış Taşköprü, türk çarşısı, savaş müzesi, Makedonya ulusal müzesi, Makedonya kapısı meydana 3-5 dakika yürüyüş mesafesinde. Şehri merkezinden biraz uzakta mustafa paşa cami, üsküp kalesi, milenyum haçı mevcut. Biz iki gece kaldık burada, gezinin daha sonraki duraklarını gördükten sonra pişman olduk iki gece harcadığımıza, keşke bir gece kalıp devam etseymişiz, çünkü ülkenin geri kalanı inanılmaz güzeldi.
Üsküp sonrası ohri’ye doğru yol aldık. Ohri göl kenarında küçük bir şehir ama çok fazla tarihi bina ve eser var civarında. Yani gezmek etmek 1-2 günlük bir şey değil. Hele bir de göle gireyim falan derseniz daha fazla güne ihtiyacınız olur. Üsküp Ohri yolu sanırım dünya üzerinde görüp görebileceğiniz en güzel yoldur. Bir ara yola baktığımda insan yapımı hiçbir şey göremedim ne ev ne bina ne elektrik nakil direkleri, hatta orman o kadar gür ve yüksekti ki yol bile görünmüyordu. Hatta tepeye yakın bir yerde arabadaki herkes uyurken durdum arabadan inip etrafa bakındım, sonra da gidip arabadakileri uyandırdım, çünkü her insanoğlunun görmesi gereken bir manzaraydı kanımca. Yol üzerinde gostivar diye bir kasabadan geçtik ki burası türkiye’den bir parça gibi, nüfusun %75’i türk zaten, belediye başkanı da türk.
Ohri’ye varmadan önce matka kanyonu diye bir yerde durduk. Nehrin önüne baraj yapmışlar ve su arkaya kanyona doğru yükselmiş, seyri çok keyifli bir yer olmuş. Kanyonda 4 euro verip teknelerle gezebiliyorsunuz. Her iki tarafınızda dik ve yüksek dağlar, yemyeşil bir doğa, tertemiz bir su…tekneyi kullanan Arnavut 3-5 sene öncesine kadar suyun içilebildiğini söyledi, artık içmiyorlarmış. Eski günlerden ve daha yavaş yaşamdan falan bahsetti, eskiden yaşamak için çalışıyorduk, şimdi çalışmak için yaşıyoruz gibi de felsefik bir laf etti.
Ohri’ye gelince şehrin tarihi kale içi dedikleri yeri gezmeye gittik, öncelikle yokuş ve Arnavut kaldırımı ile bir probleminiz varsa hiç girişmeyin ohri’yi gezme işine. Biz bir yerden sonra bıraktık gezmeyi çünkü, kiliseler, yapılar aslında birbirine çok yakın ama yokuş çık, rampa in, tepe tırman belli bir yerden sonra yorulduk. Göl kenarına çöktük, pizza ve biraya gömüldük. Ohri üsküp’e göre daha farklı. Daha sevimli ve daha turistik bir havası var. İnsanlar daha sıcaktı, iletişim daha kuvvetliydi yani gezmeye daha elverişli bir yerdi. Aziz yuhanna kilisesi, Samuel kilisesi, Ayasofya kilisesi, kiril alfabesini icat ettiği düşünülen clement ve panteleimon kilisesi gezilip görülecek yerlerden.
Ohri şehrinden sonra göl etrafında Arnavutluk sınırına doğru güneye yol aldığınız zaman, araba sürmek kısmı sizi oldukça zorlayacak fakat sonrasında yeryüzündeki cennete ulaşacağınız sveti naum bulunuyor. Oralara gitmişken muhakkak gidin sakın ihmal etmeyin. Yolda koca koca uyarı tabelaları bulunuyor, yolun toplam genişliği 5 metreden daha az, karşıdan gelen araçlara karşı dikkatli olunuz diye. Zaten 30-40 km/sa hızdan daha hızlı gitmeniz pek mümkün değil. Belki de bu kadar bakir ve güzel kalabilmesini yola borçludur. Sveti naum yaşam alanı gibi bir yer. Surların içerisinde restoranlar, plajlar, kiliseler, tarihi yapılar falan var. Göle su taşıyan bir çok nehir yine bu bölgede, doğaya ve su içinde yaşayan canlılara saygılarından seyir teknelerinin hiçbirinde motor yoktu, hepsi kürekli. İnanılmaz keyifli bir yer, sessizlik ve huzur içinizi kaplar.
Buradan sonra istikamet bitola yani manastır. Yunanistan sınırına çok yakın. Çok fazla türk ve yunan vardı. Zaten bitola denilen yere gittiğinizde amasya’ya mı geldiniz bitolaya’mı anlamanız çok zor. Bildiğin klasik Anadolu şehri. Ortasından bir nehir akıyor, her taraf cami, orta büyüklükte bir meydan ve mecburiyet caddesi. Hiç yabancılamadık bitola’yı, sanırım o da bizi yabancılamamıştır çünkü zaten türk turist çoktu bir de yerleşik türk de çok fazla. Hatta bir ara kendimi kaptırıp annemle babama yaw siz evi barkı satıp gelip burada yaşasanıza dedim, ne güzel yemyeşil yer, türkiye’ye göre daha da ucuz hem…
Şehrin en cazip yeri şu an şehir müzesi olarak kullanılan zamanında okul olarak kullanılmış olan manastır askeri idadisi. 1. Katı mustafa kemal’e ayırmışlar. Kıyafetleri, çantası, karneleri vs her şey mevcut. Orada gezerken insan bir tuhaf oluyor daha on beş yaşında ana kuzusuyken selanikten kalk buraya gel yatılı oku, epey etkilendik. Zaten buradan mezun olduktan sonra da istanbul’a harp okuluna gelip buradan da teğmen rütbesiyle mezun olmuş. Oradayken ilk defa eleni karinte ismini öğrendik. Kendisi mustafa kemal’in sevgilisiymiş oradayken. Şimdi yanlış bilgi de vermiyim, sevgililermiymiş, yoksa eleni ona platonikmiymiş tam anlamadım ama mutafa kemal’e hitaben bir aşk mektubu vardı orada.
Bitola sonrası üsküp üzerinden kosova’ya tekrar giriş yaptık ve priştine’ye gittik. Kosova çok yeni bir ülke, Sırbistan’dan itilaflı bir şekilde ayrılıp bağımsızlığını ilan etmişler, sanırım hala Sırbistan ve Arnavutluk tanımıyor kosova’yı. Çok ilginç bir ülke, sanki bağımsızlığını ilan edip amerika’nın kucağına oturmuşlar gibi. Şehrin en büyük iki caddesi bill Clinton ve George bush caddesi. Ayrıca şehirde Amerikan hastanesi, Amerikan okulu, Amerikan bilmem nesi gırla gidiyor. Çok öyle gezilecek yeri de yok. İşte gittik mi gittik, gördük mü gördük. En güzel yanı 1 euroya yediğimiz köfte oldu. Koca porsiyon köfte sadece 1 euro. Hatta bi ara babam ulan bu eşek eti olmasın dedi, zira benim oplana basitten bi oyuncak balık aldık 4,5 euro verdik, tüm aile 4 yetişkin 1 çocuk doyduk 6 euro verdik. Yine burada da çok fazla cami ve han hamam mevcut. Ayrıca başkente 10 km uzaklıkta Kosova ovasının hemen kıyısında Kosova meydan savaşını kazandıktan sonra savaş alanını gezerken ölü taklidi yapan bir sırp tarafında öldürülen 2. Murat’ın türbesi var. Aslında beden orada değil, sadece kokmasın diye, iç organlarını oraya gömmüşler. Esas mezar bursa Muradiye külliyesinin içerisinde.
6 gün süren turdan kısa notlar;
Makedonya: gördüğüm uzak ara en yeşil ülke. Yani ülke yeşil, sadece bir bölge değil. Çok sakin bir yaşam var, halk yaşantısından çok memnun galiba ki hayatı hızlandırmak gibi bir dertleri yok. Yollar hala daracık ve tek gidiş tek geliş. Daha dün ülke olan kosova’da otoban çalışmaları tam gaz devam ederken onca geçmişi olan Makedonya halinden memnun anlaşılan.
Üsküp: biraz hayal kırıklığı. Tabi gidin görün ama sadece 1 gece 2 gün o kadar
Ohri gölü: gölün etrafı çok güzel. Ohri şehri görülmeye değer ama çoluksuz çocuksuz gitmek lazım, gezmek çok yorucu.
Sveti naum: anlatılmaz yaşanır. Hanımla kendi kendimize söz verdik. Çocuklar biraz büyüyüp bizden bağımsız yaşamaya başladıkları ilk gün çocukları anne babaya bırakıp gelip burada otelde baş başa kalacağız.
Bitola(manastır): bizden bir yer.
Kosova: çok tatmin etmedi bizi. Kötü değil ama gitmeye değmez.
İnsanlar: hem Kosova hem Makedonya türk nüfusun yoğun olduğu yerler. İnsanlar türk olmasa bile bir şekilde Türkçe biliyorlar. Genel itibariyle sıcak ve yardımsever insanlar.
Yemek: aç kalmazsınız, tam bizim buralar